Başörtüsü ve Örtünme
İslâmiyet’ten önce Araplarda örtünme adeti yoktu. Kadına saygı gösterilmez, kadınlar da erkeklerden sakınmazlardı. Başörtülerini enselerine bağlar veya geriye doğru bırakırlardı. Yakaları önden açılır, boyunları ve gerdanlıkları ortaya çıkar, süsleri gözükürdü. Erkeklerin ilgisini çekmek için süslenen, açık saçık kıyafetler giyinen, bakışlarıyla ilgi toplamaya çalışan düşük ahlaklı kadınlar da vardı. ((Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936, C. IV, s.3506 ve C. V, s.3927 (Nur Suresi 31, Ahzab 59).)) Evlilik dışı ilişkiler peşinde koşan bir kısım erkekler, kadınların arkasına takılır ve onları zan altında bırakırlardı. ((Fahreddin er-Râzi Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer (öl. 606 h. /1210 m.) et-tefsîr’ül-kebîr, Mısır, C. XXV, s.230 (Ahzab 59).))
Örtünme ile ilgili emirler Ahzab Suresi ile Nur Suresi’ndedir. Her iki surenin de Medine-i Münevvere’de indiği hususunda tam bir görüFş birliği vardır. ((el-Kurtubî Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (öl. 671 h. /1273 m.), tahkik eden Ebu İshak İbrahim Etfiş, el-Cami li Ahkam’il-Kur’an, Kahire 1387 h. 1967 m. C. XII, s.158 ve C. XIII, s.113.)) İslâm’ın bir çok emir ve yasağı gibi örtünme emri ile buna ilişkin yasaklar da Medine-i Münevvere’de gelmiştir.
Kadınlar Medine-i Münevvere’de de günahkâr erkekler tarafından rahatsız ediliyorlardı. Durum Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’e şikayet edilince Ahzab Suresi’nin 59. ayeti nazil oldu. ((el-Kurtubî, a.g.e., C.XIII, s.243 (Ahzab 59).))
“Ey Nebî; eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, cilbablarını üzerlerine sıkıca örtünsünler. Böylesi onların (iffetli olarak) tanınmaları ve rahatsız edilmemeleri için daha elverişlidir.”
Cilbab, kadınların evlerinden çıkarken üstlerine aldıkları, başörtüsünden büyük bir örtü ya da büyük bir başörtüdür. Bu husus ileride tekrar ele alınacaktır.
Bazı kadınlar cilbab başları üzerine, bazıları da omuzlarına atarlar. İki ucu bir biri üzerine sıkıca örtülmezse kadının saçları, boynu ve gerdanlığı gözükür ve erkeklerin bakışlarını üzerine çeker. Kimi kötü niyetli erkekler de bundan umutlanarak böyle kadınların arkasına düşer, onları rahatsız eder ve töhmet altında bırakırlar.
Kadınlar cilbabını, başını kapayacak şekilde alır ve uçlarını bir biri üzerine getirerek sıkıca örtünürse bu, onların iffetli ve ahlâklı olduğunun bir işareti olur ve rahatsız edilmekten kurtulurlar.
Nur Suresi’nin 31. ayetinde ise örtünme emrinin kapsamı genişletilmiş, bakışların kontrol edilmesi, namusun korunması, akrabalar ve yabancı erkekler yanında bazı organlar dışında kalan yerlerin örtülmesi farz kılınmıştır.
BAKIŞLARIN KONTROL EDİLMESİ
Gözler kalbe açılan pencerelerdir. Duygusal ilişkiler göz göze gelmekle başlar. Sonra bütün davranışlar bundan etkilenir. Eğer arkasında evlilik yoksa böyle bir ilişki sadece ızdırap kaynağı olur. Kur’an-ı Kerim gerek erkeğe, gerekse kadına bakışları kontrol etme emri verilmiş ve karşı cinsin gözünün içine bakmak yasaklamıştır. Çünkü kadınla erkeğin evlilik dışı yollarla birbirinden cinsel yönden yararlanması kesin olarak yasaktır.
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini önlerine indirsinler ve avret yerlerini korusunlar….” (Nur 24/30)
“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini önlerine indirsinler ve avret yerlerini korusunlar….” (Nur 24/31)
Cilbabıyla sıkıca örtünüp, erkekler yanında gözlerini önüne indiren ve bakışlarıyla onlara hiç bir ümit vermeyen bir kadın, kötü niyetli erkeklerin dahi saygısını kazanır. Bu kadın, namusunu da kolay bir şekilde koruma imkanı elde eder.
