“Azınlıkların Hakları” Görüşüne Eleştirel Bir Bakış
Bir kavram olarak Azınlık daha en başından garbi ve dolayısıyla da batılı bir kavramdır. Bu yüzden de ne İslam’ın ne de Müslümanların azınlık kavramı üzerinde öyle dişe dokunur bir çalışmaları ve emekleri olmamıştır. Denilebilir ki; bu kavram her şeyden önce insanın insandan ayrıştırılması anlamına geldiği ve hem İslami hem de insani bir kavram ol(a)madığı için de hem Müslümanlar hem de İslam tarafından hiçbir zaman benimsenmemiş ve tanınmamıştır. Öte yandan da yabancı dilden alındığı gibi yabancı güçler tarafından da öncelikle Müslümanları sonrada cümle insanlığı yabancılaştırıp parçalamak ve sömürmek maksadıyla kullanılmıştır.
Müslümanlar bu mefhum sebebiyle parçalanınca da bela altında, zillet içerisinde yaşamaya ve sürünmeye mahkûm olmuşlardır. Öyle ki; 21. yüzyılın hükümferma olduğu bugün bile bu mefhumun hem insanlığı hem de Müslümanları parçalamaya ve tefrik etmeye matuf olduğunu görüyoruz.
Sömürgeci devletler diğer ümmet, halk ve devletlerin işlerine karışmak, onları bölmek ve sömürmek gayesiyle bu mefhumu çok aktif ve keskin bir silah olarak kullanıyorlar. Sömürgeci devletler bir asırdan fazla İslam ümmetine karşı bu silahı kullanıyorlar. Bunun sayesinde İslam beldeleri üzerinde sinsi amaçlarına ulaşıyorlar.
Basit bir ifade olsa da sömürge siyasetinin “böl, parçala, yut” şeklinde geliştiğini söylemek ve onu bu şekilde vasıflandırmak mümkündür…
Evet, onların siyaseti böyledir ve bu siyasetin artık hiçbir kimseden saklanacak tarafı da kalmamıştır. Bilinen bir gerçek olarak meydanda durmaktadır. Buna rağmen, her nedense salt kullanılışlı bir kavram olarak bile azınlık mefhumunun birçok halk tarafından kabul gördüğünü eklemek gerekiyor. Önce sanki de basit bir kavram olarak konuşulmaya başlayan azınlık kavramı giderek tartışılmaya başlanıyor, kavramın felsefesi yapılıyor, edebiyatı yapılıyor ve sonra da hiç düşünmeden, bu çizgiye nasıl ulaşıldığı hakkında tartışılmadan bir bakıyorsunuz halklar birbirinden ayrılmayı istemeye , “azınlıkların hakları” adı altında türlü türlü fesatlıklarla, birlikte yaşaya gelen ülkeler, milletler, memleketler bölünmeye başlıyor..
İlginç bir biçimde de sömürgeciler hem bu fikri yayıyorlar hem de bu fikrin arkasında duruyorlar. Ta ki; azınlık adı taşıyan beşeri grup kendiliğinden ayrılmayı istesin, bölünsün, parçalansın…
Akabinde sömürgeci güçler bu ayrılıkçı gruplara her tür yardımı takdim ediyorlar. Silah, para, mal, uzman, bilgi, ajan, casus olarak yetiştirilmiş liderler ve benzerleri gibi nevzuhur haller çıkıyor ortaya. Aynı anda elde ettikleri sömürgeleri için propaganda ve reklâm yapıyor, onlar için bölgesel ve devletlerarası konferanslar düzenliyor, BM’lerde, Güvenlik Konseylerinde ve diğer devletlerarası kuruluşlarda kararlar çıkartıyorlar…
Ne garip , ne hazin ve ne kadar düşündürücü bir süreç değil mi?.. Bir yandan bölünüp parçalanarak güya özgür kılındığı söylene söylene sömürgecinin tuzağına düşürülen onca topluluk diğer yandan sömürgecinin uzun erimli, şeytan işi hesapları birlikte yürütülüyor, topluluklar arasına kin ve nefret tohumları ekiliyor, düşman kuşaklar yetiştiriliyor, denge bozulsa da çark sürekli emperyalist sömürgecinin lehine dönüyor döndürülüyor…
Unutmamak gerekir ki, sömürge ülkeler üzerinde sömürgecilerin kontrolü süreklidir. Kendi anlayışlarına göre; azınlık grubu içeren memlekete baskı yaparlar sürekli, ambargo uygular, onunla ilişkilerin bazı şekillerini keser, ona müdahale etmek için tehdit eder, dış bankalardaki mal ve paralarına el koyar, yardım ve kredi verme işini durdurur, hava sahasını kapatır ve buna benzer her tür savaş vesile ve üslubu kullanırlar…
