Mümin ve Müslim

Kelimelerin Sözlük ve Terim Anlamları

İman ve İslam kelimeleri, lügat yönünden birbirinden farklı anlamlar taşırlar. İman; inanmak, güvenmek ve kalben tasdik etmek anlamına gelir. İslam ise; teslim olmak, boyun eğmek, itaat, bağlanmak ve selamette olmak gibi anlamlara gelmektedir.[1]

Mümin; iman eden ve güvenen, müslim ise teslim olan, bağlanan şahıs anlamına gelmektedir. Her iki kelime Arapçadan Türkçemize geçmiştir.

İstilahda; mümin, Allah’a içtenlikle inanan, gönderdiği tüm elçilerine ve indirdiği kitaplarına, içerdiği tüm ayetlere kesin inanıp güvenen kişidir.[2]

Müslim ise; Allah’ın indirdiği dine içtenlikle inanıp, buyruklarına kayıtsız-şartsız teslim olan kişidir.[3]  İnancına vefa ve sadakat gösteren kişidir.[4] Bu açıdan bakıldığında iman ve İslam kavramları arasında fark olsa da birbirlerini tamamladıklarını ve birbirlerine bağlı olduklarını görüyoruz. Dolayısıyla, Allah’ın indirdiği ve İslam olarak adlandırdığı dine inanıp güvenene mümin, teslim olan kişiye de müslim denmektedir.

Kurân’daki Kullanımı

Mümin kelimesi, Kurân-ı Kerim’de yaklaşık 220 defa, müslim kelimesi ise, yaklaşık 44 defa geçmektedir.

Kurân’da mümin kavramı, Allah’a inanan ve güvenen kişinin sıfatı olarak kullanılmaktadır.

Müslim kavramı, maarife olarak kullanıldığında Allah’a inanıp teslim olan kişiyi vasıflamak için, nekre olarak geçen yerlerde ise Allah’a veya herhangi bir şeye teslimiyeti ifade etmek için kullanıldığını görmekteyiz.[5]

Kurân-ı Kerim’de Allah’ın istediği gibi iman edene mümin, buyruklarına teslim olana müslim, gerektiği gibi samimi, katıksız kulluk edene de muhlis denir.[6]

Mümin ve Müslim İlişkisi

Mümin ve müslim, kavramları her ne kadar da farklı anlam içerseler de Yüce Allah kitabında  müslimi müminden ayırmaz. Çünkü bir insanın müslim olması müminliğine bağlıdır.[7] Bazı alimler, “iman, bâtın; İslam ise zahirdir. Zahir’in sıhhati bâtında olan ile bâtındakinin sıhhati ise zahirdeki ile temin edilebilir. İç, dışsız, dış içsiz olamayacağı için iman ile islam birbirinden farklı şeyler olmakla birlikte aralarında ayrılmaz bir bağ bulunmaktadır.”[8] derler. Yani bir insanın imanı olmadan İslamı, müslümanlığı olmaz. Bunlar ruh ve beden gibi veya bir madalyon ya da paranın farklı yüzleri gibi birbirlerini tamamlarlar.[9] Nitekim Kurân-ı Kerim’de bunun açık örneğini görmekteyiz:

فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ

(Bu azap gelmeden önce) Oradaki müminleri (şehrin dışına) çıkardık.

فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ

Zaten orada -bir ev haricinde- hiçbir Müslüman da bulamadık. (Zariyat 51/35-36)

İslam alimlerinin bazıları bu gibi ayetlerden yola çıkarak, mümin ve müslim kavramlarından kastedilenin aynı şeyler olduğunu, aralarında kavram farkı dışında hiçbir farkın olmadığını söylemişlerdir.[10]

Aslında bu iki ayeti dikkatle değerlendirdiğimiz zaman aynı insanların iki farklı özelliklerinden bahsedildiğini söyleyebiliriz ki bunlar, hem mümin hem de müslümandır. Yani imanlarının gereğini yerine getiren insanlardır.

