Yapay Zekâ ve Ahlak
Rönesans’tan sonra başlayan makineleşme ile sanayi devrimi katlanarak bizi günümüzdeki dijital çağa getirdi. Klasik fizikteki determinist, mekanik evren algısı bilim dünyamızı uzun yıllar şekillendirdi. Kuantum fiziği sayesinde ise indeterminist bir evren algısıyla teknolojik olarak yapay zeka çağına doğru hızla girmiş bulunmaktayız.
Neden, niçin, nasıl her çağ kendi teknoloji birikimi ile kendi çağını yansıtan kültürler, yaşantılar, algılar meydana getirir? Teknoloji sayesinde gelişen toplumsal yaşantımız, kolektif bilincimiz ve düşünce kalitemiz niçin teknolojinin gelişmesiyle doğru orantılıdır? Kısaca teknolojik gelişmeler hayatımızı nasıl etkiler? Sorularına uzun zamandan beri cevaplar aramaya başladık. Yani hızla gelişen teknolojinin insan hayatına kattığı değerler, bilimsel olarak araştırılmaya başlandı. Katlanarak gelişen teknoloji sayesinde düşünebilen makinelerin hayatımıza girmesi olasılığı, ahlaki kuralların tekrar ele alınması gerektiğini gündemimize getirdi. Düşünebilen yapay zekânın ahlaki statüsünün olup olmayacağı, varsa hangi koşullarda böyle bir statüye sahip olmaları gerektiği de araştırma konuları arasında yerini aldı.
“Yapay zekânın oluşumuyla ilgili etik tartışmalar, hem çok yönlü hem de çok çetin geçiyor. Tartışmalar, gerçek bir yapay zekânın icat edilmesinin “tanrıcılık oynamak” olup olmadığının yanı sıra duyguları olmayan bir makinenin içine bir nebze insan ahlakı yerleştirmenin mümkün olup olmayacağı üzerine yoğunlaşıyor.”[1]
İnsanoğlu hep tanrısallık istedi
İnsanoğlunun tanrısallaşmak yani yaratıcısıyla özdeşleşmeyi istemesi yüzünden birçok felsefi akım doğmuştur. Panteizm, Politeizm, Antropomorfizm, Vahdet-i vücut gibi felsefi akımlar bir birine yakın olguları bünyelerinde barındırmaktadır. Bu akımların ortak özelliği insanı Tanrıyla özdeşleştirmesidir ve/veya insanı Tanrı’nın bir parçası gibi görmesidir. Yani olguya yaratan ve yaratılan dengesi açısından baktığımızda, bir şeyin kendisiyle aynileşmesi demek kendi varlığından vazgeçmesi sonuçta kendi varlığını inkâr etmesi anlamlarına da gelmektedir. Anlayacağınız insanoğlu, Tanrı’nın “Yarattım” dediği insan, o kadar ileri gitmiştir ki kendi kendini inkâr eder. Varlık tartışması kadim bir tartışmadır. Varlık var mıdır, yok mudur?
Yedi gök, yeryüzü ve bunların içindeki her şey Allah’a boyun eğer. Her şeyi güzel yapmasına karşılık O’na boyun eğmeyen tek varlık yoktur ama onların bu boyun eğişlerini siz kavrayamazsınız[2]. O yumuşak davranır[3]ve çok bağışlar.(İsra/44)
Kur’ân okuduğunda, seninle Ahirete inanmayanlar arasına sanki görünmez bir engel koymuşuz. (İsra/45)
Anlamasınlar diye sanki kalplerinin üstüne örtüler ve kulaklarına ağırlıklar yerleştirmişiz gibi davranırlar. Kur’ân’da Rabbini tek olarak andığında, nefretle sırtlarını dönerler[4]. (İsra/46)
Seni dinledikleri sırada neye kulak verdiklerini iyi biliriz. Aralarında fısıldaştıkları sırada da yanlışlar içindeki bu kimselerin: “Peşinden gittiğiniz büyülenmiş bir adamdan başkası değildir” dediklerini de iyi biliriz. (İsra/47)
Baksana seni nelere benzettiler de sapıttılar. Artık bir çıkış yolu bulamazlar. (İsra/48)
Şunu da dediler: “Kemikler haline gelmiş ve param parça olmuşken mi? Yani o durumdayken gerçekten biz yeni bir yaratılışla ayağa mı kaldırılacağız?” (İsra/49)
De ki “İster taşa, ister demire[5] dönüşün.(İsra/50)
İsterse içinizde büyüttüğünüz(kurguladığınız) bir yaratık haline gelin (Yeniden diriliş yine de gerçekleşecektir).” Diyecekler ki “Bizi hayata kim döndürecek?” De ki “Baştan yaratılışınızın kuralını koyan.” Şaşkın bir biçimde baş sallayarak diyecekler ki “Peki ne zaman?” De ki “Belki pek yakında.” (İsra/51)
Sizi çağıracağı günde; “Allah’ım ne iyi yaptın!” diyerek karşılık verecek, dünyada pek az kaldığınızı zannedeceksiniz. (İsra/52)
İnsanoğlu tekrarlanan döngüsellikle Tanrı’nın yarattım dediği her şeyi ya tamamen sahiplenme ya da tamamen inkâr boyutuna gitmiştir. Tıpkı ateizmin savunucuları gibi onlarda Tanrı’nın varlığını inkâr boyutuna gitmişlerdir. İki uç gibi gözükseler de aslında her şeyi sahiplenenlerle her şeyi ret eden iki akımın ortak noktası, kendi Tanrısallıklarını dolaylı yönden ilan etmiş olmalarıdır.
