Ölüm Hükmü: Kısas ve İdam

Hayatımızda karşılaştığımız insanlığa sığmayan birçok cinayetler bizi, bu çağda ölüm hükmünün icra edilip, edilmemesi ve böyle bir hükmün insan haklarına uygun olup olmaması tartışmasına getiriyor. Hatta dindar geçinen birçok din adamları bile kısas cezasının şeriat dışı rejimlerde uygulanamayacağı ve dolayısıyla bunun diktatörlerin ekmeğine yağ sürmek (istemedikleri insanları ortadan kaldırmak) anlamına geldiğini söylerler. İşte araştırmamız, bu tartışmanın nereden kaynaklandığını aydınlatmak ve son günlerde artan vahşi cinayetlerin çözüm yollarını göstermek amacını taşımaktadır.

Her dönemin kendine has faciaları olur. Çok zaman bu facialar bir-birine benzer şekilde, farklı yerlerde tekrarlanır. Bunların birçoğunu sık sık duyduğumuz için sıradan bir hal gibi fazla önemsemeden, aldırmadan geçip gideriz. Bazıları ise fıtratımıza o kadar ters düşüyor ki, bunları sıradan bir hal gibi kabul etmek ya da geçip gitmek olmuyor. Ruh halimizi, psikolojimizi günlerce, aylarca etkiler (hele mazlumun yakınlarını bir düşünün). Bu tür cinayetler, fıtratımızda olan insanlık duygularını, “vicdan”, “namus”, “adalet”, “hak, hukuk”, “kanun” ve bu gibi meziyetleri harekete geçirmekte ve bizi çok rahatsız etmektedir. Böyle bir halde “intikam!”, “kısas!”, “ceza!” gibi, insanların içini yakan mefhumları ve maddeleri dile getiriyoruz. Tüm bu çağırışımlar, talepler tabiidir. Biz de bu yazımızı tabii olmayan olaylara, cinayetlere karşı toplumların, yöneticilerin tabii bir sonucu elde etmeleri, uygulamaları ve yürürlüğe koymaları için kaleme aldık.

Mevzumuzla ilgili makalemizi iki bölüme ayırdık. Birinci bölümde, Ölüm hükümlerinden olan kısas ve idamın birbirinden farkını ve kasten adam öldürmenin tek şartının kısas olduğunu anlatmaya çalışacağız. İkinci bölümde ise ölüm hükümlerinden olan kısas cezasının yürürlükten kaldırmakla bu alanı genişleterek idama dönüştürmenin hatalarından bahsedeceğiz.

1- Kısas ve İdam Arasındaki Fark

Ölüm hükmünü iki farklı yönden ele almamız gerekir. Çünkü bu hükmün iki kaynağı olduğunu görüyoruz. Ölüm hükmünden olan kısasın şarisi/hükmünü koyan Allah[1], idam cezasını ortaya koyanlar ise insanlardır.

İnsanların her hangi bir cezanın içeriğini yani, fesatlarını ya da faydalarını bilmeden onu talep etmeleri, onlara adalet yerine zülüm getirebilir. Bu sebeple ilk önce istedikleri cezanın içeriğinin bilinmesi gerekir. Özellikle bir Müslüman, mevzumuzla ilgili ve son günlerde dile getirilen idam ve kısas cezasını iyi bilmeli, aralarındaki farkı ayırabilmelidir.

Ölüm cezalarından biri olan ve Allah’ın emirlerinden sayılan kısas cezasını Müslümanların yaşadığı ülkelerde talep etmeleri, onların tabii hakkıdır. Lakin ölüm cezalarının hepsini kapsayan idam cezasını istemeleri, halkın “idam gelsin!” diye bağırmaları ise onların idam cezasının içeriğini bilmediklerini ve kendi elleri ile boyunlarına ip geçirmek istemelerine benzer. Çünkü idam cezası, hiçbir esası olmayan ve geçmişten günümüze kadar zalim idarecilerin insanları susturmak, kendine kul-köle etmek ve ülkede cinayetleri artırmak amacı ile uygulamaya konulan bir ceza işlemidir.