Mümin ve Müslim kavramının kullanım ve değer farkı.

Yukarıda gördüğümüz gibi Kurân-ı Kerim, mümin ya da müslüman olanları, nicelik açısından bir birinden ayırd etmez (verdiğimiz para örneğindeki gibi). Fakat nitelik yönünden farklılıkları olduğunu yani bunlar arasında anlam, kullanım ve değer farkına vurgu yapıldığını görmekteyiz:

وَقَالَ مُوسَى يَا قَوْمِ إِن كُنتُمْ آمَنتُم بِاللّهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُواْ إِن كُنتُم مُّسْلِمِينَ

Musa dedi ki: “Ey halkım! Allah’a inanmış ve ona teslim olmuş kimselerseniz yalnız ona güvenip dayanın.” (Yunus 84)

Bir başka ayet: وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّينَ أَنْ آمِنُواْ بِي وَبِرَسُولِي قَالُوَاْ آمَنَّا وَاشْهَدْ بِأَنَّنَا مُسْلِمُونَ

Bir gün havarilere “Bana ve resulüme inanıp güvenin!” diye vahyetmiştim. Onlar da “İnanıp güvendik, bizler Allah’a teslim olan/Müslüman kimseleriz; sen buna şahit ol!” demişlerdi. (Maide 5/111)

عَسَى رَبُّهُ إِن طَلَّقَكُنَّ أَن يُبْدِلَهُ أَزْوَاجًا خَيْرًا مِّنكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُّؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَارًا

“Eğer sizi boşarsa bakarsınız ki Allah yerinize daha iyi eşler verir. Onlar, Allah’a teslim olan, inanıp güvenen, boyun eğen, ona yönelen, ibadetlerini yapan ve gezip gerçekleri gören dullardan ve bakirelerden olabilir.” (Tahrim 66/5)

Ayette gördüğümüz gibi bir kadında olabilecek nitelikler ayrı ayrı sayılmaktadır. Bu gibi ayetlerde mümin olmakla müslüman olmanın ayrı şeyler olduğunu dolayısıyla inananla inancının gereklerini yapana ayrı ayrı vasıflar verildiğini görmekteyiz.

Mümin ve müslim ayrımı birçok hadiste de söz konusu edilmektedir ki bunların en meşhurlarından biri “Cibril” hadisidir.[11]

Yüce Rabbimiz Kurân’da kardeşlikten bahsederken, “Müminler kardeştir!”[12] der. Eğer müminler kavramı yerine “Müslümanlar kardeştir!” denmiş olsaydı, o zaman işimiz çok daha zor ve bu kardeşliği korumak neredeyse imkânsız olurdu. Dolayısıyla ayette, İslam’ın gereklerinden birini yerine getirmeyen, örneğin; namaz kılmayan, oruç tutmayan veya içki içen, günah işleyen herhangi bir mümin yine de bizim kardeşimiz olduğu anlatılmaktadır.

Aralarındaki değer farkından bahsedecek olursak: Müslümanlık, mümin olduktan sonra ortaya çıkan bir özellik olduğu için Kurân-ı Kerim’de önce mümin olmak, sonra ise müslümanlık vurgulanmaktadır. Sadece iki yerde istisnası olduğunu görmekteyiz. Bunun da nedeni nitelik farkından kaynaklanır. Yani aralarındaki konum, değer farkı göze alındığında Müslümanlık önce yer almaktadır. Konuyla ilgili Tahrim suresinin 5. ayetini yukarıda belirttik. Diğer ayet ise şöyledir:

