AŞK ve MUHABBET

Kelimeler, insan şahsiyetinin temelini oluşturan yapılardır. Onları korumak, hakkını vermek ve yerli yerinde kullanmak gerekir. Çünkü kimliğimiz, değerimiz, bilgeliğimiz, iyi-kötü, ahlaklı ya da ahlaksız oluşumuz onlarla belirlenir. Yüce Rabbimiz bizi kelimelerle imtihan etmektedir. Eğer kelimelerin hakkını verirsek melekleri bile şaşırtır, İblisi ise hayal kırıklığına uğratırız.

Bu kısa girişten sonra “aşk” ve “muhabbet” kavramlarına değinmek ve ikisi arasındaki farklara işaret etmek isteriz: Nedir aşk, nedir muhabbet?

Aşk kelimesi Arapçada “sarılmak, dolaşmak, yapışmak” anlamlarına gelir. Daha çok iki karşı cins arasındaki ilişkiyi bildirir. Âşık, maşukundan murat almak için şehvetinin şiddetine kapılandır. Aşkta garaz, karşılık ve yararlanma hırsı vardır. Şehvete bağlıdır. Şehvet olmazsa, aşk olmaz.[1]

İnsan aşkından ölebilir ve maşukunu da öldürebilir. Mesela aşık, aşkına kavuşmadığı takdirde ya da maşukunu başkası ile görmesi durumunda onu öldürebilir. Ancak muhabbetin alanı aşktan çok geniş ve ulvidir.[2] Aşk sadece cinsi ilişkide, muhabbet ise insanın bağlı olduğu, sevdiği, onu ilgilendiren her şeyde olabilir. Bundan dolayı muhabbetin temeli olan “hab” sözcüğü “çekirdek, tohum” anlamında da kullanılır. Nitekim Kur’an’da birçok ayette bu anlamda kullanılmıştır.[3]

Muhabbette çok zaman karşılık, garaz yoktur ve şehvetle bir bağı olmaz. Onu istediğiniz zaman öldüremezsiniz. İnsanın vatanına, yakınlarına, annenin evladına olan muhabbeti böyledir.

Aşk çok zaman olumsuz işlerle, karşılığı olmayan şeylerle söner ama muhabbet böyle değildir. Yani aşk, anında öle bilir ancak muhabbet hemen ölmez. O, çoğu zaman tabiidir. Karşılığı olmayan şeye de insan muhabbet duyar. Bu sebeple, bu iki kelimenin farkını iyi bilmeli ve her birini yerli yerinde kullanmayı başarmalıyız. Çünkü kelimelerin hayatımıza, ahlakımıza ve şahsiyetimizin oluşmasına büyük katkısı vardır.

Bizden öncekilerin bize bıraktıkları birçok eserlerde çoğu zaman aşk ve muhabbet kavramları maalesef yerli yerinde kullanılmadığı için, özellikle aşkı muhabbete şamil etmeleri hem dine, hem de edebiyata büyük hasarlar vermelerine yol açmıştır.

Aşk kelimesi Arapça olmasına rağmen ne Kur’an-ı Kerim’de ne de sahih hadislerde geçmektedir. İslam alimlerinin de nerdeyse hepsi Allah ile kul arasında veya iki aynı cins arasında olan muhabbeti, aşk kelimesi ile ifade etmemişlerdir. Buna teşebbüs edenlere de hakimler bazen haklı olarak ya nasihatle ya da sürgün etmek ve başka cezalar vermekle karşılık vermişlerdir.

Aşk kavramını daha çok edebi eserlerde, şairlerin şiirlerinde ve sufilerin menkıbelerinde görmekteyiz. Sufiler, aşkı, ilahi muhabbete bir geçit kapısı olarak görmüşlerdir. Asıl tahrif de bu yanlış kapıdan girmekle başlamıştır. Yukarıda da gösterildiği gibi, muhabbet başka bir şey, aşk başka bir şeydir. Aşk sufilerde de birinin karşı tarafa kavuşması, onunla birlikte olma (büyük ölçüde sevgi ve cinsi ilişki) hırsıdır.[4] Tarikat kitaplarının birçoğunda aşk kelimesini Allah’a kavuşmak (!), Ona olan sevgini anımsatmak, hatta şerik koşmak ve dini tahrif etmek amacıyla kullanılan kavramların başında geldiğini görmekteyiz. Tıpkı Hristiyanlıktaki tahrif yolu da böyle olmuştur. Hristiyan din adamlarının “İsa aşkı”, onları Allah’ın oğlu olduğu inancına getirip çıkarmıştır.