ZİYNETİN AÇILMASI
Allah-ü Teâlâ kadını güzel bir biçimde yaratmıştır. Saçları, yüzü, boynu, gerdanlığı, kolları, ayakları, hasılı kadının bütün vücudu güzeldir. Takındıkları takılar da güzelliklerine güzellik katar. Kadın bu güzellik ve süslerini istediği gibi sergileyemez. Zaten yaratılıştan kendisine verilen utanma duygusu da buna engeldir. Aralarında daimi evlenme yasağı bulunan babası, kardeşi, oğlu, dayısı, amcası gibi kimselere zinet yerlerini göstermesine müsaade edilmiştir. Genellikle iç içe yaşandığından kadının bu gibi kimseler yanında her tarafını kapaması sıkıntıya sebep olur. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mümin kadınlara söyle …. görünen kısım dışındaki zinetlerini açmasınlar….”(Nur 24/31)
Bu emirle, açılmasına ihtiyaç olan yüz ve eller dışındaki süs yerlerinin kapatılması istenmektedir. Buna göre mümin kadınlar, başlarını, boyunlarını, kulaklarını, göğüslerini, kollarını ve ayaklarını kapayacaklardır.
Ayetin devamında bazı erkeklerin yanında, kadının zinet yerlerini açmasına müsaade edilmiştir:
“… kadınlar zinet yerlerini kocaları, kendi babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulundurdukları cariyeler, kadına arzusu kalmamış ele bakar hale gelmiş erkekler ve kadınların mahrem yerlerinin farkına varmayan erkek çocuklardan başkasına açmasınlar…” (Nur 24/31)
Konu ile ilgili ayrıntılı hükümler ileride gelecektir.
BAŞÖRTÜSÜ
Ayette başın örtülmesi özellikle emredilmiş ve örtünmenin nasıl yapılacağı da belirtilmiştir.
“Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar….” (Nur 24/31)
Eskiden kadınlar yakaları açık elbiseler giyinirler, boyunları ve göğüs kısmı gözükürdü. ((Ebubekr el-Cessas er Râzî (öl. 370 h. /980 m.), Ahkam’ül-Kur’an, Beyrut (Matbaa-i Amire baskısından ofset), C. III, s.371.)) Bu emirle başörtülerinin bir bölümüyle boyunlarını ve yakalarını örtmeleri istenmiştir.
Bütün mezhepler müslüman kadının başını örtmesinin farz olduğu konusunda tam bir görüş birliği içindedirler. Ancak Malikî mezhebi ile ilgili olarak bazılarının zihnini karıştıran bir konu vardır.
Malikî mezhebinde saçlar (avret-i hafife) hafif avret sayıldığından, acaba Malikî mezhebine göre bir kadın başörtüsü kullanmadan, saçı açık olarak dışarı çıkamaz mı?
Malikî mezhebinde kaba avret (avret-i muğallaza) ve hafif avret (avret-i hafife) ayırımı yalnız namaz açısından yapılmıştır. Kadının yabancı erkekler yanında örtünmesi gerekli yerler açısından böyle bir ayırım yoktur. Bilindiği gibi avret yerlerinin kapatılması namazın farzlarındandır. Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre namazda başörtüsü açılan bir kadının namazı bozulur. ((Fahreddin er-Râzî, a.g.e., C. XXIII, s.206; el-Kurtubî a.g.e., C. XII, s.230.)) Ancak Malikî mezhebi bu durumda kadının namazının bozulmayacağını belirtmiş, fakat vakit çıkmadan namazın iade edilmesini istemiştir. Çünkü baş, namaz açısından hafif avrettir, bu her ne kadar namazı bozmasa da kadının başını açması haram olduğundan namaz kılarken işlenen bu haram fiilin günahından kurtulmak için henüz vakit çıkmadan namazın iade edilmesi gerekli görülmüştür. Vakit çıktıktan sonra namazı iade imkanı ortadan kalkar. ((Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, İst. 1986, s.99; Ahmed b. Hacer el-Heytemî, Tuhfet’ül-Muhtac bi Şerh il-Minhac, (Şirvânî ve İbâdî haşiyeleri ile birlikte) tarih ve yer yok, C. II, s.111; Abdullah b. Ahmed b. Kudame (öl. 620 h. /1223 m.) el-Muğnî, Kahire, C. I, s.578.))
