“300 Fransız” bu konuya da Fransız!
Birkaç gün önce ajanslara düşen ve çeşitli kesimlerin tepkisini çeken haber aynen şöyleydi:
“Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin de aralarında olduğu 300 Fransız yazar ve siyasetçi, Yahudi düşmanlığı yaydığı iddiasıyla Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerin çıkartılmasını talep etti.”
Birçok kesim için kaçırılacak türden bir fırsat değildi bu. Nitekim mikrofonu kapan, ekrana çıkan, klavye başına geçen herkes bu 300 Fransız’a haddini bildirmeye kalktı. Bildiriye imza atanların ne Kur’an’dan ne diğer ilahi kitaplardan haberdar oldukları, kutsala saldırı suçu işledikleri, aşağılık, bağnaz ve barbar oldukları, Kur’an’ı kendilerinin yap-boz tahtası sandıkları, DEAŞ’tan farkı olmadıkları söylendi.
Hatta siyasilerden biri kendini tutamadı, Kur’an’ın, insanların ve cinlerin bir araya gelseler benzerini ortaya koyamayacakları bir kitap olduğunu hatırlattı bu anlayışı kıt 300 Fransız’a.
Türkçe’de “Fransız kalmak” diye bir deyim vardır. Hani herhangi bir şeyi anlamayan kişiler yahut herhangi bir konudan uzak kalınan durumlar için sıklıkla kullandığımız.
Bu 300 Fransız da, Müslümanların Kur’ân’a bakış açılarının ne olduğunu anlamamış olmalılar ki gereksiz bir bildiriye imza atıp boşu boşuna hem kendilerinin hem de sülalelerinin hal ve hatırını sordurdular.
Boşu boşuna diyoruz çünkü muhtemelen bu 300 Fransız şöyle düşündü:
Müslümanlara göre Kur’an’ın her ayeti bugün de geçerlidir. Müslümanlar Kur’an’da yer alan her ayeti zaman ve mekan farkı gözetmeden uygular, Kur’an’ın tek bir ayetini bile gözden çıkarmazlar. Her hükmünün kıyamete kadar geçerli olduğuna inanırlar.
İşte talihsiz 300 Fransız da hatayı böyle düşünmekle yaptı. Bunlar, altı bin küsur ayetin Mushaf’ta halen yer alıyor olmasından hareketle, Müslümanların Kur’an’ın her ayetini dokunulmaz kabul ettiklerini, Kur’an’a güvenlerinin tartışılmaz olduğunu zannettiler. Müslüman ülkelerde mesela Türkiye’de dini eğitim veren kurumlarda Kur’an’ın her ayetinin tüm dünyada nasıl uygulamaya konulacağına kafa yorulduğunu zannettiler.
Böyle zannettikleri için de bu 300 Fransız, Müslümanların Kur’an’a bakış açılarının ne olduğuna tam anlamıyla Fransız kaldılar.
Binyılı aşkın bir geçmişe sahip olan ve milyonlarca cilt eserle geçmişi günümüze taşımış geleneksel din anlayışının Kur’an’a bakış açısına bakalım.
Geleneğe göre Kur’an tek kaynak değildir. Sünnet de Kur’an gibi müstakil bir kaynaktır. Dolayısıyla Kur’an’dan bağımsız hatta bazen onun hükümlerini sınırlayıcı yahut tamamen ortadan kaldırıcı hükümler koyar. Kur’an tek başına yeterli, anlamlı ve uygulanabilir değildir. Sünnete mahkumdur. Geleneksel fıkıh ve tefsir külliyatına baktığınızda sünnetin hükümsüz bıraktığı iddia edilen yüzlerce ayetin olduğunu görürsünüz. Bu ayetler hâlihazırda Mushaf’ta yer almaya devam ediyor olsa bile.
Sadece bu kadar mı? Geleneksel din anlayışında kitap ve sünnetin dışında da dinde hüküm kaynakları olduğu kabul edilir. Mesela icma denilen hayali uygulama, bin küsur yıldır İslam toplumlarında siyasetin dine müdahale aracı olarak kullanılmış ve icma marifetiyle zaman zaman Kur’an’ın hükümleri uygulamadan kaldırılmıştır.
Geleneksel dini anlayışta kişisel ictihatlar da Kur’an’ın hükümlerini uygulamadan kaldırabilmiştir. İftira edilerek Halife Ömer’in Kur’an’ın hükümlerini askıya alan uygulamaları Ömer’in dehasına dem vurularak iştahla anlatılır da bunun esasında Kur’an’ın acziyeti anlamına geldiği kimseyi rahatsız etmez maalesef.
