Affet Yeni Bir Sayfa Aç
Yeni bir sayfa açmanın ne demek olduğunu anlamadan önce bilmemiz gerekenler vardır. Mülk suresi 2. Ayetten[1]yola çıkarak biliyoruz ki insan, sınava tabi tutulmak için varlık sahnesine çıktığından beri, yıpratıcı bir imtihan sürecinden geçmektedir.
Yıpratıcı bir sınava tabi tutulan insanın, potansiyelindeki haddini aşabilen yapısı ve iblis gibi çeldirici bir uyaranının olması, bu zorlu süreci şekillendiren ve zorlaştıran unsurlardır diyebiliriz. Âdemle eşinin cennetten kovulmalarına sebebiyet veren cinlerden olan İblis[2], Allah’ın “Âdeme secde et” emrine karşı koyarak, üstelik suçunu Allah’a izafe ederek “madem beni azdırdın, ben de onlar için, kesinlikle senin doğru yolunun üstünde oturacağım”[3] , diyerek akabinde “ikisine de şöyle yemin etti: “Ben sadece sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim.”[4] “Şeytan her birinin bedenindeki örtülü yerleri kendilerine açılması için onlara fısıldayıp şöyle dedi: “Bakın, Rabbiniz bu ağacı size sırf ikiniz de hükümdar olursunuz ya da ölümsüzleşenlerden olursunuz diye yasakladı.”[5] Diyerek kandırdı. Tekrar ve de tekrar kandırılmamak için Âdem ve İblis kıssaları bizim için çok önemlidir. Bu kıssalar bize çok şey anlatmaktadır.
Rableri tarafından sınava tabi tutulan, yaratımda ilk çift olma özelliği taşıyan Âdem ve Havva’nın ilk sınavı, şeytanlaşan iblisin[6] ayartmalarına uymamak[7] ve yasaklanan ağaca yaklaşmamalarıydı.[8] Uyarılara rağmen Âdem ve eşi nefislerindeki arzularını öne almış üstelik Rablerinin uyarılarını unutmuş, Ta-ha 121. Ayette geçtiği gibi “İkisi de o ağaçtan yediler, bunun üzerine bedenleri kendilerine göründü. Bahçenin yapraklarını üst üste koyup örtünmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve haddini aştı.”[9] Âdem ve eşinin yeryüzü cennetinde[10] bir eli yağda bir eli balda serüvenleri yasağı çiğnemeleriyle zorlu bir sürece dönüştü. “(Allah, Âdem ile Havvâ’ya) dedi ki: “İkiniz birlikte o bahçeden inin. Her biriniz diğerine düşmandır![11] Tarafımdan bir rehber/Kitap gelir de kim rehberime uyarsa ne yanlış yola girer ne de mutsuz olur12.” (Ta-Ha 20/123)
Âdem ve eşi yaptıkları hatayı anladıklarında, Rablerinden bazı kelimeler almış tövbe etmişlerdi. Araf 23. Ayette geçtiği gibi[12] “Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimizi kötü duruma düşürdük. Bizi bağışlamaz ve ikramda bulunmazsan, kaybedenlerden oluruz.” Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; Âdem ve eşi “iblis bizi kandırdı af et Allah’ım” demediler. Birbirlerini de “onun yüzünden oldu diye” suçlamadılar. Hatta iblis gibi “sen bizi böyle yaratmasaydın, böyle davranmazdık” deyip suçlarını Allah’a izafe etmediler. Tam tersi işledikleri suçu üstlendiler. Bu anlamda onların tövbesi hepimize örnek olmalıdır.
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Rabbimizin sünnetullahı gereği emriler açık ve nettir bu yüzden herkes önce vahiyle uyarılmaktadır. Uyarıları dikkate almadığımızda sünnetullah işlemeye başlar diyebiliriz. Ancak tövbe ettiğimizde, hatada ısrar etmediğimizde, hatta suçu başkalarına atmadığımızda, Allah kötü ve çirkin eylemlerimiz üstünü örter. Üstelik bizi ödüllendirir. Sırat-ı müstakimi (doğru yolu) göstermek ancak Allah’a mahsustur. Allah’ın emir ve yasakları bizleri sırat-ı müstakim üzere tutmak içindir. Bu bağlamda kim sırat-ı müstakimdeki emirlere uymazsa yoldan sapmış, şeytanlaşan iblise uymuş, kendi de şeytanlaşmış, Allah’ın rahmetinden kendisini uzaklaştırmış demektir.