Malikî mezhebine göre kadının yabancı erkekler karşısındaki davranışı şöyledir:
Kadın, müslüman olan bir yabancı erkek karşısında eli ve yüzü dışındaki bütün organlarını kapamak zorundadır. Bu ona farzdır. Eğer bir fitne korkusu yoksa yabancı erkek kadının yüzüne ve ellerine bakabilir. Fitneden korkulduğunda kadının elini ve yüzünü de kapamasının farz olduğunu söyleyen Malikî alimler olmuştur. “Kadının bir sorumluluğu yoktur, bu durumda erkeğin bakmaması farzdır.” diyen Malikî alimler de vardır. Malikî mezhebine göre kadın, müslüman olmayan bir yabancı erkeğe yüzü ve elleri de dahil hiç bir organını gösteremez. ((Muhammed Uleyş, Menâhil’ül-Celî alâ muhtasar-i allâme Halîl, tarih ve yer yok, C. I, s.133.Muhammed Uleyş, Menâhil’ül-Celî alâ muhtasar-i allâme Halîl, tarih ve yer yok, C. I, s.133.))
Demek ki, bütün İslâmî kaynaklar müslüman bir kadının yabancı erkekler karşısında başını örtmesinin farz olduğu konusunda tam bir görüş birliği içindedir.
Ayetin ilgili kısmı şöyledir: وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ
(ضرب)‘ın Türkçe karşılığı ‘vurmak’tır. Bu, Arapça’da bir şeyi bir şeyin üstüne düşürmek ve sabitlemek olarak açıklanmaktadır. ((er-Rağıb el-İsfahânî, Müfredâtü elfâz’il-Kur’an, Beyrut 1412/1992, s. 505. Burada geçen ifade şöyledir: (الضرب إيقاع شيء على شيء)))
Burada fiil (على) harf-i cerri ile kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de (ضرب) fiilinin bu şekilde kullanıldığı başka ayetler de vardır. O ayetler buradaki mananın tam olarak ne olması gerektiği konusunda bizi aydınlatır.
(ضربت عليهم الذلة) Bu ayet Rağıb el-İsfahânî’nin Müfredat’ında şu şekilde açıklanmaktadır: (إلتحفتهم الذلة التحاف الخيمة بمن ضربت عليه) “Alçaklık onları, üzerine çadır kurulan kişiyi çadırın örttüğü gibi örtmüştür. (ضربت عليهم المسكنة) ayeti de aynı şekilde açıklanmıştır. ((er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e. s.506.))
Demek ki, (ضرب) fiili (على) harf-i cerri ile kullanılınca üstünü örtmek anlamına geliyormuş.
Cüyûb: Ayette geçen (جيوب) kelimesi( جيب)kelimesinin çoğuludur. Ceyb Arapçada yaka anlamınadır.
Ayette başörtüleri diye tercüme edilen kelime (خُمُر) dır. Bu, (خِمار) kelimesinin çoğuludur. Bunun da kökü (خَمْر)dir. Güvenilir bir Kur’an lugatı olan Müfredât’ta şöyle denmektedir. (خَمْر)‘ın kök anlamı bir şeyi örtmektir. (خمار) da örtü anlamındadır. Ancak Arap örfünde kadının başını örttüğü örtüye isim olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar….” (Nur 24/31)
Aklın bulunduğu yeri örttüğü için şaraba da (خَمْر) adı verilmiştir. ((er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e. s.298.))
Güvenilir hadis lügatı olan İbn’ül-Esîr’in en-Nihâye’sinde :
(أنه كان يمسح على الخُفِّ والخِمار) “O, mestinin ve hımarının üzerini meshederdi.” hadisindeki (خمار) kelimesi ile ilgili olarak şöyle deniyor: “Burada sarığı kastetmiştir. Çünkü erkek onunla başını örter. Nitekim kadın da başını hımar ile örter. Bu şundandır: Arap sarığını örter ve onu çenesinin altından döndürürse her vakitte açamaz. O zaman o, mestler gibi olur. Ama bu durumda başının az bir kısmını meshetmesi gerekir. Kaplama mesh yerine de sarığının üstünü mesheder. ((İbn’ul-Esîr, el- Mübârek b. Muhammed el-Cezerî (544/606 h.), en-Nihâye fî garîb’il-hadîsi v’el-eser, Beyrut 1399/1979, II/78.))
