“Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker” Manifestosuna Sosyolojik Bakış
“Onlar tövbe eden, Allah’a kul olan, işlerini iyi yapan, gezip gerçekleri gören, rükû eden, secde eden, marufu/iyi şeyleri isteyen, münkere/kötü şeylere engel olan ve Allah’ın koyduğu sınırları özenle koruyanlardır. Sen o müminlere müjde ver.” (Tevbe 9/112) daha birçok ayette geçen müjdeye nail olmak için “emri bil maruf nehyi anil münker” manifestosuna uyarken; nasıl, niçin, kime, ne maksatla davet ve tebliğde bulunmamız gerektiğini bilmemiz şarttır.
Özellikle insandan insana olan ilişkilerde fıtrat dini olan İslam’da herhangi bir zorlamanın ve baskının (fiziksel, psikolojik) olamayacağını, İslam’a davet ederken Nahl 25. Ayette de geçtiği gibi “ Sen Rabbinin yoluna, hikmetle[1] ve güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Senin Rabbin, yolundan sapanları iyi bilir, doğru yolda olanları da iyi bilir.” hükmünce tebliğ ve davet üslubumuz bellidir. “Dinde hiçbir zorlama olamaz;[2] doğrular ile yanlış kurgular birbirinden iyice ayrılmıştır. Kim tağutları[3] tanımaz da Allah’a inanıp güvenirse, kopması imkânsız en sağlam kulpa yapışmış olur. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.” (Bakara 2/256) Ayetini de dikkate aldığımızda “emri bil maruf nehyi anil münker” manifestosunun öncelikle bireyin kendisinden yola çıkarak Kur’an’a uyması şarttır. Bireyin ve toplumun inşası için yapılması gereken ve yapılmaması gereken tüm tutum ve davranışlar Kur’an’da en ince ayrıntısına kadar açıklanmıştır.
Kur’an’da geçen “emir” kavramını, Türkçemizde “emre zorunlu olarak itaat etmenin” unsuru olarak kullanmaktayız. Özellikle otoriteden (emir komuta zinciri bağlamında) kaynaklı hiyerarşik ilişkilerimizde, emre itaat bir baskı aracı olabilmektedir. Emredenin kendini üstün kabul etmesinden dolayı muhatabını emre itaati zorunlu kılan isteklerde bulunmasından, Kur’an’da geçen “emir” kavramını tam olarak idrak edemiyoruz diyebilirim.
Arapçadan, Türkçemize geçmesine rağmen emir kavramı anlam daraltılmasına uğrayarak TDK’ya göre emirin eş anlamlısı olarak kullanılan “buyruk, komut, talimat, ferman” olarak geçmektedir. Bu kavram atasözlerimize ve deyimlerimize de yansımıştır. Örneğin; emir almak, emir altına almak, emir vermek, emrine girmek ya da bileşik olarak emir kulu, emir komuta zinciri, yazılı emir, emir subayı, emir kipi, emir eri gibi tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere emre zorunlu itaati şart koşturan düzende emre uyulmadığı takdirde insandan insana itaati zorunlu kıldığımızda yani Allah’tan, Vahiy den bağımsız bir şekilde emir kavramını ele aldığımızda emir komuta zinciri zulmün bir nesnesi haline dönüşebilmektedir.
