İNSAN NEDEN YAŞAR?

Kalıntıları milattan öncesine dayanan yerleşim bölgelerinin arasında adımlarken, birçok yerlerde ellerinde broşürlerle gezen turistleri görürken, her geçtiğimiz yerde binlerce insanlara şahit olurken aklımdan geçen soru şu oldu; İNSAN NİÇİN YAŞAR?

Ara ara da sorularımda karşıma çıkan cevap; yaşamın merkezinde zevkin, eğlencenin, yemenin ve içmenin olduğuydu. Düşünülerek verilen cevabın içeriği daha farklı iken, ilk akla gelenler yemek için oldu. Her ne kadar yemek yaşamak için elzem olsa da, yaşama bağlam sebebi olması akla durgunluk veren bir olay olmalıydı.

Durgunluk dememden kastım ise, aklın durağan su misali kirlenmesi, nesneleşmesi, robotlaşması, işe yaramaz bir alet durumuna düşmesidir.

Akan su kir, işleyen demir ise pas tutmaz. Akıl akmazsa yani düşünmezse kirlenir, işlemezse yani düşüncenin ürününe teslim olup güvenmezse paslanır. Akletmeyen ve işletilmeyen beyinler de yemeğe ve içmeye mahkum olur. Bundan dolayı da Hak Teala her zaman düşünmeye, akletmeye ve aklettiği doğrular üzerinde yaşamaya davet eder.

Her insan kendinin en akıllı kişi olduğunu ve yaşadığı hayatın en doğru hayat olduğunu savunur. Her zaman kendini doğru yolun doğru yolcusu, gittiği yolun tek doğru yol olduğunu diğerlerinin ise yanlış yolda olduklarını düşünür.

Peki bizim gördüğümüz ya da duyduğumuz, mantığımıza ters gelmeyen her doğru, gerçekten tam doğru mudur? Bunun ölçüsü nedir? Doğrunun doğru olabilmesi için elimizde yeterli kriterler var mıdır?

Her insan kendi yaşantısının tek doğru olduğunu bütün kalbi ile savunurken, muhakkak kendisini tatmin eden söylemleri vardır. Her gittiği yerde kendisi gibi düşünenleri gördükçe, kendi doğrularına daha çok sarılır. Bu bir bakıma kendisini tatmin etmektir.

Ruhu her zaman bir arayış içindedir. Her ne kadar kendisi gibi düşünenlerin yanında kendisini daha çok rahat hissetse de, Hak Teala’nın kitabından örneklemeler sunulduğunda iç dünyası ile yaşadığı çatışmasını dışına vuruverir.

O anda aklına hoca olan dedesi, hacı olan nenesi, namazını hiç bırakmayan annesi gelir. İslami söylemler ile büyüdüğünden, bu söylemlere uzak olmadığından dem vurur. Çocukluğuna yolculuk yapar, anıları canlanır. Bütün bu hatırlamalar, keşmekeş hayatının içinde belki de kendisini tek huzurlu kılan hatıralarıdır.

Matematikte kural iki noktadan asla iki doğrunun geçmeyeceğidir. Hayat da matematikteki kuraldan pek farklı değildir. İki noktadan bir doğru geçer. Bu doğru üzerinde olmak insanı daima huzurlu kılar.

İnsan doğumu ve ölümü iki nokta ise bu iki noktadan da tek doğru geçmektedir. Bu tek doğru insanı huzurlu kılar. Mutluluk kısa ve geçicidir. İnsan çikolata yer, güzel manzaralı yerlerde bütün güzelliklere dalar. O an belki dünyanın en mutlu insanıdır.

Çikolatanın tadı gidince kalorisi, güzel mekanlardan kendi mekanına geçince, bütün güzelliklerin geçiciliği aklına gelir. Zaman su gibi akınca, fırsatlar değerlendirilmeyince arkada kocaman bir “ah” kalır.

Doğru alınmayan her karar, doğru hareket edilmeyen her eylem, doğru söylenmeyen her söz acısını yüreklerde bırakır. Ve hızla geçen ömrü yeme- içme- eğlenme uğruna tüketmek insanı hüsranda bırakıverir.

Hüsran: “keşke”leri bol olan, “şimdiki aklım olsa”, “senin yerine olsam”, “tüh be..” diye başlayan söylemlerin sonucudur. Aslında herkes nerede yanlış yaptığını, yanlış hareket ettiğini, gönül kırdığını, kötü söylemleri olduğunu çok iyi bilir.

Her insanın içine vahyeden, vicdanında gelen sesi duymamak için ne kadar bağırılsa da, ne kadar sesli ortamlarda olunsa da, ne kadar hayatını doldursa da sessiz kaldığı anda hesaplaşma ile baş başa kalıverir.

Aslında bütün mesele bu içten gelen sese kulak vermek ve ne için yaşaması gerektiğini her şeyin sahibine sormaktır. Aksi takdirde hüsranda kalınacaktır.

Ves-Selam…

Asiye Türkan