(خمار) kelimesinin kadının başörtüsü anlamına geldiği eski sözlüklerde yazılıdır. (الخمار للمرأة وهو النصيف) Hımar kelimesi kadın için nasîf anlamındadır. ((İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem (630-711 h.), Lisan’ul-Arab, Beyrut, 1410/1990, IV/257; Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâc’ul-Arûs, Mısır 10306, III/188.)) Nasif de başörtüsüdür. ((İbn Manzûr, Lisan’ul-Arab, IX/332.))
İçinde (خمار) kelimesi geçen çok sayıdaki hadisten üç örnek verelim:
1- Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme ipekli elbiseler getirilmişti. Ömer’e bir elbise gönderdi. Üsâme b. Zeyd’e bir elbise gönderdi. Ali b. Ebî Talib’e bir elbise verdi ve dedi ki;
(شققها خمرا بين نسائك) Onu karıların arasında başörtüsü olarak parçalara ayır…. Akşamüstü Üsame elbisesinin içinde çıkageldi. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ona farklı bir bakışla bakınca yaptığından hoşlanmadığını anladı. Dedi ki, “Ey Allah’ın Elçisi! Bana neden bakıyorsun, onu bana sen göndermiştin.Buyurdu ki, “Ben onu sana giyesin diye göndermedim. Ama onu sana gönderdim ki, kadınların arasında başörtüler olarak parçalayasın. (لتشققها خمرا بين نسائك) (Müslim, Libas7-2068)
2- Alkame b. ebî Alkame annesinin şöyle dediğini naklediyor: Abdurrahman’ın kızı Hafsa Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin eşi Ayşe’nin yanına girdi Hafsa’nın üzerinde ince bir başörtüsü vardı. Ayşe onu parçaladı ve ona kalın bir başörtüsü giydirdi.
(وكستها خمارا كثيفا) (El-Muvatta, Libas, 4, hadis no 6)
3- Aişe Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini bildirmiştir. (لا يقبل الله صلاة حائض إلا بخمار) Allah adet gören (yani büluğ çağına ermiş) bir kadının namazını başörtülü olmadan kabul etmez”. (Ebu Davud Salat 85, hadis no 641)
CİLBAB
Baş tarafta belirtmeye çalıştığımız gibi İslâmiyet’ten önce Araplarda örtünme adeti yoktu. Kadına saygı gösterilmez, kadınlar da erkeklerden sakınmazlardı. Evlilik dışı ilişkiler peşinde olan bir kısım ayak takımı, kadınların arkasına takılır, onları rahatsız eder ve suçlama altında bırakırlardı. Müslümanlar henüz tuvaleti icat etmeden önce kadınlar ihtiyaçlarını gidermek için evlerin arkasındaki boş sahaya doğru giderlerdi. Bunu gören kötü ahlaklı erkekler onları incitici davranışlara girerler. Kadınlar bağırınca geri çekilirlerdi. Durum Nebî sallallahü aleyhi ve sellem’e şikayet edilince Ahzab Suresinin 59. ayeti nazil oldu. ((Muhammed Uleyş, a.g.e., C. I, s.133.))
“EyNebîl! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, cilbablarını üzerlerine sıkı örtsünler. Böylesi onların (iffetli olarak) tanınmaları ve rahatsız edilmemeleri için daha elverişlidir.”
Cilbab başörtüsünden büyük ve rida’dan küçüktür. Kadın onu başına sarar ve kalan kısmını göğsü üzerine sarkıtır. ((el-Kurtubî, a.g.e., C. XIV, s.243; Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.371.)) Günümüzde müslüman kadınlar iki türlü başörtüsü kullanmaktadırlar. Birisi saçlarını ve boyunlarını örtmek için kullandıkları küçük başörtüsü diğeri de namaz kılarken ve dışarı çıkarken kullandıkları büyük başörtüsü. Buna göre başı örttükten sonra, kalan kısmı göğüs üzerine sarkıtılan büyük başörtüsü yukarıda tanımı geçen cilbab olmaktadır.