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

“Şüphesiz ki Allah; kendisine tam teslim olan erkekler ile kendisine tam teslim olan kadınlara, inanıp güvenen erkeklerle inanıp güvenen kadınlara, içtenlikle boyun eğen erkeklerle içtenlikle boyun eğen kadınlara, özü sözü bir olan erkeklerle özü sözü bir olan kadınlara, sabırlı /duruşunu bozmayan erkeklerle sabırlı kadınlara, ona derin saygı duyan erkeklerle ona derin saygı duyan kadınlara, zekat (sadaka) veren erkeklerle zekat (sadaka) veren kadınlara, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlara, edep yerlerini ve çevresini koruyan erkeklerle edep yerlerini ve çevresini koruyan kadınlara, Allah’ı (onun sözlerini) çokça hatırlayan erkeklerle çokça hatırlayan kadınlara mağfiret/bağışlanma ve büyük bir ödül hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35)

Dikkatimizi çeken hususlardan biri de şudur: Yüce Allah birçok ayette, son nefesimizi Müslüman olarak vermemizi öğütlemektedir:

وَوَصَّىٰ بِهَآ ابراهيم  بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَٰبَنِىَّ إِنَّ ٱللَّهَ ٱصْطَفَىٰ لَكُمُ ٱلدِّينَ فَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ 

“İbrahim bunu evlatlarına da vasiyet etti. Yakup da öyle yaptı. Şöyle dediler: “Evlatlarım! Allah sizin için bu dini seçti. Sakın ha, Allah’a teslim olmadan ölmeyin!” (Bakara 2/132).

Halbuki Müminlerle ilgili böyle bir ayet bulunmamaktadır.

İki Mümin arasındaki fark.

Herkesin imanı var ve çoğu kendi imanının müminidir. Herkes bir şeye teslimiyet gösterebilir ve çoğu teslim olduğu şeyin müslimidir. Bu yüzden, her iman eden Kur’an-ı Kerim’in vasfettiği türden mümin, her teslimiyet gösteren müslim, her ibadet eden de muhlis olmaz!

Yüce Allah, Bakara suresi 253. ayetinde elçileri arasında derece farkının olduğunu söylemektedir. Nitekim bu derece farkının biz müminler arasında da olduğunu görmekteyiz. İlgili ayetlerden biri şöyledir:

Müminlerden bir özrü olmadan oturup kalanlarla, malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler/elinden geleni yapanlar bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenlerin derecesini oturup kalanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de (yaptıklarının) en güzelini vaat etmiştir. Ama vereceği büyük bir ödülle Allah, cihad edenleri oturup kalanlardan üstün kılmıştır. (Nisa, 4/95).

Ayetten gördüğümüz gibi müminler arasında derece farkı vardır. Yüce Allah inancının gereğini yerine getirene yani Allah’ın buyruklarıyla amel edene de amel etmeyene de Kurân’da mümin diyor. Çünkü bir şeyi yapıp yapmamak, insanın inancından kaynaklanıyor.

Müslüman olmak için öncelikle mümin olmak gereklidir. Ancak her mümin zorunlu olarak Müslüman değildir. Müslüman olabilmesi için imanında başka özelliklerin yani teslimiyetin de bulunması gerekir. Mesela inanan kişi mümin olmakla birlikte ona bu inancının yüklediği sorumlulukları yerine getirmesi gerekir. Aksi takdirde onun müslümanlığından söz edilemez.[13]

Allah’a inanıp güvenen/mümin bir insanın inandığı bir şeye amel etmemesi, onu mümin olmaktan çıkarmaz. Allah’a inanıp güvenmeyen/kafir bir insanın inanmadığı şeye amel etmesi de onu ne mümin ne de müslüman yapar. Müminlerin yaptığı ameli yapmakla kendini mümin sayabilir ya da toplum onu mümin ya da müslüman olarak görebilir. Fakat bu görüntü ve ameli onun gerçekte kim olduğunu değiştirmez. Böylelerini Allah kitabında münafık olarak vasıflandırır.