Arapça’da e-m- r, kök harflerinden türemiş olan “emir kelimesinin sözlükteki iki farklı anlamından biri “hal, durum, iş, olay, konumdur. Bu anlama gelen emrin (çoğulu umûr) geniş bir kullanım alanı mevcut olup Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı 150’den fazla âyette de genellikle bu mânayı ifade etmektedir. İkinci anlamı ise nehyin zıddı olarak “bir işin yapılmasını istemektir.” Emrin zıddı olan nehiy kelimesi ise yasaklamak, bir işten vazgeçilmesini istemek, engellemek anlamındaki nehy kelimesi fıkıh usulü terimi olarak “bir işten kaçınmayı talep etmeye delâlet eden söz” demektir.[4]
Ayrıca Cenab-ı Hakkın eşsiz yaratması için “ol dediğinde oluş sürecini başlatan”[5] emir sadece Allah’a mahsus olup diğer varlıklar için kullanılmaz.[6] Kur’an’da Emir kavramı türevleriyle birlikte 226 ayette 248 kez geçmektedir. Cenab-ı Hakkın evreni yaratma emriyle başlayan söz, iş, oluş, durum, konum bildirilen şekliyle; yerin ve göğün yaratılması ve her göğe emirlerin verilmesi ile başlayan, yaratılan tüm varlıkların isteyerek veya istemeyerek[7] teslim oldukları bir sistemle karşı karşıyayız. Sınava tabi tutulmanın gerekliliği olarak iradeli varlıklar olarak bizler Mülk 2. Ayette de geçtiği gibi yaratılmamamızın amacı; hangimizin daha güzel amel edeceğidir. Güzel ameller ise Allah’ın emir ve yasaklarına (emir, nehy) uyup uymamakla doğru orantılıdır.
Peki, Bakara 256. Ayette geçmesine rağmen neden çağlar boyu dini bir baskı aracı olarak kullanmaktayız?
Cenab- ı Allah’ın vermiş olduğu seçme özgürlüğünü, insan merkezli kurulan hiçbir sistem vermediği için dini bir baskı aracı olarak kullanmaktayız diyebilirim.
Allah’ın merkezde olduğu din (yaşam, düşünce, tutum ve davranış) algısı geri bırakılarak, oluşturulan hümanist (insancıl) insan merkezci yaşam, düşünce, tutum ve davranış tarzları insanı özgürleştirmez. Sistemin kölesi olarak sisteme uymayı zorunlu kılar. Aynı durum tüm monarşik düzenler içinde geçerlidir. Tıpkı Hud suresi 97. ayette belirtildiği gibi “Firavun’a ve ileri gelenlerine… Hepsi Firavun’un emrine tâbi olmuşlardı. Oysa Firavun’un emri akla uygun değildi.” ifadesi Firavunun sözlerini ve yaptıklarını kuşatan genel bir ifade Naziat 24. Ayette “ben sizin en yüce rabbinizim” şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
İnsanın tek otorite kabul edildiği Firavun vari sistemde, insan psikolojisi ve toplum yararı gözetilmeden otorite kimse onun yararı gözetilir. Sınırlar görecelidir. Otorite dokunulmazlığı vardır. Sınırlar her an genişletilebilir, esnetilebilir, değiştirilebilir olduğu için güvenli bir ortam sağlanamaz. Toplumda da korku kültürü hâkim olur.
Allah’ın uymamızı istediği sistemde ise insan psikolojisi ve toplum yararı öncelenir. Cenab-ı Hakkın çizdiği sınırlar güvenli bir ortamın sağlanması için vardırlar. Güvenli bir ortam için sınırların belli olması çok önemlidir. Sınırlar ve yasaklar belli olduğu için kişi suça karşı korunur ve toplum refahı sağlanır. Ayrıca kişiye özel dokunulmazlık zırhı olmadığı için, otokontrole sahip olan herkes yasalara uyup uymama konusunda serbesttir. Üstünlük sadece takva ile ölçülmektedir.[8] Sorumluluklarının bilincinde olan, oto kontrol sahibi bireylerden oluşan toplumun refah seviyesi yüksek olur.
“Emri bil maruf nehyi anil münker” kapsamına da giren bu sınırlar, aile ile ilgili ayetlerde geçen emri bil maruf yani emir kavramının zıddı olan nehiyden bağımsız düşünülmemelidir. Kur’an’da aile hukuku kapsamına giren evlenme, boşanma, nafaka ile ilgili ayetlerin marûf üzerine inşâ edildiği görülecektir. Marûf sözlükte “bilinen, tanınan, benimsenen şey” anlamına gelmektedir. [9] Allah’ın çizdiği hudutlar evrensel olup, hudutların aşılmaması sayesinde güvenli bir toplum inşa edilmeye başlanır.
