Ahlâki Değerler ve Duyguların İnşası

Değer, sözcüğü TDK da bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin sahip olduğu kıymet, yüksek ve yararlı nitelik olarak tanımlanır. Türkçede karşılık olmayı dile getiren değmek kökünden türetilmiştir. Kelimeyi bir sıfat olarak kullanarak bir şeyin değerli yahut değersiz oluşundan söz edebileceğimiz gibi, bir isim olarak kullanarak doğrudan o şeyin yüklendiği şeyi kast edebiliriz. Değerini bilmek, değer biçmek, değer vermek ifadelerinde olduğu gibi.

Bir şeyin değeri ona yüklenilen anlamdan kaynaklanmaktadır. Günümüzde değer kavramı farklı bakış açılarıyla, farklı şekillerde tanımlanmış bir terim olarak da karşımıza çıkmaktadır. Aslına bakarsanız hayatımızın merkezine neyi koyarsak o şey bizim için değerli hale gelir. Bu yüzden insanın olmadığı bir dünyada değerden de söz edilemez. Genel anlamda “değer sözcüğü bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin sahip olduğu kıymet, yüksek ve yararlı nitelik olarak tanımlanabilir.[1]

Günümüzde değer kavramını çok sık kullanmaktayız. Değerler etiği, değerlere dönüş, değerleri yaşatma, değerlere sahip çıkma gibi söylemler her geçen gün artmaktadır. Bunun sebebini sosyolojik olarak irdelediğimizde, bilimle paralellik arz eden teknolojik gelişmeler ve medyanın artan gücünün etkisi sonucunda, günümüz insanının hayatında hızla değişimler yaşanmaktadır.

1960 öncesi değer kavramı sosyolojinin konusu değildi. Bunun sebebi pozitivist perspektifte, değerlerin hiçbir nesnel gerçekliliği olmadığının varsayılmasıydı. Değer kavramı bireylerin kişisel değerleri ile ilgilenmeksizin ele alınamayacağı ancak öznel olarak ele alınabileceği görüşü hâkimdi. Comte’un üç hal kanununa göre toplumlar üç aşamadan geçerek Pozitivist aşamaya geldiğinde, bilimsel nesnelliğin değerlerden bağımsız bir şekilde, yansız olarak ele alınması gerekiyordu. Pozitivizme göre değer yargılarına başvurmak önyargılara ve keyfiliğe yol açmakla eşdeğerdeydi.[2]

Pozitivizmde göz ardı edilen konu; hiçbir bilim insanı belirli değer yargılardan, yani kişisel kanaatlerden arındırılmış bir ortamda yetişmediği için değer yargısız bir bilim insanı olamayacağıdır.

“Pozitivizme göre bilim, kişisel eğilim, kanaat, önyargı, dinsel ve metafizik inançlardan bağımsız olmayı gerekli kılıyordu. Oysa bu tutum tamamen Kilisenin bağnazlığına karşı geliştirilen bir refleksi hareketti. Bu tutum dinle bilimin ayrılmasına sebebiyet vermiştir. Kiliseye karşı geliştirilen bu refleksi hareket 1960’lardan sonra medyanın ahlâki anlamda evrensel yıkıcı gücünün etkisinin, gün yüzüne çıkmaya başlamasıyla değişmeye başlamıştır. Özellikle son yıllarda nitelik ve nicelik olarak toplumsal değerlerin araştırılmaya başlanması ve sosyolojiye konu olmaya başlaması bizim evrensel bir çöküntü içerisine girmeye başladığımızın da göstergesidir. Günümüzde değersizlikten kurtulabilmek için yeni yeni kavramsallaştırmalarla yükselen değer kavramı hayatımızın her alanına nüfuz etmeye başlamıştır. Sosyal değerler, milli, değerler, evrensel değerler gibi. Kavramsallaştırmalarla yaygınlık kazanan değerler manzumesi gündelik hayatımızın vazgeçilmez konuları arasına girmeye başlamıştır.” [3]

Değer kavramı tarihi gelişim içerisinde yalın haliyle herhangi bir şeyin değerli, değersiz olduğu şekliyle kullanılırken, artık çeşitli alanlarla ilintili bir şekilde, yeni yeni kavramsallaştırmalarla kullanılmaya başlanmış olması, dikkatleri değer kavramına çekmektedir.