Öncelikle bunu belirtmek isteriz ki; ülkemizde yürürlükte olan kanun maddelerinin birçoğu Roma hukukundan (!) ve Avrupa’nın Yenidünya senaryolarından alınmış maddelerdir. Bu maddelerin milli meclis tarafından yeniden gözden geçirilip, milli değerlerimize ve insan fıtratına uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Özellikle ceza hukuku ile ilgili maddelerin birçoğu insan psikolojisini, eğitimini, yaşamını ve toplumu ilgilendiren tüm alanları olumsuz etkilemektedir.

Ölüm hükmünden olan idamla ilgili maddelerin sayısı her ülkede farklı düzeyde ve farklı alanları kapsayabilir. Bazı ülkelerde bu hükmün alanı o kadar geniş tutulmuştur ki, o ülkeye gitmek bile büyük bir riski beraberinde getirir. Eğer ölüm hükmünün sahasını geniş tutan idam cezası kısasla sınırlandırılmazsa, idareciler tarafından istismar edilir ve karşısında duran her şeyi yok etmeye çalışır. Çünkü idam, cinayetle ceza beraberliğini göze almadan, birçok siyasi ve idari işler sebebi ile alınan kararları ihtiva etmektedir[2]. Bu yüzden birçok sebep ve maddeleri ihtiva eden, yalnız diktatörlerin işine gelen idam cezasını aklı başında olan hiçbir toplum arzu etmez. Ancak kısas cezası, bir tek sebebi ve maddesi olan, sadece zarar görenlerin/maktulün yakınlarının hayrına çalışan bir uygulamadır.  Bu uygulama yani kısas, Kur’an-ı Kerim’de kasten adam öldürene uygulana bilir. Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

Ey inanıp güvenenler! Kısas size, öldürülenler konusunda farz kılındı. Hürü öldüren o hüre karşılık, esiri öldüren o esire karşılık, kadını öldüren de o kadına karşılık (kısas edilir)…” (Bakara 2/178).

Kısas aynı zamanda insan güvenliğinin de teminatıdır:

Ey aklıselim sahibi olanlar! Kısasta sizin için hayat vardır; böylece yanlışlardan sakınabilirsiniz” (Bakara 2/179).

Kısasta idamdan farklı olarak, cinayet ve ceza arasında beraberlik şartı vardır. Bir de Kur’an’da böyle bir cinayeti işleyen şahsın mutlaka öldürülmesi yani, katilin kısas edilmesi şartı da yoktur. Eğer öldürülenin ailesinden biri af ederse, artık kısas cezası katile uygulanmaz. Kur’an’da bu konuda şöyle denir:

“Kim haksız yere öldürülürse (bilin ki) biz onun en yakınına bir yetki verdik[3]. O da (katili) öldürme işinde aşırıya kaçmasın.  Çünkü o (verilen bu yetkiyle) gerekli yardımı görmüştür” (İsra 17/33).

Bir başka ayette:

“…Kim, (öldürülenin) kardeşi tarafından bir bedel karşılığı bağışlanırsa gereğini (maruf olanı) yerine getirsin ve bedeli güzelce ödesin. Böyle olması, Rabbiniz tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir iyiliktir. Kim bundan sonra da düşmanlığı sürdürürse ona acı bir azap vardır” (Bakara 2/178).

Katili bağışlamak yetkisi tamamen öldürülen şahsın ailesine verilir. Çünkü zarar ve musibet onlara değmiştir. İstedikleri takdirde bu musibetin acısını kısas yolu ile katilden almış olurlar. İstedikleri takdirde de af edip, çektikleri zararı katile ödettire bilirler. (Tüm bunlar elbette ispat edildikten sonra devlet ve toplum nezareti altında yapılır.) Böylece öldürülen şahsın yakınları onlara verilen bu hak, hukuk sayesinde (bir nebze) hem maddi hem de manevi teselli bulmuş olurlar.