Kur’an’da öncelikli hedef kişisel inşadır. Kişi yaşadığı sürece tutum ve davranışlarını seçmekte serbesttir. “Allah ne demişse o” dediğinde ise kişi kendi inşa sürecini başlatmış; duygu, düşünce ve davranışlarını ona göre şekillendirmeye başlamış demektir. Kişi, Cenab-ı Hakkın emir ve yasaklarına riayet ederek, duygu, düşünce ve davranışlarını şekillendirmeye başladığında ancak müminlik vasfını kazanmaya başlar.
Mümini, kâfir ve münafıktan ayıran vasıflar, Kur’an’da geçen marufa ne kadar uyulduğuyla doğru orantılıdır diyebilirim. Marufa göre yaşamın ölçütleri, Kur’an’da bulunan emirlerin tümünü gözetmeye çalışmakla ölçülür. Büyük ve küçük günahlardan kaçınmak öncelikli hedeftir. Müminun suresinin ilk on ayetinde ve daha birçok ayette bir müminde olması gereken vasıflar verilmektedir.
Kur’an’a göre kişi yaşamadığı şeyi söylemesi, yani düşündüğünün tam tersini söylemesiyle (inanmıyor olduğu halde inanan gibi gözükmekle) münafıklık vasfını kazanmaya başlar. Allah’ın ayetlerini örterek hevâsını ilah edinmekle de kâfirlik vasfını kazanır. Bu bağlamda “her münafık hem kâfirdir fakat her kâfir münafık değildir” diyebiliriz
Tevbe 67. ayette “münafık erkekler ve münafık kadınların birbirlerinin dostları oldukları ve birbirlerine kötülüğü (münker) emredip iyiliği (maruf) yasakladıkları (nehiy) görülmektedir.” Buna rağmen kendilerinin doğru yolda olduklarını varsayan münafık ve kâfir tipolojisinin dünya ile ilgili sözleri diğer insanlar tarafından cezbedici bulunmaktadır.[10] Oysa münafıkların kalplerinde hastalık vardır ve kötü haber yayıp ortalığı karıştırırlar.[11] Korku ve endişe içindedirler, müminlere karşı kin, nefret, haset duygusuyla doludurlar. Gururlu ve kibirlidirler, söylemlerinde dil, kalp uyuşmazlığı vardır. Konuşurken yalan söylemek en büyük özelliklerindendir. İkiyüzlü ve ihanet içinde olmaları dolayısıyla fitne ve fesad peşindedirler. Bir müminin tam tersi vasıflara sahip olan münafık ve kâfir tipolojileri namaz kılmaz, zekât vermez, Allah’tan başkasına taptığı gibi kendi hevasına da tapar. Maide 79. Ayetinde de belirtildiği gibi “onlar yapmış oldukları kötülükten de birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlar.”
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin en yakın dostudur. Marufu /iyi şeyleri emreder, münkeri /kötü şeyleri yasaklarlar. Namazı özenle ve sürekli kılar, zekâtı verir, Allah’a ve elçisine gönülden boyun eğerler. Allah, işte bunlara ikramda bulunacaktır. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan Allah’tır.” (Tevbe 9/71) Bu ayetten de anlaşılacağı üzere “emri bil maruf nehyi anil münker” manifestosuna uyanlar, ilk önce Allah’ın emir ve yasaklarına uyan ve hayatına tatbik eden kişilerdir.
Araf 157. ayette geçtiği gibi “Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulacakları ümmi nebi olan bu resule uyanlardır. O resul onların iyi şeyleri yapmalarını ister ve kötü şeylerden sakındırır. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Onların ısrını /ağır yükünü ve üzerlerindeki prangaları kaldırır. Ona güvenen, onun değerini bilen, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar var ya işte umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.” Ehli Kitap olanlar da Kur’an’a inansaydı fikirsel, düşünsel, duygusal ve yaşamsal her tür prangadan kurtulur, müminlik vasfını kazanmaya başlardı.