Kurân-ı Kerim’de Mümin denilen kişiler arasında olan derece farkının Müslim denilen kişilerde olmadığını görüyoruz. Şöyle ki, Takvalı, adaletli Müminler olduğu gibi takvasız, adaletsiz, günahkar müminler de olur. Fakat Müslim olanlarda bu gibi farklı özelliklerden bahsedilmemektedir. Yani, Kur’an-ı Kerim bir müminin nefsine zulmetmesinden, zina etmesinden, adam öldürmesinden bahsetse de bir Müslümanın bu tür özelliklerinden bahsetmez. Dolayısıyla, bir mümin zalim, katil, zâni, hırsız olabilir. Fakat bir Müslümanla ilgili Kurân-ı Kerim’de zalim, katil, zâni, hırsız gibi kavramlar kullanılmamaktadır.[14] . Çünkü el-Müslim, Kurân-ı Kerim’de imanın gereğini yani İslamın şartlarını icra edene verilen bir isimdir.

Şunu da ilave edelim ki; İmandan kaynaklanmayan amelin Allah katında kıymeti olmaz. İmanın şartlarını kendisinde barındıran biri ise, ameli olmasa da mümindir. Dolayısıyla, “mümin” olmak “Müslim” olmaktan daha geniş kavramlardır. Yazılanların daha iyi anlaşılması için aşağıdaki tabloyu sunuyoruz:

Tabloda görüldüğü gibi; her Müslim aynı zamanda mümindir ama her mümin Müslim olmayabilir. Yâni, bir mümin İslam’ın emirlerinden birini yerine getirmediği veya bir günah (şirk dışında) işlediği takdirde İslam’dan çıkmış sayılmaz fakat günahkar bir mümin olur.[15] Bunu yukarıdaki ayetlerden de gördük.

Bu yüzden geçmişten günümüze kadar yapılan; “Amel imandan bir cüzdür veya değildir” gibi tartışmaların yersiz tartışmalar olduğu kanaatindeyiz[16] . Bu aynen bir elma ağacının meyve verdiğinde elma ağacı olduğunu, vermediğinde ise elma ağacı olup-olmadığını tartışmaya benzer.

Mümin ve Müslim Kavramı ile İlgili Oluşan Görüşlerin Temelinde Yatan Ayet.

İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun mümin ve müslim kavramını yanlış değerlendirmeleri, esasen şu ayeti yanlış aktarmaları ve tefsir etmelerinden kaynaklanmıştır:

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

“Taşralı Araplar: “Biz de iman ettik!” dediler. De ki: “İman etmediniz ama İslam olduk/ Müslüman olduk[17] deyin.” İman henüz kalbinize girmedi. Allah’a ve elçisine içten boyun eğerseniz Allah, amellerinizin karşılığından hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.” (Hucurat 49/14)

Müfessirlerin birçoğu bu ayeti maalesef genelde şöyle yorumlayarak: “Ayet, İslam veya müslüman olmuş fakat kalplerine henüz iman yerleşmemiş ve mümin olmamış bedevi Araplarla ilgilidir.” derler.[18]

Birçok tefsir ve hadis kaynaklarında ayetle ilgili şu rivayetler yer almaktadır: Ayette iman iddiasında bulunan bedevilerin mümin oldukları ile ilgili iddialarının reddedilerek islam/müslim oldukları ifade edilmiştir. Bunu teyit eden Hz. Peygamber’in bir uygulamasıdır. Sa‘d b. Ebi Vakkas’ın (55/764) anlattığına göre Resulullah’a bir grup insan gelerek ganimetten pay istediler. O, birisi hariç gelenlerin hepsine verdi. Bunun üzerine Sa‘d: “Ey Allah’ın Resulü! Onların hepsine verdin, sadece birini ayırdın. Allah’a yemin ederim ki o, mümindir.” deyince Resulullah, “Hayır o Müslümandır.”, cevabını verdi.[19] Bu rivayette mümin ganimette hak sahibi iken, müslümanın aynı hakka sahip olmaması, imanın İslam’a üstünlüğünü açıkça göstermektedir,[20] derler.

