MÜSLÜMANA KISKANÇLIK YAKIŞMAZ

Kıskançlık, aslında her insanda az veya çok bulunan bir duygudur. Tamamen yok edilmesi mümkün olmasa dahi dini bilgilerle beslendiği takdirde olgun bir duygu haline getirilmesi mümkündür. Kıskançlığın en çirkin davranış şekli münafık ve gayr-ı müslimler de görülür. Bu duygu insanı alçaltan, küçülten ve müslüman’a yakışmayan kötü duyguların en kirlisidir. Bu duyguya sahip kişiler, servet ve mevki sahibinin gölgesine sığınmakta yılan gibidirler. Zaman ve zemine göre kendilerini gizleyebilirler. Müminlere bir iyilik geldiği zaman ona üzülür, kötülük isabet ettiği zamanda sevinirler. Onların en belirgin özellikleri budur.  Bu durumu beyan buyuran ayet-i kerime şöyledir:

Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. [1] 

Kıskançlık, İslâm’a ve müslümanlara karşı yahudilerin ruhlarından taşan ve bugün de devam eden iğrenç duygularıdır. Onların müslümanlar aleyhine kurdukları komplo ve desiseler, dünyaya olan hırslarından kaynaklanmaktadır. Müslümanların bir kısmı, küfür sisteminin işkence cenderesinden, Allah’ın nasip ettiği iman nimeti sayesinde kurtulmuşlardır. Onları tekrar İslam’dan uzaklaştırıp, küfür sistemine döndürmek için yapılan bütün çalışmalar, başta Yahudi olmak üzere bütün gayr-ı müslimlerin ürünüdür. Yukarıdaki ayet müslümanların uyanık olmaları bakımından, onların iğrenç duyguları olan kıskançlıklarını gözler önüne sermektedir.

Başka bir ayet-i kerimede de:

“Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” denilmektedir. [2] 

Kıskançlık, gözle görülmeyen, tedavisi de manevi duygulara dayanan bir hastalıktır. İlaçla tedavi edildiği pek duyulmuş değildir.

Kişiliğine güvenemeyen zavallılar ile kendi başarılarının üstüne siyah perde çekip, başkalarının yaptıkla­rını pembe gözlükle seyreden insanlarda, kıs­kançlık duyguları daha fazladır. Bunlar kendi içinde duyduğu eksikliği, başkalarına yansıtmaya çalışırlar. Mesela, araçta şoförü, fırında hamurcuyu, lokantada aşçıyı kıskanırlar. Yanında bulunan tuzu kullanmaz, yemeğe tuz atılmadığı için şikâyetçi olurlar.

Kur’an-ı Kerim’deki Felak ve Nas surelerinin iniş sebeplerinden biri de kıskaçlıktır. Bu surelerin kötü duygulardan korunmak maksadıyla okundu­ğuna dair hadis-i şerifler de vardır. Onun için muavezeteyn ismiyle anılmaktadır. Felak sure­sinde şöyle buyrulur.

“De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, ka­ranlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset et­tiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah ay­dınlığının Rabbine sığınırım” [3]

Sure’nin muhteviyatında özet olarak bütün kö­tülükler konu edilmektedir. Haset etmek yani kıskançlıkta bu kötü hastalıklardan biridir.

Ebu Hüreyre (r.a.) tarafından rivayet edilen bir bir Hadis-i Şerifte:

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz:

“Hasedden kaçının Çünkü o Ateşin odunu (veya otu) yiyip bitirdiği gibi, hased (kıskançlık) de hayırları yer bitirir.” buyurmuştur.[4]

Kıskançlık insanın ruhu ile ilgilidir. Ya da bir ruh hastalığıdır denilebilir. İlerleme isteği in­­sanın dehasını beslediği gibi kıskançlık, yani çe­kememezlik duygusu da insan yüreğini zehirler, hayattan zevk alamayacak duruma getirir.

Kıskanç insan başkalarının halini kendinden daha iyi gördüğü için kendinde olmayan her ni­met onu rahatsız eder. Bundan dolayı da devamlı üzüntü hâli yaşar. Hâlbuki bir başkası da kendisi­nin hâlini kıskanmaktadır. Bu durumu düşünecek olsa, huzursuzluktan kendini kurtarmış olur.

Kıskançlık duygusu insanın içinde kaldığı sü­rece, başkasına zarar vermez. Ancak dışarıya ak­settiği andan itibaren son derece zararlı olur. Bir kumaşa düşen güve, o kumaşa nasıl zarar verirse, tıpkı onun gibi ulaşamayacağı şeyleri kıskanan insan da, kendi içine stres mikrobunu düşürmüş olur. Bu durum onu devamlı huzursuz eder. Çünkü kıskançlık, insanı alçaltan bir duygu­dur. Yaya yolculuk yapan bir insanın, lüks arabalara bakarak üzüntü duyması gibidir.