Rabbimiz sırat-ı müstakimde kalabilmemiz için bizlere sınırlar çizerken, geçmişte yaşanmış ve söylenmiş her şeyin kayda geçtiği hakkında da bilgi vermektedir. Bu bağlamda her birimizin fiili ve sözlü[13] yaşanmışlıklarının da kayda geçtiğini, bir gün bu yaşanmışlıklarımızla yüzleşeceğimizi[14] bizlere bildirir. Ayrıca yaşarken Elçilerin katlandığı zorlukların anlatıldığı kıssalar da duygu, düşünce ve davranışlarımıza tercüman olmaları bakımından bizlere örnektirler.[15]
Elçilerin aile hayatı, onlarla olan iletişimleri, duygu ve davranışları örnek alacağımız söylem, tutum ve davranışlardır. Kur’an’ı Kerim’de Hz. Nuh’un inanmayan eşi ve oğlu, Hz. Lut’un inanmayan eşi, Hz. İbrahim’in inanmayan babası ve kendi aile yapısı, Hz. Yakup’un oğullarıyla sınavı, Firavunun imanlı eşi, Hz. Lokman’ın oğluna öğütleri, Hz. Muhammed’in aile yapısını anlatan tüm ayetler yol göstericidir. Bu bağlamlardan da yola çıkarak ilk aile olan Hz. Âdem ve eşinin tutum ve davranışları tıpkı Tegabun Suresi 14-18, Al-i İmran 133-134, Şura, 43. Ayetlerde ve daha birçok ayette geçtiği gibidir. Aile ilişkilerimizi düzenleyen ayetler, doktor reçetesine yazılmış panzehirdir.
Hz. Âdem ve eşinin hatasını ve tövbelerini günümüze uyarlarsak, günümüzde teknolojinin getirisi olan dijital ve küresel çağın, olumlu yönleri olduğu kadar olumsuz birçok yönleri vardır. Aileler bu olumsuz yönlerden çok etkilenmektedirler. İnternetin tek tek insanları, dolayısıyla tüm aileleri etkileyen birçok olumsuz şeytani uyaranı ve çeldiricileri vardır. Mahrem sınırlarının aşıldığı, kirli, temiz bilgilerin paylaşıldığı, görsel şovların sergilendiği, dedikodu ve çekişmelerin arttığı, bencilliğin ve narsisizmin tavan yaptığı, saatlerce video oyunlarının oynandığı, porno sitelerine erişimin kolaylaştığı ve arttığı, sosyalleşmenin yeniden tanımlandığı bir çağdayız. Odalarına kapanan çocuklarımız ve eşlerimizin varlığı tehlike sinyalleri vermektedir. Ayrıca iletişim hatalarının (kişiliği hedef alan suçlayıcı ve eleştirel dille “sen suçlusun, sen yaptın, senin yüzünden oldu, sen yapmasaydın ben de yapmazdım, ben haklıyım”) negatif yönde arttığını görüyoruz. Düşünce hatalarının “bu hep benim başıma gelir, herkes bana karşı, bütün insanlar kötüdür bir ben iyiyim.” Zihin okumalarının çokça yapıldığı, felaket senaryolarının üretildiği, ya hep ya hiç düşünce tarzının arttığı, falcılığın yapıldığı, ertelemelerin dile döküldüğü meli-malı cümlelerin sıkça kullanıldığı “yapmalıyım, yapmalısın; namaz kılmalıyım, kılmalısın, oruç tutmalıyım, tutmalısın” gibi cümlelerin kurulduğu ve duygu durumlarının çok hızlı değiştiği çağdayız. Kısaca ailenin çökmeye başladığı çağımızda umut var olmak için ailede olması gereken sınırları içselleştirip hayatımıza tatbik ettirmemiz gerekir. Sınav dünyasında olduğumuzu da unutmamamız kaydıyla!