Ayırmak istedikleri halklara milli ve milliyetçi parti ve örgütler kurar, istedikleri şahısları liderler yapmak için onları kamuoyunda meşhur eder, ölmüş dillerini canlandırır, harflerini çizer, gramer kuralarını geliştirir, adlandırdıkları kültür mirasını araştırır, folklorik unsurları abartarak ortaya çıkarıp oynatır ve uyduruk halk müziklerinden tınılar çaldırırlar. Azınlık grup olarak tanıttıkları insanların adet, gelenek, anane ve diğer cahili hususiyetlerini güzel şeyler olarak gösterip öve öve bitiremezler…
Dinden yalnız şekil, kılıf ve merasimleri muhafaza etmeye yönelik mitolojiler türetir ve bu mitolojileri de sürekli teşvik ederler. Onlar için milli ve milliyetçi kahramanlıkla dolu tarihler yazarlar, kâğıttan kahramanlar yapıp uçurmaya çalışırlar… Tasarladıkları vatanın sınırlarını çizer, bunun haritasını devletlerarası kuruluşlara ve enformasyon araçlarına dağıtır, değişik renklerle bir bayrak çizer, yeni yeni milli marş ve müzikler uydurup bunları çaldırır, oyalarda oyalarlar…
Bundan sonrası ise vahimdir artık; azınlık olarak ayrıştırılan ve kopartılan bu halk apayrı bir halk olup bağımsızlığı ve milli kimliği kazanmayı istemeye başlar. Sömürgeci devletler ve BM’ler; “bu halkın kendi geleceğini ve kaderini tayın etmelidir” diye kararlar çıkarttırırlar ve bu kararları siyasi ve iktisadı baskılarla ve gerekirse askeri güçleri kullanarak meri hale getirirler…
İşte; azınlık kavramının böylesine bir gerçeği vardır, böyledir azınlık hikâyesi…
Hikâye böyle olsa da; Sömürgeci devletler bu konuda büyük tecrübe ve geniş bilgi edindiler maalesef… Bu konuda kendilerine yardım eden faktör ise; diğer halkların ve özellikle kendilerinin ifade ettikleri gibi; “üçüncü dünya devletleri ve halklarının geri kalması, saf olması ve uyanıklarının az olmasıdır…
Buna bir de sömürgeci devletlerin Makyavelci düşüncelerini eklemek gerekir. Bundan dolayıdır ki, diğer halkları aldatmak için en alçak üsluplar kullanmak, yalan söylemek, kandırmak, saptırmak, hile yapmak, tuzak kurmak, doğru olmayan şeylere yönlendirmek, kötü olan konuları cazibeli hale getirmek, sahte propaganda ve reklâm yapmak, yanıltmak, kalpazanlık yapmak, gerçekleri saptırmak veya yarım göstermek gibi gerçek olmayanları gerçek olarak göstermekten geri kalmaz ve çekinmezler..
Sömürgeciler nasıl problem çıkartılır ve nasıl istismar edilir bunu çok iyi bilirler; kendileri problemi çıkartır, kurban olacak halka odun toplatır ve ateşlerini de böylece yakarlar… Bu halkı ve diğer halkları bu ateşle yakarlar. Ondan sonra ateşi söndüreceğiz diye müdahale ederler. Kurtarıcı rolü oynarlar. Halkları da bu yakıcı güçlere başvuran, yardım eden ve meselesini çözmek için yılana sarılmak zorunda kalan zavallılar topluluğu olarak sürekli kendi oyun ve hilelerine yönlendirirler. Böylece müdahale haklarını meşrulaştıran sömürgeciler ateşi alevlendirir, insanlık namıyla timsah gözyaşları dökerek ve pis nefesleriyle değişik aldatıcı sloganlar atarak çok sayıda insanı yakar ve arzı tahrip ederler…
Batının düşünür ve siyasi kimseleri bir mefhum ortaya çıkartmak istedikleri zaman; bakış açıları olan dini hayattan ayırma ve menfaatçilik esasını izlerler. Bu açıdan bakarlar ve buna dayanırlar, bundan nedense hiç vazgeçmezler ve hiç çaktırmadan, bu hususlara doğrudan dikkati çekmeden, sanki objektif bakıyormuşçasına tarif ederek yeni yeni mefhumları ortaya çıkartır veya çıkarttırırlar. Bu nedenle, bütün tarif etme çabaları ve hangi hali nasıl izah ederlerse etsinler izahlar da gerçeğe uygun düşmez…
