Doğruyu aramak; SİYASET FELSEFESİ

Siyaset felsefesi, temel konuları yönetim biçimleri, devlet, toplum, adalet, bürokrasi ve adalet olan sosyal bilim dalıdır. Siyaset denildiğinde iktidar, egemenlik, yönetim gibi maddeler akla gelir. Siyaset felsefesi, egemenliğin kaynağı, otorite, meşrutiyet ve ideal yönetim biçimlerini kapsar.  Temel amaç yaşanılan siyasal süreçleri, siyasetin kaynağı ve egemenliğini doğru bir biçimde dünyaya entegre edebilmektir. Birey, devlet, toplum, iktidar, egemenlik, yönetim, bürokrasi, hak ve hukuk gibi kavramları içerir.

Siyaset felsefesinde sorulan sorulara örnek verirsek;

İktidarın Kaynağı ve Meşruiyetin Ölçütü Nedir?

Egemenliğin Kullanılış Biçimleri Nelerdir?

Bireyin Temel Hakları Nelerdir?

İnsan neden bir toplum içinde yaşamak zorundadır?

İnsanlar neden devlete ihtiyaç duyar? Neden devlete itaat eder?

Siyasal gücün sınırları nereye kadar gider?

Vb. sorular çoğaltılabilir.

Siyaset felsefesinin ana konusu siyasal güç ve kudretin ahlaki olarak değerlendirilmesidir. Güçlü olup iktidara gelen siyasiler, siyaset felsefesiyle ahlaki denetim altına alınır ve iktidarın amacı, hedefleri vizyonu ve misyonu ahlaki ölçüt ve toplum yararına göre değerlendirilir. Siyaset felsefesi ahlak felsefesine bağlı bir daldır. İnsanlığın varoluşundan beri doğal olarak yapmakta olduğu felsefe, nüfusun çoğalıp insanlar arası etkileşimin artması ve buna bağlı toplumların oluşmasıyla siyaset felsefesi gibi çeşitlere ayrılmıştır. Siyaset felsefesinin başlangıç noktası Eski Yunan’dır. Antik Yunan şehir devletleri demokrasinin temelinin atıldığı yerlerdir. Antik Yunan çağı, şehir kenti olan bir yapıya sahiptir. İnsanların rollerini bulundukları siyasal, dini ve yargısal konumları belirlerdi. Burada Siyaset felsefesi açısından özellikle 2 filozof önemli yer tutar. Bunlar Platon ve Aristoteles’tir. Her ikisi de yaşadıkları dönemde toplumsal sorunlarla uğraşmış ve bunlara çözüm bulmak için çalışmışlardır.

Platon’a göre devlet insanların kendi kendilerine yetmemeleri sonucu doğmuştur. Platon’a göre, insanın tek başına kendine yetmemesi, başkalarına ihtiyaç duymasına sebep olmuştur. Bu nedenle insanlar yardımlaşmak için bir araya toplanmış ve böylece toplumu devleti oluşturmuştur. Platon’un devlet öğretisi onun toplum öğretisi demektir, çünkü Platon’un öğretisinde “devlet” aynı zamanda toplum anlamına gelir. Platon’a göre devlet düzenli bir toplum demektir. İnsanın mutluluğu toplum içinde yaşamasıyla olanaklı olacaktır. Platon’un devlet teorisinde toplumsal sınıflar vardır ve her toplumsal sınıf kendine düşen görevi yapar. Platon’a göre insanlar eşit olarak yaratılmamıştır. Yönetenler, yardımcıları ve çalışanlar sınıfları vardır.  Herkes kendi doğasına uygun olan işi yapar. Yöneticiler mutlak bir güce sahiptir. Bu mutlak güç doğuştan gelen yetenek ve alınan özel eğitimin sonucudur. Platon’a göre yöneten sınıfı filozoflardan oluşmalıdır. Filozoflar gerçek bilgiye, erdeme ve adalete sahiptirler. Onlar dünya hayatının geçiciliğinin arkasındaki asıl amacı kavramışlardır.  Devlet, toplumunun özel mülkiyetine ciddi sınırlamalar koymalıdır. Mallar ortaklaşadır.  Platonun devletindeki vurguladığı tehlike devleti yöneten koruyucuların kendi aralarında çekişmeleridir. Bunu ‘’timokrasi’’ye benzetebiliriz. Timokrasi; parası ya da gücü olanın yönetimde olması gerektiği düşüncesinin hâkim olduğu bir siyasi yönetim şeklidir. Para aristokrasisi olarak da bilinir. Platon bunu yöneticilerin şan, şöhret, maddiyat ve itibar gibi güç gösterilerine kapılıp, dünyevi hazları ön plana alıp, halkı ikinci plana attıkları bir yönetim şekli olarak anlatır. Maddi gücü eline alan yönetim sınıfı kendi yandaşlarını yanına alarak onlara haksız gelirler elde ettirir. Bu şekilde güçlü zengin bir sınıf devleti yönetmeye başlar ve oligarşi oluşur. Bu sınıf bir çeşit güç zehirlenmesiyle halkına kötü davranmaya başlayıp onları köleleştirir. Boyundurukları altına alır. Kendi çıkarları için halkı sömürüp kullanır. Tüm bunların yaşanmaması gerekir.