“Ey inanıp güvenenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size karşı haddini aşanlar[16] olur; onlara karşı dikkatli olun. Ancak kusurlarını görmez, yeni bir sayfa açar ve yaptıkları yanlışları örterseniz bilin ki Allah da sizin yanlışlarınızı örter ve ikramda bulunur.” (Tegabun 64/14)
“Rabbiniz tarafından bağışlanmak ve genişliği göklerle yer kadar olan cenneti kazanmak için yarışın. Orası, müttakiler /yanlışlardan sakınanlar için hazırlanmıştır. (Al-i İmran 3/133)
Müttakiler, bollukta ve darlıkta hayra harcayan, öfkesine hâkim olan ve insanları affedenlerdir. Allah, güzel davrananları sever.” (Al-i İmran 3/134)
Kim sabreder (katlanır) de (kendisine yapılmış yanlışı) örterse, onun bu yaptığı kararlılık gerektiren işlerdendir. (Şura 42/43)
Öfke probleminin, duygu durum ve davranış bozukluğunun, stresin ve depresyonun çocuklarımıza kadar indiği çağımızda, dinimize dört elle sarılmamızın zamanı geldi! Şunu da unutmamakta fayda var, iman kalpten gelen ve kişinin özgür iradesiyle vereceği bir karardır. Kimin ne zaman iman edeceğini bilemediğimiz için, inanç kişinin özgür iradesiyle karar vereceği için,[17]sadece kendisini bağlayan bir düşünce tarzı ve yaşam şeklidir. Dinimiz hakkında, birçoğumuzun doğru bildiği yanlışlarımız var. İnancımızda zaman zaman zafiyetler göstermiş olabiliriz, bunu bazen bilmeden bazen bilerek yapmış olabiliriz. Bilmek ile anlamak arasında fark vardır. Hepimiz alfabeyi ve okumayı biliriz ama çoğu zaman okuduklarımızı anlamayabiliriz. Mühim olan anlamak için gayret sarf etmek tekrar tekrar okumaktır.
Ayetleri içselleştirdiğimizde inancın kişisel olduğunu fakat birlikte yaşanıldığında mutlu ve huzurlu olacağımızı bilmemiz gerekir. Bunun için evlenmeden önce inançlı eşler seçmek hayatımızı kolaylaştıracaktır. Her birimiz yıpratıcı imtihan/lardan geçmekteyiz. Problemsiz aile yoktur, problemlerini çözmeyi bilmeyen aileler vardır. Eşimiz veya çocuk/larımız bizim gibi inanmayabilir, hatta inancımızla alay ediyor olabilirler. Mühim olan onların bu tutum ve davranışlarına karşı geliştireceğimiz tutum ve tavırdır. İletişim hataları yapmadan onları can kulağıyla dinlememiz, empati kurabilmemiz, neden böyle hissedip konuştuklarını anmamız gerekir. Karşı koydukları ben miyim, yanlış bilgilenmeleri mi yoksa Allah’ın emirlerine mi karşı geliyorlar?
Söylenenleri dinledikten sonra dönüp kendimize bakmamız gerekir. Bazen inancımızı öğretirken ya da uygularken karşı tarafı değersizleştirip, dayatmacı ve itici olmuş olabiliriz! Suçlayıcı ve eleştirel dil kullanmış olabiliriz. Düşünce hataları yapmış olabiliriz. Fazla duygusal tepki vermiş olabiliriz. Kendimiz yanlış biliyor olabiliriz. Araştırıp öğrenmemiz ve kendimizi geliştirmemiz gerekir. Bunun için başvuracağımız tek kaynak Kur’an’ı Kerimdir. Süreç içinde ayetleri içselleştirdiğimizde anlarız ki yumuşak bir dille anladığımızı anlatabilmemiz gerekir. Israrla çok fazla konuşmaktansa özümsediğimiz, içselleştirdiğimiz ayetleri uygulamalı olarak tatbik etmeliyiz. Uygulamalı eğitim, teorik eğitimden daha faydalıdır diyebilirim.
Öfkemizi yutup (öfke kontrolünü önce biz uygulamalıyız) ve af yolunu seçmeliyiz, eşimiz veya çocuk/larımızdan hangisi haddini aşıp saldırgan bir tutum sergilerse, mümkünse cevap vermeyerek, ya da sakin bir ses tonuyla “şu an öfkelendiğini görüyorum, bu tutumun beni korkutuyor, sakinleştiğinde konuşalım” demek onların da sakinleşmesine sebebiyet verebilir. Bağıra bağıra yapılan tartışmalardan sonuç çıkmaz. Öfkeyi ve kızgınlığı arttırır. İstenmeyen sözlerin de sarf edilmesine sebebiyet vereceği için üzüntü kaçınılmazdır. Üzüntü depresyona sebebiyet verebilir. Yaptıklarının farkında olup, duruma göre kusurlarını görmezden gelmek faydalıdır. Döngüsel nedensellik denilen bir durum vardır. Biz yanlış davranışı görüp kızdıkça, onlar da bize kızacak, biz yine onlara kızacağız durum böyle sürüp gidecek ve iyilik yapmaktan çok yanlış davranışın pekişmesine sebebiyet vereceğiz. Olumlu yönlerini öne çıkarırsak ve yaptıklarını beğenir ve takdir edersek, olumsuz yönlerinin sönmesine vesile oluruz. Olumsuz durum düzeldikten sonra, yeni bir sayfa açarak yaptıkları yanlışları örtersek, af yolunu seçersek, hatalarını sürekli yüzlerine vurmazsak, örnek bir davranışta bulunmuş oluruz. Dinimizi içselleştirip yaşadığımızda tüm bunları uygulamak çok kolay gelecektir. Allah’a dayanıp güvendikten sonra üstesinden kalkamayacağımız hiçbir problemimiz yoktur. Yetir ki biz çözümün bir parçası olmayı seçelim. Problemlerin etrafında düşünmek, problemi çözmez tam tersi yeni problemler üretebilir. Problemi ele alıp çözümlere odaklanmak en sağlıklı yoldur. Diyelim ki bulduğumuz çözüm problemi çözemedi başka, çözemedi başka, en sonunda problem mutlaka çözülür.