Bu anlayışta olan müfessirler ayete verdikleri anlamdan şu sonuca ulaşmışlardır: “İman özel, İslam ise geneldir. Her mümin, müslüman iken; her müslüman, mümin olamayabilir. Bunun için her mümin aynı zamanda müslim’dir. Fakat her müslim, mümin değildir.[21] Dolayısıyla, İslam geniş bir daire iken, iman bu dairenin içerisinde daha küçük bir dairedir. “Zani, mümin olarak zina etmez, hırsız, mümin olarak hırsızlık yapmaz, içki içen, mümin olarak içmez.”[22] hadisi bu düşünceyi destekler mahiyette yorumlanmaktadır. Buna göre kişi bu fiilleri işlediği zaman iman dairesinden çıkarak İslam dairesine geçiş yapmaktadır.”[23] Böylece “İman özel, İslam ise daha geneldir/ أَنَّ الْإِيمَانَ أَخَصُّ مِنَ الْإِسْلَامِ”, demişlerdir. [24]

Kelamcıların da çoğu müfessirlerin ayete verdikleri anlamdan yola çıkarak, nerdeyse aynı görüşe varmışlardır. Mâturîdî’ye göre “iman ve islam, kavram olarak farklı olsa da kendileriyle hedeflenen amaç birdir ve birbirlerinden bağımsız olarak var olamazlar”, dese de imanı islamdan daha genel olarak değerlendirmiştir.[25] Eşari’ye göre islam, imandan daha geniş ve kapsamlı olduğu için ihtiva ettiği bütün esaslarıyla islam, iman değildir.[26] Rafizilere göre de “bazı insanlar müslüman olmakla birlikte mümin değildir.” demişlerdir.[27]

Tüm bu yanlış ve Kurân’a zıt değerlendirmeler, ayeti yanlış anlamlandırmanın sonucu olduğunu görmekteyiz. Çünkü esasen görüşlerini büyük ölçüde bu ayet ekseninde yapmışlardır. Halbuki ayette müslümanların yanına gelen bedevi araplara Allah: “İslam olduk ya da Müslüman olduk deyin!” demiyor, “Teslim olduk deyin!” diyor.

Ayetin tefsirine yukarıdaki Sa‘d b. Ebi Vakkas’ın rivayetini Buhâri’den rivayet edenler, Buhâri’nin ayetle ilgili söylediklerini görmezden gelmişlerdir. Halbuki, Buhâri bu ayeti gerçek anlamda İslam olarak yorumlamamakta, aksine öldürülme korkusuyla veya başka bir nedenle “teslim olma” olarak değerlendirmektedir.[28] Dolayısıyla burada ne İslam olduklarına ne de müslüman olduklarına işaret vardır.

Allah’ın istediği gibi inanıp güvenmeden, bir insanın müslüman olması söz konusu değildir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de, gerektiği gibi iman etmeyenlerin kendilerini müslümanlardan görmenin büyük bir yanılgı olduğu vurgulanmaktadır. Böylece ayetin doğru mealinin şöyle olması gerekir:

“Taşralı Araplar: “Biz de iman ettik!” dediler. De ki: “İman etmediniz. Ama ‘(Size) teslim olduk’[29] deyin.” İman henüz kalbinize girmedi. Allah’a ve elçisine içten boyun eğerseniz Allah, amellerinizin karşılığından hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.” (Hucurat 49/14)

Bu ayet Allah’a teslim olmakla, müminlere teslim olmanın farklı şeyler olduğunu, dolayısıyla müminlere teslim olmanın, onlara katılmanın hatta aynı tarafta savaşmanın kalbine iman girmedikçe bir insanı müminlerden veya müslümanlardan yapamayacağını göstermektedir.