Değerler, tartışmasız olarak hayatımıza yön çizerler, varoluşumuza anlam kazandırırlar, bizi motive ederler. İyi ve ahlâklı bir hayat sürmek istememiz bile değerlere yüklediğimiz anlamlardan kaynaklanmaktadır. Eş, arkadaş, iş seçimimiz, hayattan beklentimiz, hatta vatan, millet duygumuz içinde belirli değerler barındırır. Mantıkçı Pozitivist akım bu durumu tamamen göz ardı etmiştir. Değerleri değersizleştirerek…

Değerler, hem kişisel temelde hem de toplumsal temelde yaşantımızı derinden etkilemektedirler. Sosyal değerler, toplumların şekillenmesinde başat rol oynarlar. Değer yargılarımız bize neyin önemli, neyin önemli olmadığını gösterirler.

Toplumsal hayat, değer yargılar olmadan işleyemez. Ayrıca bir toplumda değerlerin ifade edildiği davranış örüntüleri ve temel unsurlar, kişinin üstlendiği toplumsal rollerdir. Kişilerin benimsediği davranış örüntüleri, en temelde yatan fıtratından kaynaklanmaktadır. Fıtrat üzerine doğan her bir birey zamanla ailesi ve içinde yaşadığı topluma göre değişmeye başlar.

Bilindiği gibi çocuğun bütün tutum ve davranışlarının arkasında ailesi ve çevresi vardır. Kişi aile içinde kimlik kazanmaya başlar çevresiyle şekillenir. Psikolojik ve ahlâki yönden tutarlı ve dengeli bir kişilik tipinin ortaya çıkışında dini inanç ve yaşayış tarzı oldukça önemlidir. Dolayısıyla aile çocukların ilk genel eğitimlerinde olduğu gibi, ahlâki değerlere karşı olumlu ve olumsuz tutumlarının oluşup gelişmesinde de son derece etkili bir yere sahiptir.

Fıtratın ahlâkla yakından ilişkisi vardır. Her iki kavram yaradılışın temel unsurlarını içinde barındırırlar.

Ahlâk kelimesi tabiat, huy ve karakter gibi kavramları bünyesinde barındırır. Ahlâk, insan ilişkilerinde iyi, güzel, doğru ya da kötü, yanlış olarak kabul ettiğimiz değer yargılarını ifade eder. İslam’a göre ahlâk, Yaratıcının yol gösterdiği şekilde yaşamak demektir. Ahlâk, Yaratıcıya olan bağımızı, ilahi takvayı ön gördürür. Maalesef günümüzde ahlâk, kavramsal içeriği daraltılarak kültürel bir olgu olarak tanımlanmaktadır. Oysa kültür olgusunun içerisinde değerlendirilmesi gereken kavram gelenektir.

Gelenekler yereldir ve kültürün muhtevasını oluştururlar. Toplumdan topluma göre de değişir yani görecedirler. Geleneğin evrenselliğinden bahsedilemez. Yaradılışla doğrudan bağlantılı olduğu için Ahlâkın evrenselliğinden bahsedilebilir. Bu yüzden gelenek ve ahlâk farklı bilgi alanlarını işaret etmektedirler.

Ahlâk yaşamımızın içinde, merkezinde bizi her yandan kuşatan bir olgudur. Ayrıca insanın Allah’tan (cc) başkasına kul olmaması, hür yaratılmış insanın, yaratılışına uygun yaşaması demektir.

Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın insanları yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur ama çoğu insan bunu bilmez. (Rum/30)

Fıtrat varlıkları oluşturan temel yapısını ve onu oluşturan yaratılış, değişim ve gelişim ilkeleri iken, Ahlâk ise Arapça yaradılışla ilgili bir kavramdır, yaradılışla aynı kökten gelmektedir. Kısaca ahlâk fıtrata uygun yaşamaktır.