Elbette ölümle biten cinayetler kısasla tamamen ortadan kaldırılacak diye bir şey iddia etmiyoruz. Ancak vahşi cinayetlere teşebbüs edenlere uygulanacak kısas cezası, yakınlarının kalbine düşen ateşi az da olsa söndürmüş olur, böyle katilleri toplumun içine bırakarak diğer masum insanların öldürülmesinin önlemi alınmış olur (bu yüzden Rabbimiz “kısasta hayat vardır” der) ve aynı zamanda hem katil için hem de diğer kötü niyetli insanlar için bir ders verilmiş olur.

2- Kısasın Ortadan Kaldırılması ve İdamın Zararları

Birçok ülke ölüm hükmünden olan kısası yürürlükten kaldırmakla ülkelerinde demokrasinin olduğunu ve kendilerinin de çağdaş, sağduyulu olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Halbuki kısas cezasını yürürlükten kaldırmaları ile birlikte cinayetlerin çoğalması, toplumda huzursuzlukların artması ve olumsuz vakaların çoğalmasına sebebiyet verdiklerine şahit olmaktayız[4]. Böyle bir uygulamanın adına aslına; “cinayeti ve caniyi korumak suretiyle cinayete teşebbüs”, diyebiliriz.

Bunun dışında katile yapılan uygulamalarda, adına medeni (!) kanun denilen şeyin ilkel maddelerinde katil tamamen devletin koruması altına alınır ve işlediği cinayete göre de hem maktulün vergisi hem de devletin bütçesi ile hücrede beslenilir. Böyle bir hal hem adalete, hem insan haklarına hem de ölenin yakınlarına zarardan başka bir katkı sağlamaz. Özellikle tüm bunlar, Yüce Rabbimizin tüm beşeriyete lütfettiği evrensel adaleti göz ardı etmek, uydurulan kapital düzenin kanun maddelerinin (hele Müslümanlar’ın yaşayan ülkelerde) yürürlüğe girmesini sağlamak topluma karşı yapılan büyük bir haksızlık ve zülümdür. Bir Müslüman olarak bu bizi rahatsız etmekte ve inşallah yakın bir zamanda yetkililer tarafından bu maddelerinin yeniden gözden geçirilmesini temenni etmekteyiz.

Ölüm hükmü olan idamın zararları ile ilgili ise çok şeyler söylenebilir. Bazı ülkeler, ölüm hükmünün sahasını genişletmek suretiyle siyasi hakimiyetlerini korumak ve güçlendirmek amacıyla idam cezasını yürürlüğe koymuşlardır. Bunun en acı örneklerinden birisi de ülkemizde yaşanmıştır.

Türkiye’de 1920-2000 arasında seksen yıllık evrede Meclisin çıkardığı toplam 567 İnfaz kararı/Kanunu ile toplam 717 mahkum için idam cezası kararı çıkarılmış ve bunların 712 sinin cezaları infaz edilmiştir. Ancak bu rakama, İstiklal Mahkemelerinin kararlarıyla idam edilenler dahil değildir. 1925 de esas olarak irticai faaliyetlere karşı kurulan bu mahkemelerin en az bin kişi hakkında idam kararı çıkarttığı ileri sürülüyor[5]”.

Türkiye’de olduğu gibi, dünyanın birçok bölgelerinde tarih boyunca binlerce insanın kanı, diktatörlerin hakimiyetlerini korumak uğruna akıtıldığı bir gerçektir. Bu tür kuralları ve yöneticileri olan bir ülkede ilimle ve toplumun kalkınması ile uğraşan insanların yaşaması çok zordur. Böylesi rejimlerde bunların yerini; ikiyüzlü, yalaka, taklitçi memur ve din adamları doldurmuş olur[6].

Diktatörlerin ve onların saray mollalarının (dipnotta verdiğimiz uydurma hadis dışında) idamla ilgili getirdikleri dini bir delil de şu ayettir:

Allah’a ve resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde bozgunculuk yapmak için uğraşanların cezası; öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada uğrayacakları rezilliktir. Onların ahirette hak ettiği ise büyük bir azaptır” (Maide 5/33).