Cilbabın milhafe olduğu da söylenmiştir. ((Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Muhammed b. Muhammed el-İmâdî (öl. 982 h. /1574 m.) Tefsirü Ebissuud (Tefsir-i Kebir ile birlikte) Matbaa-i Amire, C. VII, s.801 (Ahzab 59).)) Milhafe, yorgan ve çarşaf gibi bürünecek şey ve üstlük elbise anlamına gelir. ((Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, a.g.e., C. VII, s.801.)) Burada yorgan söz konusu olamayacağı için cilbab, mülâe demek olur. ((Firuzabâdî, Kamus’ül-Muhît, tercüme Asım Efendi.)) Mülâe, kadınların büründükleri çâr’dır. Bir en yada iki en kumaştan yapılır. Bununla bütün vücutlarını bürüyüp örtünürler. ((el-Mucem’ül-Vecîz, Heyet tarafından hazırlanmış, Mısır 1400 h. /1980 m.)) Burada söz konusu olan çâr ya da çarşaf (milhafe) günümüz Türkiye’sinde kadınların giydiği, yüz ve ayaklar dışında bütün vücudu örten ve tek parça olarak dikilmiş elbise değil, bazı yerlerde ehram, bazı yerlerde de şal adı verilen ve kadınların bütün vücutlarını bürüyüp örten bir kumaştır.
Cilbabın rida olduğu da ifade edilmiştir. ((Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.)) Rida başa ve belden yukarıya bürünecek çâr, şal ve kumaş gibi şeylerdir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.371.))
Cilbaba, kadını baştan aşağı örten çarşaf, ferace ve çâr gibi dış elbise anlamı da verilmiştir. ((Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.)) Buna göre kadının yüzü ve ayakları dışında bütün vücudunu örten ve tek parça elbise olarak dikilmiş bulunan çarşaf bir cilbab olduğu gibi başörtüsü ile birlikte manto veya pardesü de cilbab sayılmaktadır.
CİLBABI ÖRTÜNME ŞEKLİ
Cilbabın nasıl örtünüleceğine dair kaynaklarda farklı bilgiler vardır.
1- Yalnız gözün biri açıkta kalacak şekilde sıkıca örtünmek. İbn Abbas (r.a.) demiştir ki, Allah-ü Teâlâ, cilbab ayetiyle mümin kadınlara, bir ihtiyaç için evlerinden çıktıklarında baştan aşağı yüzlerini cilbabları ile kapamalarını ve yalnızca bir gözlerini açık bırakmalarını emretmiştir. Muhammed b. Sîrîn diyor ki, “Ubeydet’üs-Selmânî’ye cilbab ayetini sordum, yalnız sol gözünü açık bırakarak yüzünü ve başını örttü.” ((Elmalılı, a.g.e., C. IV, s.3927-3928.)) Elmalılı Muhammed YAZIR diyor ki, “Bizler yetiştiğimiz zaman memleketimizde validelerimizin tesettür tarzı bu idi.” ((İsmail b. Kesir (öl. 774 h. /1372 m.), Tefsirü İbni Kesir, Muhammed es-Sabûnî tarafından ihtisar ve tahkik edilmiş nusha, Beyrut 1393, C. III, s.114.))
2- Cilbabını alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burnunun üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi de açık kalsa bile yüzün büyük bölümü ve göğsü tamamen örtmek. Bugün Anadolu’nun bir çok yöresinde kadınlar dışarı çıkınca böyle örtünürler. Elmalılı Muhammed YAZIR diyor ki, 1310 da (yani 1895 tarihinde) İstanbul’a geldiğimde İstanbul hanımlarının, bir peçe ilave edilmek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla tesettür tarzları bu idi. ((Elmalılı, a.g.e., C. V, s.3928.)) Eldeki bu açık şemsiye yağmur ve güneşe karşı değil, erkekler yanından geçerken kadına perde görevi görsün diye taşınıyordu.
3- Bu ayet, örtülü ve iffetli olduklarını göstermek için genç kadınların dışarı çıkınca yüzlerini örtmeleri gerektiğini göstermektedir. Böylece düşük ahlâklı kimseler bunları rahatsız etmezler. ((Elmalılı, a.g.e., C. V, s.3928.)) Bugün Suudî Arabistan’da kadınlar bu şekilde sokağa çıkmaktadırlar.