Sömürgeciler ve emperyalistler diğerlerine ve özellikle Müslümanlara fikir ihracatı yaparken bütün gerçekleri saptırırlar. Müslümanlara kendi mefhumlarını benimsettirmeye çalışırken İslam’la bağdaştırmaya çalışırlar. Bundan dolayı onların bu sinsi davranışlarını samimi ve uyanık kimseler dışında kimse idrak edemez. Âlim, hoca, şeyh, yazar, çizer, araştırmacı sıfatı taşıyan çok kimsenin onların tuzaklarına düştüklerini görüyoruz. Öyle ki; bazı zamanlar uyuşturulmuş mantık sahibi nice alim, düşünür, yazar takımından kimseler bu mefhum ve tarifleri sanki pek parlak ilmi icatlar olarak telakki eder ve öyle anlar ve kullanmaya başlarlar…
1991’de BM’nin azınlık mefhumunu tarif etmek için görevlendirdiği Francesco Capotorti 1930 senesinden beri bu mefhumun gelişmesini incelemiştir. BM’ler bu incelemeyi bir raporunda yayınlamıştır. Görevlendirilen bu şahıs Devletlerarası Adalet Mahkemesine istişare şeklinde kendi görüşünü sunmuştur.
Sunduğu raporda şu sözler geçmiştir: “Bir grup (azınlık) bir ülkede veya bir bölgede yaşayan bir takım fertlerden oluşup bir ırka mensup olur veya bir dile veya bir takım özel adetlere sahip olurlar. Bir veya bir kaç özellik kendilerini birleştirip kendilerine bir kimlik kazandırır. Birbirleriyle dayanışma yaparak kendi geleneklerini korumaya, ibadetlerinin şekline bağlanmaya ve geleneklerinin ruhuna uygun şekilde çocuklarını yetiştirmeye çalışırlar. Aynı anda birbirlerine yardım ederler.” (Francesco Capotorti; Study on the Rights of persons beluging to Ethnic, Religious and Linguistic Minorities United Nations New York 1191)
1950’de BM’ne bağlı olan Azınlıkları Koruma ve Ayrımcılığı Önleme Yan Teşkilatı azınlık teriminin manasını sınırlandıran, temel unsurları münakaşa etmek için bir kaç toplantı yaparak şu görüşleri ortaya atmıştır: “Azınlık olarak tanınmış gruplar diğer nüfustan ayrı bir ırka mensup olabilir, ayrı dini geleneklere veya ayrı dile veyahut ayrı özelliklere sahip olabilirler.. Böyle gruplar hem milli sahada hem de devletlerarası sahada bir takım icraatlar yapılarak korunmalıdır. Böylece bu gruplar kendi gelenekleri ve özelliklerini koruma ve yerleştirme imkânına sahibi olurlar.” (Athanasia Spilionpoulou Akermak, justifications of Minority Protection in İnternational Law ( London/The Haguc/Boston: Kluner Law İnternational, 1997)
Başka bir incelemede BM görevlisi olan Francesco Capotoriti bir kaç devletin görüş ve fikirlerini aldıktan sonra, bu incelemenin sonucunda şöyle açıklamıştır: “Azınlık tarifine şu unsuru eklemek üzere durmak gerekir: Bir azınlık kendi gelenek ve hususiyetleriyle ilgili kendilerine ait itibarı korumada istekleri göz önünde tutulmalıdır.” Bu nedenle şu ifade eklenmiştir: “Azınlığı teşkil eden grup sosyal ve kültürel şahsiyete sahip olur.” Ayrıca da şu ifade eklenmiştir: “Azınlık gruplar himaye ihtiyacı vaziyetlerinin zaaflığından, hatta demokratik devletin çerçevesinde konumlarının zayıf olmasından ileri gelir.” (Athanasia Spilionpoulou Akermak, justifications of Minority Protection in İnternational Law ( London/The Haguc/Boston: Kluner Law İnternational, 1997)
Azınlık manasını sınırlandıran bu unsurlarla beraber yeni şeyler geliştirilmiştir; Bunlar de devletlerarası anlaşmalar ve vesikalarına yansımıştır. Misal olarak; 1993’te Avrupa devletlerinde olan ırkı azınlıkları himaye etmek için “Viyana İlanı” çıkartılmıştır. Bu ilanda şunlar geçmiştir: “Irkı azınlıklar bir devletin sınırları dâhilinde kendi iradesine karşı tarihi hadiseler vuku bulunan gruplardır. Buna benzer azınlıklar ile bu devlet ve bunun vatandaşları arasındaki alakalar daimidir.’’ (Tanislav Chernichenko, Definition of Minorities)