Yaradılıştaki fıtrata uyumlu olan her bir değer ve kural evrensel olma niteliği taşır; yiğitlik, cömertlik, dürüstlük, cesaret, adalet, merhamet, sevgi, saygı, adanmışlık vd. birçok kavram evrenseldir. Evrensel değerler, evrensel kurallarla örtüştüğünde evrensel ahlâk ilkeleri kendiliğinden toplumlar tarafından benimsenir. Hiç kimsenin ret etmeyeceği kurallar ve değerler manzumesi bize Elçiler aracılığıyla kutsal kitaplarda hatırlatılmıştır. Hayatımızı kutsal kitaplara göre şekillendirdiğimizde ise evrensel iyilik ilkeleri sayesinde refah seviyemiz yükselmeye başlar. Örneğin anaya babaya hürmet etmek, yitim hakkı ve komşu hakkı gözetmek, yalana şahitlik etmemek, haksız cana kıymamak, zina yapmamak, çalmamak, haksız kazanca el uzatmamak, faizden uzak durmak; başkalarını mallarını haksız yere yememek, ölçüde, tartıda haddi aşmamak; ölçerken tam ölçmek, doğru tartı kullanmak, aile hukukuna ve miras hakkına riayet etmek, zekat, sadaka vermek vd. birçok kural ve değer önce kendimize sonra başkasına zulüm etmememiz için vardırlar.

Cenab-ı Hakkın belirlediği kurallar ve değerler manzumesi bir gün hesap vereceğimiz bilincini de kazandırır. Ayrıca aşkın bir referansa bağlı kurallar, kişiye oto kontrolle beraber özgüven ve özsaygı kazandırır. Bu bağlamlarda bir Müslüman için değer yargılarının şekillenmesinde Kur’an başat rol oynamalıdır. Vahiyle Rabbimiz bize uygulanabilir, yaşanabilir, dengeli değer yargılar sunarken, insan ve toplum ilişkilerinde en ideal tutum ve davranışlarda bulunmamız için bizleri ayetler aracılığıyla eğitmektedir. Tıpkı Hucurat ve Lokman suresinde ve daha birçok surede geçen ayetlerde olduğu gibi. Hatta diyebiliriz ki Rabbimiz Bakara suresi 261’den başlayarak 271’e kadar tutum davranışlarımızdaki ölçüyü bize hatırlatırken sebebini “Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur. (Şura/20) diye de uyarmaktadır.

Resulullah’tan rivayet edilen hadis durumu özetlemektedir:

“Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayın. İbadet için kendinize vakit ayırın zira kimin amacı sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği devamlı aklına getirir. Kiminde amacı ahiret ise Allah işlerini toparlar, huzurunu artırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Hakkında hayırlı olan her şeyi hızla ona yaklaştırır.” (İbni Mace, Taberani, Beyhaki)

Dünyanın geçici menfaatleri uğruna çok dikkatli olmamız gerekmektedir. Bu durumu hatırlatan ayetler;

Onlara dünya hayatının örneğini ver. Bu hayat gökten indirdiğimiz su gibidir. O su sebebiyle yerin bitkisi sarmaş dolaş olur, sonra kurur da rüzgâr onu kapıp götürür. Allah, her şeyi bir ölçüye göre yapar. (Kehf/45)

Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız. (Yunus/24)

Dünya ve ahiret dengesini kurmamızda yardımcı olan ayetler bütünlüğü bize varoluşumuzun amacını hatırlatır. Maalesef insanların çoğunluğu ahiretin varlığına inandıkları halde hayatlarının temelini dünya üzerine kurma eğilimindedirler. Dolayısıyla tüm idealleri, istekleri, sadece dünyaya yöneliktir. Bilinçli ya da bilinçsiz tüm değer yargıları dünyaya göre belirlenmiştir. Buna bağlı olarak mutlu oldukları, sevinç duydukları şeylerde sadece dünya menfaatleridir. Dünyaya olan bu bağlılıkları nedeniyle, burada ki yaşamı hiç son bulmayacakmış gibi yaşamak isterler.

Değer yargılarımızı belirlerken her an ölebileceğimizi ve verilen nimetlerden hesaba çekileceğimizi unutmamalıyız. Öldükten sonra bu dünyadaki hayatımıza tekrar geri dönmeyeceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu anlamda değer yargılarına yüklediğimiz anlamlar hayattaki amacımızı belirler.