Ayette sözü edilen çöl Arapları müslümanların üstünlüğünü, gücünü görmüş ve korktukları için onlara teslim olmuş fakat iman etmemişlerdi. Eğer Allah’a teslim olmuş olsalardı ayette “İman etmediniz” denmezdi. Üstelik bu ayette Allah, “Biz İslam veya Müslüman olduk” diye bir ifade kullanmış olsa, Nisa suresi 94. ayetine vermiş olduğunuz anlam ve yapılan tefsir ve rivayetlerle de çelişmiş olursunuz.[30]

Halbuki Nisa 94. durum tamamen farklıdır. Ayet şöyle:

 وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ

“…Size selam verene/ Size barış teklif edene siz Mümin değilsiniz demeyin!…”

Bu ayette müminlerin, kendilerine herhangi bir sorun çıkartmayan, barış ya da Allah’ın selamı ile gelen birine sûi zan/kötü zan besleyerek ona “sen mümin değilsin!” demek ya da onu esir almak, öldürmek gibi yollara başvurmamaları öğütlenmektedir.

Dolayısıyla, Hucurat suresi 14. Ayetindeki اَسْلَمْنَا/teslim olduk” fiilinin yanlış anlamlandırılması sonucu Mümin ve Müslim kavramları topluma yanlış aktarılmıştır. Bunun içindir ki, Allah’a inancı olan veya İslam dinini kabul eden fakat bu inancının gereğini büyük ölçüde yerine getirmeyen toplumlara “Mümin toplumlar” demek yerine, galatı meşhur olan “İslam toplumu ya da müslüman toplumlar” ifadeleri kullanılmaktadır.[31] Halbuki Allah’a inanan mümin toplumların çoğu, inançlarının gereği olan teslimiyeti gösteremedikleri için yani Müslüman olamadıkları için iyi örnek olamamış ve eleştirilmişlerdir. Bu tür eleştiriler, en çok Rabbimiz tarafından Yahudilere ve münafıklara yönelik yapılmıştır:

İnsanlardan “Allah’a inanıp güvendik” diyenler vardır. Ama Allah uğrunda eziyet gördükleri zaman insanların verdiği sıkıntıyı, Allah’ın azabıymış gibi sayarlar. Rabbinden bir yardım gelse o zaman da “Biz de sizinle beraberiz!” derler. Allah, herkesin içinde olanı en iyi bilen değil midir? (Ankebut 29/10)

Gereği gibi iman etmeden müslümanların arasına katılıp kendilerini onlardan gösterenler, her dönemde var olmuş ve bunlar, başta Allah’ın elçilerine olmak üzere müslümanlara, hep sorun yaratmaya çalışmış, İslam’a zarar vermekten, fitne çıkarmaktan geri durmamışlardır. Bu gibilerini anlatan ayetlerden biri şöyledir:

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

“Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakıyorlar. De ki: “Müslüman oldunuz diye beni minnet altında bırakmayın. Eğer (müslüman olduğunuz konusunda) doğru söyleyen kimselerseniz imana erdirdiği için sizi asıl Allah minnet altında bırakır.” (Hucurat, 49/17)

Bu ayette ifade edilen veya buna benzer fitne takımı, Resulullah vefat ettikten sonra gittikçe güçlenmiş ve müminler arasında iç savaş başlatmışlardı. Neticede oluşturdukları fitnenin yardımıyla müminlerin başına geçmiş ve kendilerini dinin sahibi olarak görmüşlerdir. Bunun sonucu olarak dinde Allah’tan başka bir çok yetkililer ve Kur’an’ın dışında bir çok kaynaklar icat edilmiştir. Resulullah ve sahabe döneminde örnek olan müslümanlar artık asırlardır örnek alınmayacak duruma gelmişlerdir. Bunun yanı sıra Kur’ân’daki birçok kavramın anlamları  tahrif edilmiş ve Kur’an, anlaşılması zor bir kitap haline dönüştürülmüştür. Bu kavramlardan biri de üzerinde çalıştığımız ve size sunduğumuz “Mümin ve Müslim” kavramlarıdır.