Bir başka misal: 18.11.1994’te Torino’da Avrupa Merkezi Projesinden Azınlıkların Hukuklarını Koruma Kanunu sadır olmuştur. Bunun birinci maddesi şöyledir: “Irkı veya milliyetçi azınlık ıstılahı; bir devletin diğer nüfuslarından daha az sayıya sahip demektir. Aynı anda bu azınlık grup o devletin vatandaşlarından bir parça teşkil ederler, etnik veya dini veyahut lügavi hususiyetlere sahiptirler. Bu hususiyetler o devletin diğer vatandaşlarınkinden farklı olur. Ayrıca, kültürel ve dini gelenekleri korumaya çalışırlar.’’ (Tanislav Chernichenko, Definition of Minorities)
Parçalanıp yok olan Sovyetler Birliğinden ayrılan ülkelerin kurdukları Bağımsız Devletler Teşkilatının 21.10.94’te Moskova’da yaptıkları toplantıda yukarıda Avrupalıların çıkarttıkları tarife benzer bir tarif kullanılmıştır. “Azınlığa mensup olan kişiler sözleşmeye imza atan devletlerin herhangisinde ve herhangi bölgesinde daimi şekilde ikamet ediyorlarsa bu devletlerin vatandaşları sayılırlar. Ancak bu kişiler ırkı veya lugavi veyahut kültürel veyahut dini hususiyetlere sahiptirler. İşte; bunlar bu şekilde devletin diğer nüfusundan ayrı özelliklere malik olurlar.’’ (Tanislav Chernichenko, Definition of Minorities)
Bu tarife ek olarak ta şu ifade getirilmiştir: “Bir kimsenin daimi ikametinden veya vatandaşlığından mahrum etmeye yönelik herhangi bir icraat yapmaya müsaade edecek veya teşvik edecek azınlık için herhangi bir tefsir getirmek caiz değildir.’’ (Bishop Gregorious)
BM’nin özel araştırmacısı Capotoriti kendi araştırmasına şöyle ifade eklemiştir: “Azınlıkların sivil durumlarıyla ilgili şikâyetlerine icabet etmemek bunların sivil ve siyasi haklarını çiğnemek demektir.’’ (Athanasia Spilionpoulou Akermak, justifications of Minority Protection in İnternational Law London/The Haguc/Boston: Kluner Law İnternational, 1997)
Bütün bu şeytan işi demonik ve plancı azınlık ve azınlık hakları tariflerinde şu hususlar bariz bir şekilde görülür: Batılılar, her memleketin azınlık diye bölünüp parçalanmanın odağına yerleştirdikleri ahalisini bazen ırki veya mikro milliyetçi ayrıştırmalar ile bazen dile dayalı veya dini veyahut adet ve geleneklere dönük saçma sapan deneysel araştırmalarla veyahut kültürle ilgili sakatlanmış tariflerine, ahalinin alt kültür kalıplarında donuklaşmış basit değişkenlerine göre bölerler.. Halkın değişik gruplar olarak ya da sözgelimi İslam’ın emretmiş olduğu çoğunluktan ziyade çoğulluğa dayalı bir rıza ve gözetme eksenindeki ortak bir potada ermesini kabul etmezler, edemezler… Hatta bundan da ötesinde bütün bu halkaların Allah’ın yaratmış olduğu kardeşler topluluğu olarak bir devlette kaynaşmalarını, bir kültürde entegre olmalarını bile reddederler.
Azınlık mefhumunun tariflerine son verirken şu noktaya dikkati çekmek istiyoruz: Batı devletleri toprakları üzerinde yaşayan Müslümanların kimliklerini ve kültürlerini reddediyor, dinlerini tanımıyor, kendi potalarında erimelerini, kendi toplumlarında ve kültürlerinde entegre olup uyum sağlamaları için zorluyor ve bu yönde çalışıyorlar. Diğer taraftan da İslam beldelerindeki halkları bölmeye, bunun yanında on üç asırdır kendileriyle kaynaşan ve uyum sağlayan gayrı Müslimleri ayırmak için kışkırtmaya gayret sarf ediyorlar. Bu tezat ve çelişki değil midir? Tamamen çifte standart ve taraflı bir uygulamadan başka nedir?..
Gerçek odur ki; zalimler insaflı ve adaletli olamazlar.
Mahmut Celal Özmen