Sonuç olarak aile korunması gereken ön önemli yapıdır. Aile içinde her zaman yeni bir sayfa açmak mümkündür. Yeter ki biz Kur’an’a göre problem çözmeyi bilelim. Örnek olarak verdiğim ayetlerden yola çıkarak anlaşılacaktır ki Kur’an’da her konu ile alakalı yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenlerle ilgili örnek ayetlerle doludur. Yeter ki biz Kur’an’ı içselleştirip, hayatımıza tatbik etmek isteyelim.
Umut var olarak, Kur’an ışığında ailemize dört elle sarılmamız dileğiyle.
Mürüvvet Çalışkan
________________________________________________
[1] Ölümü ve hayatı yaratan odur. Bunlar; hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. O güçlüdür, bağışlayıcıdır. Mülk 67/2
[2] Bir gün Meleklere “Âdem’e secde edin /boyun eğin!” dedik; İblis hariç hemen secde ettiler. İblis de (melek olarak görevlendirilen) o cinlerdendi ama Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi siz, onu ve soyunu, benimle aranızda kendiniz için veliler mi ediniyorsunuz? Hâlbuki o size düşmandır. Yanlış yapanlar için ne kötü tercihtir bu! (Kehf 18/50)
[3] Bkz. Araf 7/16
[4] Bkz. Araf 7/21
[5] Bkz. Araf 7/20
[6] İblisin şeytanlaşmasının sebebi Allah’ın bir emrine karşı gelmesi ve tövbe etmemesi, hatasında ısrarcı olmasıydı.
[7] Bkz. Araf 7/22, Yasin 36/60, Fatır 35/5-8, Taha 20/117-123,
[8] Bkz. Bakara 2/35, Araf 7/19
[9] Ğayy, yanlış yola girmek ve isteğine kavuşamamaktır (Sıhah).
[10] Bkz. Araf 7/19
[11] Düşman anlamı verdiğimiz kelimenin kökü olan adv (عدو), haddini aşmak ve uyumsuzluk anlamındadır (Müfredât). Burada ikil zamirden çoğul zamire geçilmiştir. Arapçada çoğul en az üçü ifade ettiğinden buradaki üçüncü varlık İblis’tir. Şeytan insana muhaliftir. Muhalefet eşler ve çocuklar arasında da olur (Teğabun 64/14). 12 Bakara 2/34-39, A’raf 7/11-25, Hicr 15/28-43, İsra 17/61-65, Kehf 18/50, Sad 38/71-85.
[12] Ayrıca Bkz. Bakara 2/37
[13] Bkz. Kaf 50/18
[14] İsra 17/14
[15] Bkz. Ahzap 33/21-24
[16] Kelimenin kökü olan adv = عدو , haddini aşmak ve uyuşmazlık etmektir (Müfredât). Başkasının elindekine göz dikme, onun hakkını ele geçirme isteğidir. Bu da haddini aşmak olur ( Bakara 2/286; Nisa 4/43 99, Hac 22/ 60, Mücadele 58/2; Maide 5/13, Hicr 15/85, Zuhruf 43/89; Teğabun, 64/14).
[17] Dinde hiçbir zorlama olamaz; doğrular ile yanlış kurgular birbirinden iyice ayrılmıştır. Kim tağutları[2*] tanımaz da Allah’a inanıp güvenirse, kopması imkânsız en sağlam kulpa yapışmış olur. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.(Bakara 2/256)