Varoluşumuza yüklediğimiz anlamlar vahiyle dengelenmezse, geçici menfaatler uğruna savrulup gideriz. Değerler, insanın nasıl hissettiğinin ve düşündüğünü gösteren önemli araçlarımızdandır. Bu bağlamda rahatlıkla duyguların inşası (eğitimi) olmadan sağlıklı ahlâkî değerlere sahip olamayız diyebiliriz. Duygularımızın dengelenmesi özellikle, kişisel inşamızla yakından alakalıdır. Duyguda aşırılıklar bizi dengesizleştirdiği için duygusal olarak verdiğimiz tepkiler, kendimizle ve başkalarıyla olan ilişkilerimiz değerlerle yakından alakalıdır. Değerler ve istekler örtüşmediği zaman insan iç huzura kavuşamaz. Yani duygusal dengemiz bir taraftan kendi gelişimimizi ve olgunlaşmamızı sağlarken diğer taraftan da diğer insanlarla aramızda olan ilişkilerimizi dengelemektedir

Kendini tanımak, kendini yönetmek, motivasyon, empati, sosyal yetkinlik, iletişim becerisi, duygusal yanımızın bize kazandırdığı erdemlerdir. Duygularını kontrol edebilen kişiler, mesleki anlamda da başka insanlar ile iyi iletişim kurabildiklerinden ve yönetme becerisine sahip olduklarından genellikle çok başarılı olurlar. Günlük hayatta da duygularını kontrol edebilen insanların hayatta daha başarılı oldukları için sorunlarını daha çabuk çözerler. Duygularını kontrol edebilen kişiler diğer insanları olduğu gibi kabul edip onları dinleyip anladıkları için sevilirler ve arkadaşlık ilişkileri daha güçlü olur. “Kişide duygular bir kez ortaya çıkınca sonraki davranışlarının güçlü tetikleyicisi olurlar. Uzun vadeli başarılarına doğru yelken açtıkları kadar an be an eylemin seyrini de belirlerler. Ancak duygularımız başımızı derde de sokabilir. Korku, kaygıya dönüşünce, arzu hırsla yer değiştirince veya sıkıntı öfkeye, öfke nefrete, dostluk hasede, aşk saplantıya veya zevk bağımlılığa dönüşünce, duygularımız aleyhimize çalışmaya başlar. Zihinsel sağlık, duygusal hijyenle korunur ve zihinsel problemler, bir dereceye kadar duygusal düzenimizde bir rahatsızlık olduğunu yansıtırlar. Duygular hem faydalı hem de hastalıklı sonuçlara sahip olabilir.”[4]

Kur’an ahlâki değerler açısından evrensel ilkeleri olan ve insanların tek tek ıslahına katkı sağlayan her türlü fesada engel olan ayetlerle doludur. Kur’an’da, duyguların inşası önemli bir yer tutmaktadır. Kur’an’ın inşa ettiği insan profili, İslami değerlere sahip örnek şahsiyetlerin ortaya çıkmasına vesile olmaktadır. Pozitivist eğitimin ortaya çıkardığı değer erozyonu (aile mevhumunun yok olması, tüm cinsel sorunlar, fuhuş, şiddet, intihar, cinayet, her tür madde bağımlılığı, faizli işlemler, inanç kaybı vs.) ve onların yansımaları olan bireyci, bencil insan profilinden ancak vahye tekrar döndüğümüzde (dışlanmışlık ve yalnızlıktan) kurtulmamız mümkün olacaktır.

Kur’an’la inşa olmuş kişilikler; insan onuru, özgürlüğü, eşitliği, yaşamın dokunulmazlığı ve insana güven gibi değerleri temel değerler olarak kabul ettikleri gibi rasyonel ve eleştirel bir bakış açısına sahip, sorumluluk üstlenebilen, özgür karar verebilen, karar ve davranışlarının arkasında durabilen şahsiyetler olurlar. Ayrıca hak ve haksızlık konusunda yargılama yeteneği kazanırlar. Dengeli, uzlaşmacı, adaleti gözetebilen, ödev bilinci ve duygusu gelişmiş bireyler olurlar. Aksi durumda toplumda insanın hak ve hürriyetleri işlevsel olamaz. Kendi kendilerinin yozlaşmasına sebebiyet verirler.

Mürüvvet Çalışkan

________________________________________________________________

[1] Zavalsız Y. Sinan, Değerler Eğitimi, Ensar Yayınları, 2014

[2] Arslan Z. Şeyma, Yükselen “Değer” kavramı Üzerine Eleştirel Bir Yaklaşım, DEM Dergi 2001, Sayı 1

[3] Özensel Ertan,  Sosyolojik Bir Olgu Olarak Değer, DEM Dergi 2003, Sayı 3

[4] Ledoux Joseph, Duygusal Beyin, Pegasus Yayınları, 2006, s.24