Varlık Felsefesi Açısından Varlık Sorunu -2

Büyük İskender’in doğu seferi sonrasında Yunan kültürüyle ilk tanışan Hristiyan Süryanilerdir. Yunanca eserleri (özellikle) Süryaniceye çevirmeleri ve yorumlamaları sayesinde Aristo mantığıyla tanışmışlar ve mantık öğretimine dini eğitimin bir parçası olarak yer vermişlerdir. Bu sayede Süryanilere ait çeşitli kiliselerde mantıkçılar yetişmiştir. Bu mantıkçı ve çevirmenler, Müslümanların yaptığı fetihler sonrasında Müslüman yöneticilerinin gözetiminde mantık eserlerinin bu kez Süryanice ve Yunancadan Arapçaya çevrilmesi işine girişmişlerdir. Böylelikle Süryanilerin mantık çalışmaları, bir mantık geleneğinin oluşmasına katkıda bulunmuştur” fetihlerden sonra Müslümanların egemenliğine giren coğrafyada fetihler öncesindeki ilk mantık çalışmaları, Süryaniler tarafından gerçekleştirilmiştir.

İskenderiye’de (Mısır’ın bir kıyı kenti) Ammonius Saccas tarafından milattan sonra 200’lü yıllarda kurulan İskenderiye Okulunda Ammonius Saccas Ploton’un felsefesini benimsemiş ve onun anlattıklarını aktarmaya çalışmış ve “Yeni Eflatunculuk/Neoplatonizim akımına dahil olmuştur. İskenderiye Okulunda; Doğu, Batı, Mısır, Yunan vs. kültür ve felsefeleri incelenmiş ve bunların arasından uygun olduğunu düşündüklerini seçip almışlardır. Büyük İskender’in Aristotales’in öğrencisi olması nedeniyle İskenderiye Okulunun ilk önde gelen felsefe ve mantıkçıları Antik dönem Aristotales yorumcuları olmuştur. Yunancanın eğitim dili olarak egemen olduğu İskenderiye Okulu, gelişimini tamamladıktan sonra çevre ülkelerdeki düşünce dünyasını etkilemeye başlamıştır. Bu etki bazı Süryanilerin İskenderiye’ye gidip orada eğitim almalarıyla iyice artmış ve sonunda Süryaniceyi kullanan Süryanilerin bilim dili olarak Yunancayı kabul etmesine kadar varmıştır. Günümüzde hala bilim dilinin temelleri Yunanca kavramlara dayanmaktadır.

Süryanilerin kurduğu pek çok dini okul bulunmaktadır. Bu okullar farklı Süryani mezhepleri temsil etmektedir. Bu mezhepler, hem bir birlerine üstünlük sağlamak hem de diğer inançlara karşı Hıristiyan inancını savunmak için mantık ve felsefeye önem vermişlerdir. Süryani okullarının mantık eğitimine önem vermelerinin bir başka nedeni, yine Süryanilerin İskenderiye Okulu’nun izleyicisi olmaları ile ilişkilidir. Süryaniler, İskenderiye Okulu’nda öğrendiklerini başka coğrafyalara okullar açarak yaymışlardır.

Urfa Okulu: 4. Yüzyıldan başlayarak mantık ve felsefe çalışmaları yapılmıştır. Süryani mezheplerden biri olan Nasturiliğin yayıldığı okuldur.

Cundişapur Okulu: Nasturiler tarafından Hızistan bölgesinde Cundişapur şehrinde 6. Yüzyılda kurulmuştur. 738 yılında Müslümanların şehri almasından sonra da varlığını sürdürmüştür. Yunanca mantık metinlerini Arapçaya çeviren ilk kuşak çevirmenler bu okulda yetişmiştir.

Antakya Okulu: 3. Yüzyıl sonunda kurulmuştur.

Nusaybin Okulu: Urfa Okulunun kapatılması üzerine Nasturiler tarafından Nusaybin’de 326 yılında kurulmuştur. 7. Yüzyıla kadar etkinliğini sürdürmüştür.

Kınnesrin Okulu: Halep olarak da bilinen ve Kuzey Suriye’de bulunan Kınnesrin şehrindedir. 13. Yüzyıla kadar faaliyetini sürdürmüştür.