KADINA BAKMA YASAĞI
Nur Suresi’nin 30. ayetiyle erkeklerin kadınlara bakmaları ve onları rahatsız edici tavırlar içine girmeleri yasaklanmıştır.
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini önlerine indirsinler ve avret yerlerini korusunlar. Böylesi kendileri için daha temizdir. Allah onların yaptıkları her şeyden haberdardır.”
Bu ayetle erkeklerin gözlerini, kendilerine haram olan şeylerden çekmeleri ve evlilik dışı ilişkilere götürebilecek davranışlara girmemeleri emrolunmuştur.
Kadın ile erkek birbirine karşı güçlü cinsel arzu içinde bulunurlar. Bunun ayıplanacak ve yadırganacak bir tarafı yoktur. Ancak İslâm dini bu arzunun evlilik dışı yollarla tatmin edilmesini şiddetle yasaklamış, aykırı davranışları, toplum düzenini sarsan ağır bir suç saymıştır. Bu sebeple bütün unsurları ile tespit edilmiş bir zina suçunu bağışlama yetkisi hiç bir şahıs ya da makama verilmemiştir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.372.))
Bakışlar kadınla erkek arasındaki ilk irtibatı kurar, günaha elçilik eder. Gözleri öne eğip harama bakmamak kolay değildir. Bir çok kimse bu konuda kendine hakim olamayacak gibi olur. ((Damad Abdurrahman b. Muhammed, Mecma’ül-Enhür (hudud), İstanbul 1301, C. I, s.542 vd.))
Bir gün Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem ashabına,
«- “Sakın yollar üzerinde oturmayın.” buyurdu. Dediler ki,
– “Ya Rasûlellah, bir türlü oturmazlık edemiyor, yol üzerinde konuşuyoruz.” Buyurdu ki,
– “Mutlaka oturmak istiyorsanız, yolun hakkını verin.”
-”Yolun hakkı nedir?” diye sordular. Buyurdu ki,
– “Gözü öne indirmek, kimseye sıkıntı vermemek, selâm almak, iyiliği tavsiye edip kötülüğe engel olmaktır.”» (Buhari, İstizan 2; Müslim, Selâm 2)
Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem Ali’ye (r.a.) buyurdu ki, “Ya Ali, bir kere baktıktan sonra ikinci bakışı yapma, birinci bakış senin hakkın ama ikincisi senin hakkın değildir.”
Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem bir keresinde de şöyle buyurmuştur: “Ey Adem oğlu, birinci bakış senin hakkın ama sakın ikinci bakışı yapma.” Birinci bakış kasıtsız olarak yapılacağı için kişinin hakkıdır. Eğer harama bakmak kasdıyla olursa birincisi de yasaktır. ((Fahreddin er-Râzî, a.g.e., C. XXIII, s.205.))
Erkeğin bakabileceği ve bakamayacağı kadınlar vardır. Hanefî mezhebine göre durum şöyledir:
1- Erkeğin, mahremi olan kadınlara bakması: Bir erkek, aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan bir kadının, mesela annesinin, kızının, teyzesinin diz kapağı ile göbeği arasına bakamaz; arzu duymaması şartıyla başına, boynuna, göğsüne, kollarına, dizkapağının altında olan baldırına bakabilir. Bu organlara dokunması da caizdir. Ancak bunun için taraflardan hiç birinin diğerine arzu duymaması gerekir. Böyle bir endişe olursa ne dokunmak ne de bakmak caiz olur.
Erkek, mahremi olan kadınların karın bölgesine ve sırtına da bakamaz. Bir kadın, kendisinin böyle yakını olan bir erkeğin yanında karnını, sırtını, dizkapağı ile göbeğinin arasını örtmek zorundadır. Bu ona farzdır.
Erkeğin mahremi olan yani kendileri ile ebediyyen evlenemeyeceği kadınlar annesi, babaannesi, anneannesi, kız kardeşleri, erkek ve kız kardeşlerinin kızları, kendi kızları, torunları, halaları ve teyzeleri, karısının annesi, süt annesi, süt ninesi, süt kardeşi, süt kardeşinin kızları, süt kızı, süt kızının kızları, süt halası ve süt teyzesidir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315 (Nur Suresi 30).))