Kıskanç insanların gözleri çok keskindir. Ken­dinde olmayan her şeyi en ince ayrıntılarına ka­dar görebilir. Böyle in­sanlar, ulaşamadığı şeyleri intikam alırcasına kö­tüler ve onunla teselli olduklarını zannederler. Yani sevginin muhabbeti çağırdığı kadar kıs­kanç­lık­ta kişiyi huzursuz bir hayata doğru sürükler. Böyle bir davranışın müminde olmaması gerektiğini beyan eden hadis-i şerif şöyledir.

Süheyb İbnu Sinân (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:

“Mü’min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sâdece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır”. [5]

Allah Resulü (s.a.v) müminde bulunması gereken iki önemli sıfatı veciz bir şekilde beyan buyurmaktadır. Bu da her olay karşısında takınılması gereken şükür ve sabır hasletleridir. Yani bir mümin, sağlık, makam, servet ve evlat gibi nefsinin hoşlandığı şeylerle mükâfatlandırıldığı zaman, bu nimetlerin hepsinin de Allah vergisi olduğunu düşünerek şükreder. Kendinden aşağılara bakarak gururlanma yönünü seçmez. Ya da Karun gibi, ben çalıştım kazandım diyerek, isyan bataklığına düşmez. Etrafına karşı şımarıklık tezahürleri göstermez. Helal olan şeylerin de hesabının olduğunu düşünür.

Başına kaza, hastalık ve musibet gibi şeyler gelecek olursa, o zaman da bu durumun bir imtihan vesilesi olduğunu düşünerek, isyan etmeden, Kur’an ve Sünnete göre eksik olan taraflarını gözden geçirmek suretiyle işini ve yaşayışını düzeltmeye çalışır.

Mümin sıfatını benimsememiş kıskanç bir insan, zengin bir kimseyi gördüğü zaman “çok mal haramsız olmaz” gibi sözlerle, kıskançlığını teselli et­meye çalışır. Hâlbuki dünyevi olan bütün servetler fanidir. Belli bir vakte kadar devam eder. Her insanın servet seviyesinden daha zayıf olan birileri vardır. Bunu düşünmek insanı mutluluğa doğru yönlendirir. Mal-Mülk denilen şeyler ne kadar çok olursa olsun ölümle sınırlıdır. Birazcık fayda sağlamasına karşılık, zahmetli durumlara da düşürebilir. En sonunda her çeşit servetin sonu bir top beze dayanır. Başkasının malını kıskanma yerine bu gerçeği düşünmek, insanı huzursuzluktan kurtarır. Bu durumu izah buyuran bir hadis-i şerifte şöyledir.

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v. buyurdular ki:

“Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir.” Buyrulmuştur [6]

Bir insanın kıskançlık hastalığından korunması için, bu duygularla yapacağı her kötülüğün akı­betini düşünmek suretiyle kendini, işleyeceği kötü fiilden koruyabilir. Mesela:

Kıskançlık yüzünden bir kimsenin malına zarar veren kişi, o işi yaparken, kötü duygularını tatmin etmekten dolayı mutlu olduğunu zanneder. Ancak bir müd­det sonra bu işin kendisine zarar getireceğini düşün­düğü zaman, kıskançlıktan kurtulma yönünü tercih etmiş olur. Çünkü bu eylemden dolayı lanetlenmiş bir insan durumuna düşme olduğu gibi, düşman kazanma ihtimali de söz konusudur. Bununla beraber, öfkede ölçü olmadığı için yapılacak kavganın ölümle bitmesi de muhtemeldir.

Servet sayılan bir şeye (otomobil veya bir kuruluşa) zarar vermeden önce bunun akıbetini düşünen in­san, kendini kıskançlıktan doğan, zarar verme hastalığından koruyabilir. Aksi halde, zarar verme endişesinin verdiği stres içerisinde huzursuz bir hayat devam eder.

Haram edilmiş duyguların hepsi de böyledir. Haram olan bir fiil olarak hırsızlık yapan kişi, o işin faydasını düşünürse kendini o kötü hasletten kurtaramaz. Ama o işten dolayı dayak yemeyi hastalanmayı ve bunun neticesi olarak hapse gir­meyi tahayyül ederse, kendini kurtaracak hayırlı yolu seçmiş olur.

Emekli Müftü Ali Kara’nın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 9.5.2018 tarihinde yayımlanmıştır.

___________________________________

[1] Bakara Suresi 2/109

[2] Âl-i İmran 3/120

[3] Felak Sûresi, 113

[4] Tirmizi Hased

[5] Müslim, Zühd 64

[6] Buhârî, Rikak 30; Müslim, Zühd 8, Tirmizî, Kıyamet 59