Bu okullar İskenderiye okulları kadar etkili olmasa da bu bölgede bazı düşünürlerin yetişmesini sağlamışlardır.  Örneğin Urfa Okulu pek çok Persin (İranlı) burada yetişmesi nedeniyle Persler okulu olarak da anılmıştır.

Fetihler, kültürel etkileşimlerin oluşmasında çok büyük öneme sahiptirler. İskender’in fetihleri domino etkisi yaratmıştır.  Resulullah’tan sonra, Müslümanların başlattığı fetihlerde İslam Coğrafyasında, örneğin Abbasi Halifesi Me’mun (198-218/813-833) dönemi, İslam kültür tarihinin en parlak dönemlerindendir. Bu dönemin bir eseri olarak kurulan Beytü’l Hikme (Hikmet Evi) de İslam dünyasının ilk ilimler akademisi olma unvanına sahiptir. Fetihler sayesinde genişlemenin bir sonucu olarak dili, dini, kültür ve tarihi birbirinden çok farklı olan insanlar, İslam devletinin vatandaşı olmuşlardır. Mısır, Suriye, Irak ve Mezopotamya’da bulunan ve dünyanın en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden olan İskenderiye, Urfa, Nusaybin, Kınnesrin, Antakya, Cundişapur ve Harran İslam devletinin sınırları içerisinde kalmışlardır. Şüphesiz bu merkezler İslam kültür ve medeniyetinin oluşmasında etkin olmuşlardır. Hiçbir medeniyetin kendi başına olgunlaşmadığı, kendi içine kapalı olarak gelişemediği, her medeniyetin kurulduğu yerde kendisinden önce mevcut olan medeniyetlerden bazı unsurları aldığı, kendisinden sonrakilere de maddi ve manevi birtakım katkılar yaptığı gayet iyi bilinmektedir. Önceki dönemlere ait kültür ve medeniyet unsurları da, bu kültür havzalarının katkılarıyla İslam medeniyetine geçmiştir. Bu durum, bir prensip olarak inanç esaslarına aykırı olmadığı müddetçe geçmiş medeniyetlerin oluşturduğu ilim, kültür ve medeniyet eserlerinin Müslümanlar tarafından kabul edilip benimsendiğini de göstermektedir.

Abbasilerden sonra Selçuklu devletinde açılan Medreseler de önemli eğitim merkezleri olmuştur. Bu anlamda İslâm eğitim ve öğretim tarihinde Bağdat’ın seçkin bir yeri vardır. Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi’nden önce de medreseler mevcut olmakla beraber bunlar öğrencilerin programlı bir şekilde derse devam ettikleri ve bizzat devlet tarafından desteklenen, yönetilen ve denetlenen sistemli müesseseler değildi. Selçuklu Sultanı Alparslan ve veziri Nizâmülmülk’ün gayretleriyle 1065-1067 yılları arasında 200.000 dinar harcanarak bir külliye halinde inşa edilen Bağdat Nizâmiye Medresesi İslâm tarihinde ilk çekirdek üniversiteyi oluşturduğu gibi Avrupa’da kurulan üniversitelere de örnek olmuştur. Bu medrese örnek alınarak Nîşâbur, Rey, Herat, İsfahan, Merv, Basra ve Musul gibi diğer şehirlerde de medreseler kurulmuştur. Burada Gazzâlî, Ebû İshak eş-Şîrâzî, Ebü’l-Muzaffer el-Ebîverdî, İbn Mübârek, Ebû Bekir eş-Şâşî gibi meşhur bilginler ders vermiş, Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî ve İmâdüddin Kâtib el-İsfahânî gibi değerli simalar yetişmiş, bunlar hem ilmî hem de idarî sahada önemli hizmetler vermişlerdir.