Halbuki ayet açık, aşikar işlenen suçların hangi türden ise ona göre cezası olduğunu söylemektedir. Toplumda oluşturdukları fitne, fesad[7], terör hangi ölçüde ise hangi sonuçları doğurmuşsa o nispette/dengede ceza uygulanmalıdır.

Söylediğimiz gibi, ölüm cezası İslam’da ancak kasten adam öldürme suçu işleyene uygulanır ki, buna Arap dilinde “kısas” cezası denir. Bunun da uygulama yetkisi ancak öldürülen şahsın yakınlarına verilir. Yani kısas cezasının infazı maktul yakınlarının talebine bağlıdır. Onlar da eğer isterlerse kısası icra eder, isterlerse de af edip katile kefaret ödetirler[8]. Tabii tüm bunlar yetkili organların nezareti altında yürütülür.

Netice itibarı ile insanların herhangi bir savaşta veya fitne, fesat işlerine, terör olaylarına karışması sebebiyle ölmelerine neden olan suçlara verilen ölüm, had ve sürgün cezaları başka bir kategoride değerlendirilmeli, kasten adam öldürme suçundan dolayı uygulanması gereken kısas cezası ise başka bir kategoride değerlendirilmelidir.

Şunu da belirtelim ki, alanı geniş tutulan ölüm hükümlerinden farklı olarak, kasten adam öldürme suçundan dolayı uygulanması gereken kısas cezasının herhangi bir siyasi amaca hizmet etmesi de söz konusu değildir. Dolayısıyla, kısas cezasının uygulanmaması; toplumun huzurunu, güvenini hiçe saymak ve hayatını tehlikeye açık bırakmak, Allah’ın koyduğu emri umursamamak anlamına gelmektedir. Rabbim bize doğruları söylemeyi ve yoldan ayrılmamayı her daim lütuf eylesin!

 Aydın MÜLAYİM

______________________________________________________________________________

[1] Kaynağı: Bkz, Bakara 2/178.

[2] Geniş bilgi için: Doç. Dr. Suat Erdoğan “Suç ve Ceza Uygunluğu”.

[3] Buradaki yetki, kısas yetkisidir. Kısas, işlenen suç ile verilen ceza arasındaki denkliği ifade eder. Mahkemede suçu sabit olduktan sonra katil, öldürülen kişinin velisi tarafından öldürülür. Veli isterse katili affetme hakkına da sahiptir.

[4] Bu gibi olaylarda, verilmeyecek yetkilerin hakimlere verilmesi onları bir anlamda ilahlaştırmaktadır. Dolayısıyla maktulun yakınları dahil, toplumun vergileri ile katiller ya hapiste beslenmekte ya da serbest bırakılarak hem zarargörenlere gözdağı verilmekte hem de topluumun huzurunu bozmaktalar.

[5] Geniş bilgi için bkz: Suat Erdoğan “İdam cezası geri gelmeli mi?”.

[6] Hilafetten sonra Müslümanlar yaşayan yönetimler günümüze kadar genelde böyledir. Ölüm hükmünün alanını genişleterek, örneğin, şu uydurma rivayet delil getirilerek: “Müslüman birinin öldürülmesi üç hal dışında helal değildir: 1. Zina eden, 2. Cana karşı can (kısas), 3. Dinini terk edip cemaatten ayrılan”. Diktatör yöneticiler, son şıkkı kullanarak kendileri gibi düşünmeyen ve karşı çıkan her kesi “zındık” ilan ederek öldürmüşlerdir.

[7] “…Bu fitne (savaş ateşi), adam öldürmekten beterdir.” (Bakara 2/191).

[8] İslam alimleri adam öldürmede ödenilecek kefaret miktarını 100 deve olarak belirlemişlerdir. Günümüzde bu meblağ toplumun değer ölçlerine göre işin ehli tarafından belirlenir.