Hint Nirvana mistsizminden beslenmiş Vahdeti Vucüd veya Hulul inancına sahip sufiler, İlahi aşkın anlamını Kâinattaki her şeyin ilahi varlığın bir parçası olduğunu ve bizim de asıl çabamızın Ona kavuşmak, Onunla bütünleşmek olduğuna inanırlar. Cüneyd Bağdadi “seven kendi vasıflarının yerine sevgilisinin vasıflarına bürünür” der.[5] Bunu anımsatan mısralardan biri şöyledir:

“O’ndan ayrılmak nasıl mümkün olur, nerde? O’ndan başka biri yok ki Evrende.”[6]

Aşk kavramının nasıl tahrif edildiğini ve yersiz yerlerde nasıl kullanıldığını görmek için Mevlana’nın Şemsi Tebrizi’ye yazdığı meşhur aşk mektubuna bakmak yeterlidir. Bu mektupta iki erkeğin birbirine karşı dile getiremeyeceği sözler, aşk kelimesi ile sokuşturulmaya çalışılmıştır. Halbuki insanın Yaratana, dostun-dosta, kardeşin-kardeşe aşkı değil, muhabbeti olur.

Aşkın bir başka tahrif yönünü, düşünmeden konuşan ya da kasıtlı olarak insan ahlakına, aileye, kadın ve erkek ilişkilerine darbe vurmaya çalışan düşünce ve derneklerde görmekteyiz. Nikahsız ilişkide bulunanların, hatta zinakârların bile dilinde yaygınlaşmıştır bu kelime. Onlar, kendi yaptıkları çirkin zina işlerine “aşk” adını verir ve bunu savunma amacıyla ya da normal göstermek için: “Bu bir aşk, biz aşk yaşıyoruz” derler.

Aşk, namahrem olan karşı cinse beslenen kavuşma arzusudur. Aşkı ne zaman muhabbete dönüştürürseniz o zaman daha değerli olur. Leyla ve Mecnun’un birbirine olan aşkının muhabbete dönüşmesi gibi… Aşkı muhabbete dönüşmeyen aşıkların kurdukları aile çoğu zaman dağılır. Yüce Allah, bir insanın huzur bulması ve aile içi muhabbetin kurulmasının temellerini bu ayette söyler:

“Huzur bulasınız diye sizin için kendi türünüzden eşler yaratması, aranıza sevgi ve merhamet koyması da Allah’ın ayetlerindendir /göstergelerindendir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır.” (Rum 30/21)

Sevgi ve merhamet, muhabbetin bir parçasıdır. Muhabbeti olanlar, sevdiği şeylerin ve insanların, eşinin, ailesinin cefasına katlanır.

Muhabbet daha çok birbirini seven ailede, Yaratıcının dilinde, kitabında mevcuttur. Yaratan, mahlukatına olan muhabbetinden bahseder. İnsandan da istediği budur.[7] İnsan hem Yaratana hem de yaratılanlara muhabbet beslemelidir. Aynı zamanda neye muhabbet etmemesi gerektiğini de söyler.[8] İnsana lazım olan muhabbetten yoksul kalmak, İblis’in durumuna düşmektir. İblis, işte bu tür muhabbete sahip olmadığı için (imtihan edildiği zaman) Allah’ın yarattığı insana da karşı çıkmıştır.

“Muhabbet” sözünü “istemek” sözü ile de karıştırmak doğru değildir. Çünkü muhabbetle istemek arasında da fark vardır. İstemek sözünün alanı, muhabbetten çok daha geniştir. Buna göre de her muhabbet bir isteği dile getirse de her istek bir muhabbeti ifade etmeyebilir.[9] Başka bir ifadeyle muhabbet istemekten çok daha güçlü duygu olduğu için her muhabbetin içinde bir istek vardır, ancak her isteğin içinde bir muhabbet olmayabilir.

Sonuç olarak aşka kendine has, muhabbete de kendine has değeri vermek gerekir. Kelimeler, bizim hayatımızın temel taşlarıdır. Yüce Rabbimiz, bizi kelimelerle imtihan ediyor.[10] Onları doğru kavrayıp, her birini kendi yerine koymayı, kullanmayı başarmalıyız. Sağlam düşünceye, ahlaka ve şahsiyete sahip olmak için bunlar vaciptir. İnsan, bu kelimelerin hakkını vermekle yücelir. Aksi takdirde ne değerlerimiz kalır ne de Allah katında kıymetimiz.

Aydın MÜLAYİM

____________________________________________

[1] Ebu Hilal el-Askeri “el-fark fil-luğa”, s. 199.

[2] Yüce ve kutsal.

[3] Bkz: Bakara 2/261; Enam 6/59, 95.

[4] Ibn Arabı: ‘Dıvan’ s. 85.

[5] Abdülkadir, Resâilü’l-Cüneyd, s. 42; Serrac, İslam Tasasvvufu, s. 86-87.

[6] İbn Ərəbi, “Divan” s. 91.

[7] Bkz: Bakara 2/165; Maide 5/54.

[8] Bkz: Ali İmran 3/32; Nisa 4/107; Maidə 5/87; Şura, 42/40.

[9] İsfahani,  “hubb” md. Müfredat.

[10] Bkz: Bakara 2/31, 124.