İnsanlara erdemli olmayı emredip kendimizi unutmamak şartıyla…[12] Tövbe 112, Lokman 31, ayette olduğu gibi namazı dosdoğru kılmak şarttır. Namaz bir mümini her türlü fuhşiyattan (aşırılıktan) korumaktadır. Bu sayede kişi tutum ve davranışlarında ölçülü olacaktır. Kur’an’da geçen emir kavramı söz, fiil, oluş, tutum ve davranışa yönelik olduğundan, yaşamadığımız iyi şeyleri başkaları için de isteyen kişiler oluruz.
Bireysel sorumluluklarını üstlenmiş kişilerin, tıpkı Resulullah’ın ve sahabenin yaptığı gibi ayetleri hayatlarına tatbik etmelerindeki tutarlı ve istikrarlı tutumları bize örnek olmalıdır. Onlar konuşacakları zaman karşı tarafı suçlayıcı, aşağılayıcı ve şahsiyeti hedef alan eleştirel dil yerine, söz söylerken kelimeleri özenle seçmelerinde ki titizlikleri de bizlere örnek olmalıdır. Böyle güzide bir topluluk olduğumuzda ancak Al-i İmran 104. ayette olduğu gibi “İçinizde hayra çağıran; iyi şeylerin yapılmasını isteyen ve kötü şeylerden sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte böyle topluluklar, umduklarına kavuşacak olanlardır.” Ayetinden de anlaşılacağına göre ayet “sizden” diye başlamamaktadır. “İçinizden” diye başlamaktadır. Allah’ın emir ve yasaklarına uyan herkesi kapsayacak şekilde içinizden bir topluluk denmektedir. Davet tüm insanlığadır, evrenseldir. İnşallah sulh içinde, iyi, güzel, kaliteli, marufu önceleyerek yaşayan, müjdelenen topluluk oluruz. “Bu Kur’ân, en doğru olanı gösterir. İyi işler yapan müminlere, kendileri için büyük bir ödül olduğunu müjdeler.” (İsra 17/9)
Mürüvvet Çalışkan
_____________________________________________________________________________
[1] Kur’an’dan çıkarılmış doğru hükümlerle. Bkz. Al-i İmran 3/7
[2] İmanın temeli kalp ile tasdiktir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule zorlanamaz. Kalpten yapılmayan niyet geçersiz olduğundan, zorla ibadet de olmaz (Nahl 16/106).
[3] Tağut, ‘haddini aşmakta ileri giden’ anlamına gelir. Bunlar; Allah’ın verdiği hükme razı olmayan kişilere, razı olacakları hükümleri verirler. Bu nedenle Allah’tan başka bir ilah olarak görülür, Allah’a has yetkilerin bir kısmına sahip oldukları iddia edilir, dua ve ibadete layık görülür, bir yönüyle Allah’a bir yönüyle de insanlara yakın sayılırlar. Tağutlar, insan ve cin şeytanlarıdır (Bakara 2/256, 257; Nisa 4/51, 60, 76; Maide 5/60; Nahl 16/36; Zümer 39/17).
[4] https://islamansiklopedisi.org.tr/emir maddesi
[5] Bknz; En’am 6/73, Yasin 36/82, Nahl 16/40, Araf 7/54
[6] Ragıp el-Isfahani, Müfredat E-m-r maddesi, Çıra yayınları, 2010
[7] Bknz Fussilet 41/11
[8] Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye ırklara ve boylara ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, Allah’a karşı yanlış yapmaktan en iyi sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyin iç yüzünü bilir. (Hucurat 49/13)
[9] LİV Cemil, Aile ile İlgili Ayetlerde Ma’ruf Kavramının Değerlendirilmesi, Mehir Aile Dergisi sy.1,s.119, 2016
[10] Bknz; Bakara 204,205
[11] Bknz; Ahzap 33/60,61
[12] Bknz; Bakara 2/44