Özellikle Selçuklu Sultanı Melikşah zamanında (1072-1092) Bağdat Nizâmiye Medresesi büyük gelişme göstermiştir. Onun bilginleri himaye ettiğini gören vezir ve emirler çeşitli şehirlerde medreseler kurmaya ihtimam gösterdiler. Bu tutum ve davranışları ilim ve edebiyatın gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 10 yy. dan başlayarak bir bilim başkenti olan Bağdat’ta oluşan okulda hem daha nitelikli çeviriler hem de geçmiş mantık yapıtlarının yorumları yapılmaya başlanmıştır. Farabiye kadar o dönemde yetişen Müslüman düşünürlerin en önemlisi Kindi’dir. Kindi ilk Müslüman felsefeci ve İslam dünyasında Meşşai (Aristotalesçi) okulun ilk temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Ondan sonra gelen Farabi onun ardından İbni-Sina, Gazzali ve İbni Rüşt’te Aristo mantığını yorumlayan kişilerdir.

11. yy. Büyük Selçuklu veziri Nizamimülk’ün öncülüğünde Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Artuklular ve diğer Türk Devletleri ağırlıklı olarak dini olmakla birlikte çok programlı (fıkıh, tıp, astronomi, matematik) medreseler kurma konusunda önemli teşebbüslerde bulunmuşlardır. Günümüze kadar gelmeyi başaran Sivas ve Amasya’daki Gök Medrese, Erzurum’daki çifte Minareli Medrese, Konya’daki İnce Minareli Medrese ve Kayseri’deki Gevher Nesibe Tıp Medresesi Selçuklulardan Mardin’deki Kasımiye Medresesi, Artuklu devrinden kalma bu dönem medreselerinin önemli eğitim kültür miraslarından bazılarıdır. 12. yy.’dan itibaren yaygınlaşmaya başlayan medreseler ve bunları besleyen vakıf düzeni, sadece İslam dünyasının önde gelen, bir uçtan diğer uca uzanan kentlerine yayılmakla kalmamış, komşu kültür ve medeniyetler üzerinde de etkili olmuştur. Monika Gaudiosi, 1274’de kurulan ve modern yüksekokul sisteminin başlangıcı olarak kabul edilen, Merton College’nin (Oxford Üniversitesi) oluşumunda ve İngiltere’deki vakıf sistemi anlayışının gelişmesinde İslam dünyasında uygulanan vakıf hukuku ve sisteminin etkili olduğunu tespit etmiştir.

Antik çağın klasik dönem Bağdat’ında şekillenen yüksek eğitim, felsefe ve kültür hayatının oluşumundaki katkısı inkâr edilmeyecek bir olgudur. İslam dünyasındaki bu özgün deneyim ve birikim, bilgi ve eğitim alanında, Avrupa da yaşanan yüksek eğitimin yeniden yapılanmasında rol oynayan en önemli etkinlerden birisidir. Mantık, medrese eğitiminde modern eğitimde matematiğin gördüğü işleve benzer bir işlev gördüğünden dolayı bütün disiplinlerin, özellikle de nazari hikmetin aracı olarak kabul edilmiştir.

Eğitim tarihi hakkında verdiğim kısacık özetten de anlaşılacağı gibi; asırlardır doğu ile batı arasında yapılan seferler, fetihler sayesinde Yunan medeniyetinin kültür ve düşüncesi çeviriler sayesinde nesilden nesle aktarılarak devam etmiştir. Doğa filozoflarından Thales’le başlayan “Onun mahiyeti nedir?” Sorusu Varlık Felsefesinin ve Eğitim Tarihinin başlangıç sorusudur denebilir. Thales ve diğer filozofların argümanları sonrasında gelişen Ahlak Felsefesi, Bilgi felsefesi önce Yunan’da açılan okullarda sonra fetihlerle, fethedilen yerlerde açılan okullarda ve günümüzde hala okullarda öğretilmektedir. “Doğa filozoflarının aradığı şey görünen dünyanın arkasında ki düzendi.”[1]

 

Mürüvvet Çalışkan’ın kaleme aldığı bu yazı Fıtrat Haber sitesinde 10.05.2018 tarihinde yayımlanmıştır.

_____________________

Kaynakça: Mantığın Gelişimi / Anadolu Üniversitesi Yayınları

Türk Eğitim Düşüncelerinin Dönüm Noktaları makale/ Prof. Dr. Seyfi Kenan

[1] http://www.fitrathaber.com/yazi/varlik-felsefesi-acisindan-varlik-sorunu-1