Yoksa Allah ile aralarına koyduklarını yakın dostlar mı edindiler? Asıl dost Allah’tır; ölüleri O diriltir ve her şeyin ölçüsünü O koyar.(Şura/9)
Anlaşamadığınız her şeyin son kararı Allah’a aittir. “İşte Allah budur. Benim Sahibimdir. O’na dayanır, O’na yönelirim. (Şura/10)
O, gökleri ve yeri bölünme ile yaratandır. Size kendi türünüzden eşler var etmiş, en’amı da eşler halinde yaratmıştır. Sizi bu ortamda büyütüyor. O’na herhangi bir açıdan benzeyen bir şey yoktur. O dinler ve izler(görür).(Şura/11)
De ki “Göklerin ve yerin Sahibi kimdir?” De ki “Allah’tır!” De ki “Allah ile aranıza, kendilerine bile faydası veya zararı olmayacak dostlar mı koydunuz?” De ki “Körle gören ya da karanlıklarla ışık bir olur mu?” Yoksa Allah’a, Allah gibi yaratan ve (bu nedenle) yarattıkları, aynen Allah’ın yarattıkları gibi, aralarında benzerlik (uyum, ahenk) olan, ortaklar mı bulmuşlar?” De ki “Her varlığın yaratıcısı Allah’tır. O, bir tektir ve her şey O’nun hakimiyetindedir.” (Rad/16)
İnsanın yaratılması yani insanın tarih sahnesine çıkması diğer yaratılmış canlı cansız türlerden çok sonra olmuştur.
“İnsan (ile dünyanın kuruluşu) üzerinden uzun bir zaman geçti değil mi? Bu süre içinde o, hakkında bilgi olan bir şey değildi. (İnsan/1)
Bütün yetkileri elinde tutan Allah pek yücedir. Her şeye bir ölçü koyan O’dur. (Mülk/1)
Ölümü ve hayatı yaratan odur. Bunlar; hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. O güçlüdür, bağışlayıcıdır.(Mülk/2)
İmtihana tabi tutulan insanoğlu, birçok kabiliyetle donatılmış olduğu halde bir şeyi yoktan var edemez. Ancak var olanı inceler, anlar sonra isterse onu sentetik da olarak üretebilir. İkinci Dünya Savaşı sırasında penisilinin keşfedilmesi ve sentetik olarak üretilmeye başlanması sayesinde, tıpta patenti alınmış sentetik ilaçlar sayesinde, büyük ilaç firmalarını zengin eden bir çağın başlamasını örnek olarak verilebiliriz. Tabiatta bulunan maddeler patentlenemezler fakat sentetik olarak üretilen her şey patentlenebilir. Yapay tırnak, yapay saç, sentetik boya, yapay zekâ vs. vs. gibi…
Tabiatını, fıtratını bozarak yapay olarak ürettiğimiz şeyler çoğu zaman bumerang gibi dönüp dolaşıp bizi olumsuz yönden etkilerler. Doğaya ve tabiata yabancılaşmamızı sağlarlar, bu durum geçmiş tecrübelerimizden öğrendiğimiz bir şeydir. Bu yüzden haklı olarak sosyal medyada yapay zekâ caiz mi, değil mi? Soruları gündemimizi işgal etmeye başladı. Bazı kişiler de bu konuda fetvalar vermeye başladı…
İnançlı insanların hassas davranmaları normal bir konudur. Bir inanan için iman, ibadet ve ahlak bir bütündür. Bir inanan, bir gün Tanrı’ya hesap vereceğinin bilinciyle hareket edeceği için öncelikle unutulmaması gereken konu ahlaki kurallar insan için vardır. Sonuçta ahlak ferdidir ve kişiye sorumluluk yükler. Kısaca din insan içindir.