Yüce Rabbimiz, bizi dinin ve kavramların hakkını veren kullarından eylesin!

Aydın MÜLAYİM

___________________________________________________________________

[1] İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab; İsfahani, Müfredat.

[2] Bkz. Bakara 2/285; Enam, 6/82-89.

[3] Bkz. Bakara 2/136; Al-i İmran 3/84.

[4] İslam, eylemlerle imana vefa, sadakat göstermektir. (İsfahani, Müfredat.)

[5] Bkz: Bakara, 132-133, 136, Al-i İmran 52, 64, 84, 102, Maide 111, Araf 126, Enbiya 108, Hud 14, Yunus 84, Neml, 38, 42, 81, Kasas 53, Rum 53, Hicr 2, Ankebut 46, Zuhruf 69.

[6] Bkz. Mümin, 40/14, 65; Beyyine, 98/5. Mühlis; samimi, katıksız, ortak koşmayan yani Allah’ın boyası ile boyanmış biridir.

[7] Bunun örneğini Kurân-ı Kerim’de çok vurgulanan İblis kıssasında görebiliriz. İblis, Allah’a gerektiği gibi inanıp güvenmediği için, imtihandan geçirilince Müslim/teslim olmadığı da ortaya çıkıyor. Sonuçta isyan ediyor ve kafirlerden oluyor: Meleklere “Âdem’e secde edin/onun karşısında saygıyla eğilin!” dediğimizde İblis hariç hemen eğildiler. İblis direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu. (Bakara 2/34).

[8] Halîmî, Huseyn b. Hasen, Kitabu’l-Minhâc fî Şuabi’l-İman, thk.: Halîmî Muhammed Fûde, Beyrut 1979, c. 1, s. 44.

[9] Konuyu şu örnekle özetleyebiliriz: Bozuk paraların arka yüzünde bir simge olur; simgesi olmayan para geçersizdir. Geçerli bir paranın değeri ise ön yüzünde yazan sayıya göre belirlenir. Müminlik ve Müslümanlık da böyledir. Müminliği olmayanın yaptıklarının Allah katında, tıpkı arkasında simgesi olmayan para gibi, değersiz olduğu birçok ayette vurgulanmaktadır. Mümin olan kişi ise hangi ölçüde teslimiyetini/Müslümanlığını göstermiş ve ne gibi amelleri olmuşsa ona göre Allah katında değer kazanır.

[10] Mâturidî, Kitabu’t-Tevhid, s. 492-493.

[11] Bkz. Buhâri, İman 37; Müslim İman 1.

[12] Hucurat 49/10.

[13] Izutsu, İslam Düşüncesinde İman Kavramı, s. 80.

[14] Müslim ifadesi Kur’an’da Allah’a teslim olmuş kişi için kullanılır. Müslümanla ilgili olumsuz ifadenin geçmemesi normaldir. Nasıl ki “adaleti uygulamayan adil” veya “Allah’ı bir görmeyen muvahhid” denilmeyeceği gibi, “Sadece Allah’a teslim olmayan Müslüman” da denmez.

[15] Tabii Kur’an-ı Kerim’de şirk koşmayan bir müminin bağışlanması vurgulansa da bu tüm müminleri kapsamaz çünkü ayette: “لِمَن يَشَاء / gerekeni yapan kişi için bağışlar/ dilediği (layık olan) kimse için bağışlar.” buyurmaktadır.

[16] İmam Maturidi’nin “Mümin ve Kafir”le ilgili verdiği örnek konuyu özetlemektedir: Mâtürîdî’ye göre imanın özü hakikati tasdikten ibaret olup, yeri kalptir. Diliyle ikrar ettiği halde kalbinde tasdik bulunmayan kimse münafık veya kâfirdir (Sübkî, 2000, 31). Fakat Kalbiyle iman ettiği halde, baskı altında kalarak kendi hür iradesi dışında zorla küfrü ikrar edenler de ona göre mümindir (en-Nahl 16/106).