Aristoteles’e göre de devlet, doğanın bir devamıdır ve insanın doğasına bağlı olarak ortaya çıkan organik bir varlıktır.  Platon’dan farklı olarak ideal bir devlet tasarlamaya çalışmaz. O, gerçeklerden yola çıkar. Aristoteles’e göre yönetim biçimleri anayasa biçimlerine bağlıdır. Bir anayasa ise bir devletteki egemenliğin düzenlenmesidir. Aristoteles yönetim sistemlerini inceler ve belirli kategorilere göre sınıflandırır. Aristoteles’e göre altı yönetim biçimi vardır. Bunlardan üçü doğru üçü de bozuk yönetim biçimleridir. Bozuk yönetim biçimleri doğru yönetim biçimlerinin bozulmasıyla ortaya çıkarlar. Buna göre bir kişinin egemen olarak başta bulunduğu yönetim biçimlerinde monarşi doğru, tiranlık yanlış yönetim biçimidir. Doğru, oligarşi yanlış yönetim biçimidir.

Herkesin egemen olduğu yönetim biçiminde ise anayasal düzen ya da yasalı yönetim doğru, demokrasi yanlış yönetim biçimidir. Buna göre krallık yani monarşi, aristokrasi ve anayasal yönetim hedefi toplumun ortak iyiliği olan yönetim biçimleridir. Bunlara karşılık gelen bozuk yönetimler ise bu yönetim biçimlerinin bozulmasıyla ortaya çıkarlar. Monarşinin bozulmasıyla tiranlık, aristokrasinin bozulmasıyla oligarşi, anayasal yönetimin bozulmasıyla demokrasi ortaya çıkar.

Bu bozuk yönetim biçimleri doğru yönetim biçimlerinin aksine ortak yararı gözetmezler. Tiranlık devletin zorbaca yönetildiği monarşi biçimidir. Oligarşide yönetimi elinde bulunduran grup erdemli insanlardan değil de zenginlerden oluşur. Demokrasi ise yönetimin halk çoğunluğunun elinde olmasıdır. Birkaç kişinin egemen olarak başta bulunduğu yönetim biçimlerinde Aristoteles’in siyasetle ilgili temel kavramları siyasal katılım, anayasal yönetim ve ekonomik istikrardır. Demokratik ve yasalı bir sistem alanlarında uzman barışçıl ve güçlü bir toplum oluşturacaktır. Yani Platon gibi yönetime sadece seçkinlerin değil yurttaşların girmesini de ister. Her yurttaşın kişiliğini korumak devletin asli görevidir. Aristoteles’in Platon’dan ayrılan bir yönü de özel mülkiyet taraftarı olmasıdır. Aristoteles’e göre devletin görevi insanın erdeme olan doğal yatkınlığını eğitimle geliştirmektir. Aristoteles mutlu ve iyi yönetilen bir şehrin ne çeşit insanlardan oluşması gerektiği konusunda, bir şehrin iyi olmasının, aynı anayasayı paylaşan yurttaşların iyi olmasına dayandığını söyler. Bu durumda eğitim sadece toplumu oluşturan bireylerin iyi olmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bütün bir toplumun da iyi olmasını sağlar. Çünkü bir insanın erdemli olması üç nedenden ötürü olabilir: Doğa, alışkanlık ve eğitim. Eğitimin amacı da iyi ve mutlu yaşamdır. Bu da erdeme uygun etkinlikle gelecektir.

Bu konuların hâlen gündemde olması aslında bahsedilen şeylerin güncelliğini yitirmemesindendir. Gerçekten de monarşik bir sistem insanı güç zehirlenmesiyle birlikte firavun tarzı bir tiranlığa götürür. Liyakat ve adaletin olmadığı yerlerde hükümete yakın oligarşik bir sınıfın doğması her yüzyılda görünmüş bir şeydir ve kıyamete kadar da böyle gidecektir. Ayrıca kulağa hoş gelse bile demokrasi bile yanlış uygulanırsa kötü bir sisteme dönüşebilir.

Yine bazı önemli filozoflardan örnek verirsek Müslümanlarda bu alana katkılar yapmışlardır.