İnsanoğlu yapay birçok şey üretebildiği gibi yapay din de üretebilir mi?
Sizin dininiz size, benim dinim de bana!”[6]Diyebilmemiz için yapay dinlerin üretilebileceğini bilmemiz gerekir. İnsan tanrıcılığı oynamayı sevdiği için, bir gün yapay zekanın da tanrıcılık oynamasından korkması çok normaldir.
Duyguları olmayan bir makinanın içine insan ahlakı yerleştirmenin mümkün olup olmadığı fikri insanda şüphe uyandırmaktadır. İnsan geçmiş tecrübelerinin birikimidir. Ve insan Tanrıcılığı oynamayı sevdiği için, ürettiği düşünebilen makine yapay zekânın bir gün bumerang gibi Tanrıcılık oynamasından korkmaktadır. Bu yüzden yapay zekâ caiz mi değil mi fetvaları gelecekte daha çok sorulan sorular arasında olacaktır.
İçinde yaşadığımız modern(!) dünyada irade ahlak ve özgürlük anlayışımızın yeniden Kur’an’a göre tanımlanması gerektiği kanaatindeyim. Bilim ve ahlak çok özel olarak ele alındığında ise bilimin, ahlak alanına etkileri ne olabilir? Bilim bize ahlak vermez. Ancak ahlaklı kişilerin ürettiği bilim bize çok şey kazandırır. İnsanın ahlakiliğinden bahsedebiliriz. Makinelerin ahlakiliğinden değil. Sınava tabi tutulan insandır. Sınav gereği diyebiliriz ki ürettiğimiz her şey bize yaratanın onayı dâhilinde hizmetimize verildi.
O göklerde ve yerde olan her şeyi, onayı dâhilinde hizmetinize vermiştir. Bunda, düşünen bir topluluk için göstergeler (ayetler) vardır. (Casiye/13)
Eline yetki (velayet) geçince yeryüzünde düzeni bozmaya, kaynakları tüketmeye ve soykırıma[7]çalışır. Allah tabii düzenin bozulmasını sevmez. (Bakara/205)
Hayatımızı kolaylaştırması için yapay zekâyı iyi yönde kullanmak ya da kötü yönde kullanıp hayatımızı kaosa sürüklemek bizim elimizdedir. Sınav gereği seçim bize bırakılmış ya nankörlük ederiz ya da şükrederiz.
Biz insanı, çok bileşenli döllenmiş yumurtadan yarattık. Yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; o nedenle onu dinleyen ve gören bir varlık haline getirdik. (İnsan/2)
Ona doğru yolu gösterdik; ister görevini yapar, isterse o yolu görmezlikten gelir (kâfir olur). (İnsan/3)
Mürüvvet Çalışkan
_______________________________________________________
[1] https://www.sophosakademi.org/robot-etigi-ve-yapay-zekanin-kacinilmazligi/ 23/12/2018
[2] Allah önce yeri sonra gökleri yaratmış ve şöyle buyurmuştur: “Sonra duman halindeki göğe yönelmiş, göğe ve yere: “İsteyerek veya istemeyerek emrime girin!” demişti; ikisi de “İsteyerek emrine girdik” diye cevap vermişlerdi.” (Fussilet 41/11) Boyun eğme zorunlu veya gönüllü olur. İmtihandan geçirilen insanlar ve cinler, hayatlarını devam ettirmek için Allah’ın koyduğu kurallara uymak zorundadırlar. İmtihandan geçirildikleri iman, ibadet ve hukuk sahasındaki emir ve yasaklara uyup uymamaları ise kendi tercihlerine bırakılmıştır. Bunlar isyanı, sadece bu sahada yapabilirler.
[3] Bu sebeple bu kadar kötü konuşmalara müsaade eder.
[4] Âyette kâfirlerin önyargıları, istiare-i temsiliyye (alegori) denen mecazi anlatımla canlandırılmıştır. İstiarede benzetme edatı gizlenir ama mecaz, gerçek sanıldığı için burada benzetme “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır.
[5] Çok nadide koşullar altında insan ve hayvan fosillerinin kayaya (kalsiyum) veya demire dönüştüğü, bu sayede en ince detayına kadar korunabildiği, bugün bilinen bir gerçektir. Ayette öldükten sonra kemiklerin kaya veya demire dönüşmesine yapılan vurgu dikkat çekicidir.
[6] Bknz. Kafirun suresi
[7] Ayette geçen helâk = kendinde olanı kaybetmektir. Yerine göre çürüme, bozulma ve ölüm anlamı verilir.