İnanmayacaksınız biliyorum ama yine de söyleyeyim. Kendilerinin bin yılı aşkın geleneğin günümüzdeki yılmaz savunucuları olduğunu söyleyenler, ne Kur’an’ın ne de Müslümanların kaldırmayı başaramadığı köleliğin dolayısıyla köleliğe dair Kur’an’da var olduğu iddia edilen onlarca ayetin hükmünün 1945 Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi ve 1949 Cenevre sözleşmesi ile kaldırıldığını söylemekteler. Kutsal kitaplarındaki bazı ayetlerin prangalarından kendilerini kurtardığı için Birleşmiş Milletlere minnettar olan bir ümmetten söz ediyoruz.
Hepsi bu değil. Altına imza attıkları bildiri sebebiyle 300 Fransız’a çok bozulan ümmetin Kur’an’a karşı başka bakış açıları da var.
Allah’ın kitabına reva görülen küstah muamele yönüyle insanlık tarihi kadar eski olsa da modernitenin zorunlu bakış açısı olarak servis edilen tarihselci anlayışa göre Kur’an, ondört asır önce belli bir topluma indirilen, hatırası dışında günümüz insanına hemen hiçbir şey vaad etmeyen diyalogdur. Yani Kur’an kitap bile değildir. Bu düşünceye göre, tamamen indiği dönemin şartları ve ihtiyaçlarıyla şekillenen ve hasbelkader birilerinin kayda alıp bize ulaştırdıkları bu diyaloğu, herhangi bir konu bağlamında “Allah şöyle buyuruyor” diyerek muhabbete dahil etmek süzme ahmaklık olur. Bunlara göre eldeki Kur’an’ı çok ciddiye almamak, günümüz insanın talepleri çerçevesinde bir din ihdas etmek gerekir.
Bir de “Kur’an bizim için yeterlidir, başka bir şeye ihtiyaç yoktur” sloganıyla ortaya çıkıp, motivasyonunu geleneğe ve tarihselcilere muhalefetten alan ama vardıkları sonuç itibariyle diğerlerinden hiçbir farkı kalmayan hatta bazen gelenekçileri ve tarihselcileri aratanlar vardır. Bunlar “gelenekçi değiliz” derler ama Son Nebi Muhammed aleyhisselamdan esirgedikleri konuşma hakkını olanca genişliğiyle kendilerine tanırlar. Tarihselcilikten Allah’a sığınırlar ama “Kur’an’da Allah’ın yazdığına değil demek istediğine bak” diyerek zaman zaman tarihselcilere rahmet okuturlar.
Bu 300 Fransız yukarıdakilerin Kur’an’a bakış açılarına Fransız oldukları gibi, Halife Ömer’den öncesinin hayali ile yaşayıp Kur’an’ı sadece takıyye aracı olarak kullanan Şia’nın, iktidar ve dünyevi refah için Kur’an’ı her an satmaya hazır olan cemaat, tarikat ve tasavvufi yapılanmaların Kur’an’a bakış açılarına da Fransızlar muhtemelen.
O halde şu sorulara cevap vermemiz gerekir:
Müslüman olmadıkları bilinen 300 Fransız’ın talebi mi ahlaksız, Müslüman olduğunu söyleyip 300 Fransız’ın talebinden daha ötesini yüzyıllar öncesinde fiilen gerçekleştirmiş olanlar mı?
Müslüman olmadıkları bilinen 300 Fransız’ın tavrı mı daha küstah yoksa Müslüman olduğunu söyleyip bu memleketin ilahiyat fakültelerinde istihdam edilen ve Kur’an’ı ciddiye almamak gerektiğini, Kur’an’ı bir kenara bırakıp Allah gibi oturup yeni bir Kur’an yazmak gerekir diyenler mi?
Müslüman olmadıkları bilinen 300 Fransız mı daha tehlikeli, yoksa bu 300 Fransız’ın taleplerinin teorisini ve pratiğini akademik seviyede ülkenin her kademedeki eğitim kurumlarında dini eğitim adı altında verenler mi?
Bu 300 Fransız, Müslümanların Kur’an’a bakış açılarını bilmeden bildiri yayınlamakla boşu boşuna kendilerini hedef tahtasına koymuş oldular. Herhangi bir Müslüman ülkeye, mesela Türkiye’deki herhangi bir ilahiyat fakültesine gelseydiler, bildiride dile getirdikleri taleplerinin akademik tez ve makalelerdeki detaylarını talim ederlerdi.
Yine de bu bildirinin yayınlanmış olması güzel bir gelişmedir. Kur’an, hoşumuza gitmeyen bazı şeylerin hayırla neticelenebileceğini söylüyor. Keyfimizi kaçıran bu 300 Fransız çuvaldızı yedi ama iğneyi de kendimize batırmamıza vesile olurlarsa belki bakarsınız Birleşmiş Milletlere minnettar olan bu ümmet bir gün bu 300 Fransız’a da teşekkür eder.
Dr. Fatih Orum’un kaleme aldığı bu yazı, 09.05.2018 tarihinde Fıtrat Haber sitesinde yayımlanmıştır.