Örneğin Farabi’ye göre tüm insanlar, ihtiyaçlarını giderebilmek için birbirleriyle yardımlaşmak ve birlik olmak zorundadır. Yeterlilik ve yetkinlikte ailelerin, köylere, köylerin şehirlere ve şehirlerin de devlete yönelmesi doğal bir zorunluluktur. İbn-i Haldun’a göre ise toplum insanların birbirine muhtaç olmasından dolayı çıkmıştır. Devlet ise insanı toplum içindeki diğer insanların onlara yapacağı saldırıdan kurulmuştur. İnsanın toplumsal yönü kadar hayvani bir içgüdüsel yanı vardır. Bu duruma karşı devlet ve belirlenen yasalar insanları bu vahşi içgüdüsel hareketlerinden korur. İnsanların bu tarz hırs ve eğilimleri olması, egosal durumları beklenilen bir durumdur.

Ayrıca devletin doğal değil yapay olarak oluşturulan bir kurum olduğu düşünen filozoflarda vardır. Örneğin bunların içerisinden Hobbes gibi düşünen kişiler devletin sınırsız bir güçle donatılması gerektiğini savunurken Locke gibi Montesquieu gibi iktidarların gücünün sınırlanabilmesi için kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsenmesi gerektiğini düşünenler de vardır. Özellikle Montesquieu, kuvvetler ayrılığı ilkesini ayrıntılı olarak ele almıştır. Kuvvetler ayrılığı veya güçler ayrılığı, devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış oldukları bir devlet yönetim modelidir. Bu, devlet gücünün tek elde toplanarak baskıcı, zulmedici ve keyfe keder bir yönetim anlayışının ortaya çıkmasını önler.

Yine felsefe içinde eşitlik ve devrimi savunan akımı temsil eden Jean-Jacques Rousseau’ya göre de insanlar için en büyük değerler özgürlük ve eşitliktir. Özgürlük ve eşitlik birbirleri için olmazsa olmazdır ve bu bir tür toplum sözleşmesiyle korunmalıdır. Halk egemenliğini toplum sözleşmesine dayandırır. Ancak toplum sözleşmesini egemen güce bir boyun eğme ilişkisine değil, ortaklık anlaşmasına dönüştürerek hükümdarın egemenliğini halka bırakmıştır.

Şahsi kanaatimce devletin yanlış hükümetler tarafından yönetildiği zaman insanlar için pozitif yanlarından çok negatif yönlerinin arttığını kabul etmekte olup devletin doğaldan ziyade yapay olarak oluşturulmuş bir kurum olarak değerlendirmekteyim. Tüm bu dezavantajların yaşanmaması için adil bir sistem zorunludur. Gerçekten de insanoğlunun istekleri sınırsızdır. Özellikle ahlaki bir sistemle yetiştirilmeyen toplumların eğer ki yasalarda yok veya gevşek uygulanırsa, suça yönelik hareketler yapılması kaçınılmazdır.  Ayrıca siyasal sistemler sadece görünürde değil icraatta da adil olmalıdır. Örneğin; Cumhuriyet ile yönetilen bir ülkede eğer yasalara uyulmazsa ve iktidar bireyleri tarafından paraya tapma gerçekleşirse bu ülke, monarşi ile yönetilen ancak çok adil bir kralın yönettiği ülkeye karşı bile adalet olarak geride kalır. Öyle bir sistem olmalı ki erklerdeki bireyler hem birbirlerini denetleyebilsin hem de denetlenebilsin. Bunun için bir yuvarlak masa sistemi düşünebiliriz. Bu sistemde herkesin arkasında onu denetleyen başka biri vardır. Bu durum üstün ve ayrıcalıklı bir kişi ya da sınıfların oluşmasını engelleyip yasa adı altında halka yapılan zulümler ihtimalini de engelleyecektir. Çünkü her iyi şey kötüye kullanılabilir. Örneğin morfinin tıpta insanların yararı için önemli bir yeri vardır. Ancak morfin uyuşturucu olarak kötü bir şekilde insanlığın zararı için de kullanılabilir.  Bunun pratikteki detaylarını özellikle ‘’Modern Ütopya Adil Devlet ‘’ yazımda ayrıntılı olarak işlemiştik.

Kısaca toplumun her bireyinin daha fazla söz hakkı olmalı, maddi -manevi konjonktürün elverdiği kadar adil ve eşitlikçi bir sistem benimsenmeli ve özellikle siyaset, ekonomi ve yargı alanında halkçı devrimler yapılmalıdır.

Hüseyin Anıl ASLAN

Doğruyu aramak; SİYASET FELSEFESİ