[17] “Teslim olduk” ifadesi, “Allah’a teslim olma” anlamına geldiği gibi “barış ortamına girme” anlamına da gelir (Müfredat). Nitekim Sebe Melikesi Belkıs kendi tahtının Süleyman’ın (a.s.) yanına getirildiğini görünce şöyle demişti: “Sizdeki bu ilim daha önce bize anlatılmıştı. Biz de teslim olduk.” (Neml 27/42).

[18] Bkz: İbn Kesir, Tefsirul Kuranil Azim; Taberi, Camiul Beyan.

[19] Buhârî, İman, 27; Müslim, İman, c. 1, s. 132.

[20] Eş’ari, el-İbâne, s. 10; İbn Teymiyye, Mecmeu’l-Fetava, c. 7, s. 10.

[21] el-Bâkıllânî, Kâdî Ebu Bekir Muhammed b. et-Tayyib, Kitabu’t-Temhidu’l-Evâil ve Telhisu’d Delâil, Beyrut 1987, s. 392.

[22] Buhârî, Mezalim, c. 3, s. 107, Hudud, c. 8, s. 13, 15; Müslim, İman, c. 1, s. 76-77; Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 2, s. 317; c. 6, s. 139.

[23] Ahmed b. Hanbel, Kitabu’s-Sünne, s. 311, 352. İbni Teymiye de aynı görüştedir: Her mümin Müslüman iken, her Müslüman mümin değildir. Sonra da kendisi ile çelişerek şunları söyler: Zira islam, itaat fiilleri anlamına gelmektedir. İtaat fiilleri olarak amel, imana dahil olduğu için iman, islam’ı kapsamaktadır. İslam, imanın bir bölümüdür. (İbn Teymiyye, Mecmeu’l-Fetava, c. 7, s. 10).

[24] Bkz: İbn Kesir, Tefsirul Kuranil Azim; Fahreddin Razi, Mefatihul Gayb, Hucurat 14. ayetin tefsiri.

[25] Mâturidî, Kitabu’t-Tevhid, s. 492-493. Geniş bilgi için bkz: Yrd. Doç. Dr. Hilmi Karaağaç İtikâdî Mezheplerde İman-İslam İlişkisi.

[26] Eş’ari, el-İbâne, s. 10.

[27] Eş’ari, Makalatu’l-İslamiyyin ve İhtilâfu’l-Musallin, Beyrut 1995, c. 1, s. 125.

[28] Buhârî, İman, Bab 19.

[29] “Teslim olduk” ifadesi, “Allah’a teslim olma” anlamına geldiği gibi “barış ortamına girme” anlamına da gelir (Müfredat). Nitekim Sebe Melikesi Belkıs kendi tahtının Süleyman’ın (a.s.) yanına getirildiğini görünce şöyle demişti: “Sizdeki bu ilim daha önce bize anlatılmıştı. Biz de teslim olduk.” (Neml 27/42).

[30] Bu ayetle ilgili tefsirlerde; kendilerine “biz Müslümanız” ya da “biz Müminiz” diye gelenleri öldürdükleri için: “İslam’la/selamla gelene sen Mümin değilsin demeyin!” ayeti inmiştir, derler. Halbuki Hucurat 14. ayetine Allah’ın: “İslam olduk deyin siz henüz mümin değilsiniz!” dediğini söyleyerek kendileriyle çelişmektedirler.

Yani “bir ayette Allah “İslam olana mümin değilsin, demeyin!” diyecek, diğer ayette ise kendisi “İslam olana mümin değilsiniz!” diyecek.

[31] Herhangi topluma “içinde Müslümanlar yaşayan mümin bir toplum” diyebiliriz. Fakat “içinde müminler yaşayan Müslüman toplum” diyemeyiz. Çünkü bu hem kelimelerin anlamı hem de içeriği açısından yanlış olur. Bkz. Al-i İmran, 3/102-104.