Nikâhtan sonra cinsel birleşme olmuşsa o zaman karısının başka kocadan olma kızı da erkeğe ebediyyen haram olur. ((Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, (Müslümanlıkta aile ve karabet münasebetleri) İst. 1986, s.415.))
2- Erkeğin evlenebileceği kadınlara bakması: Erkeğin evlenebileceği kadınlar, aralarında ebedi evlenme yasağı olmayan kadınlardır. Geçici evlenme yasağının bu konuda etkisi yoktur. Mesela iki kız kardeşi bir arada nikahı altında bulundurmak yasaklanmıştır. ((Bkz. Nisa Suresi ayet 23.)) Karısının ölmesi ya da onu boşaması halinde baldızı ile olan evlenme yasağı ortadan kalkacağı için baldız, yani karısının kız kardeşi bu bakması yasak olan kadınlar grubuna girer.
Yabancı olsun veya kendisi ile evlenebileceği bir yakını mesela amcasının veya dayısının kızı olsun erkek böyle bir kadının yalnız yüzüne ve ellerine bakabilir. Eğer arzu duyuyorsa bu organlara da bakamaz. Bir kadın, aralarında ebedi evlenme yasağı bulunmayan bir erkeğin yüzü ve elleri dışındaki bütün organlarını kapamak zorundadır.
3- Erkeğin kendi karısına bakması: Arzu duysun duymasın bir erkek karısının bütün organlarına bakabilir. Cinsel organına bakmaması edebe uygun görülmüştür.
4- Doktorun bakması: Bir doktor, tedavi ettiği bir kadının hasta olan mahrem organına ancak zaruret miktarı bakabilir. Eğer bir kadına tarif ederek tedavisini yaptırabiliyorsa bu daha uygun olur. Çünkü cinsin cinse bakması daha zararsızdır. ((Bkz. Nisa Suresi ayet 23.))
ERKEĞE BAKMA YASAĞI
Nur Suresi’nin 31. ayet-i kerîmesi aynen erkekler gibi kadınların da harama bakmasını yasaklamış evlilik dışı ilişkilere sebep olacak davranışlardan uzak kalmalarını emretmiştir.
“Mümin kadınlara söyle, gözlerini önlerine indirsinler ve avret yerlerini korusunlar…”
Gözler kişiyi gayri meşru ilişkilere götürebilecek en önemli giriş kapısıdır. Haramlar karşısında gözlerinizi öne indirerek bu kapıyı kapattığınız zaman avret yerlerinizi korumanız ve evlilik dışı ilişkilere sebep olacak davranışlardan kaçınmanız büyük ölçüde kolaylaşır.
Yukarıda “Kadına Bakma Yasağı” bölümünde geçen hadisler bu bölüm için de geçerlidir.
Hanefi mezhebine göre bakma konusunda kadınlara düşen görevi şöylece sıralayabiliriz:
1- Kadının kadına bakması: Bir kadın, arzu duysun veya duymasın diğer bir kadının dizkapağı ile göbeğinin arasına bakamaz. Arzu duymamak şartı ile diğer organlarına bakabilir. Eğer arzu duyuyorsa diğer organlarına bakması da haram olur. Bu sebeple bir kadın, başka bir kadının yanında diz kapağı ile göbeğinin arasını kapamak zorundadır, bu ona farzdır.
2- Kadının erkeğe bakması: Bir kadın, kocası olmayan bir erkeğin diz kapağı ile göbeğinin arasına bakamaz. Arzu duymamak şartıyla bunun dışındaki organlarına bakabilir. Erkek ister yabancı olsun, isterse kendi oğlu, babası, amcası gibi bir yakını olsun fark etmez. Bu sebeple bir erkeğin, başkaları yanında dizkapağı ile göbeğinin arasını kapaması farzdır.
3- Kadının kocasına bakması: Arzu duysun veya duymasın, bir kadın kocasının bütün organlarına bakabilir. Erkeklik organına bakmaması edebe uygun görülmüştür. ((Damad, a.g.e., C. II, s.538-542.))
KADINLARIN ÖRTÜNMESİ
Kadınların örtünmesiyle ilgili hükümler Nur Suresinin 31. ayetinde oldukça ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir:
“… Görünen kısım dışındaki ziynetlerini açmasınlar…”
Ziynet, süslenecek, bezenecek ve donanacak şeye denir. ((Damad, a.g.e., C. II, s.538-542.)) Kadının ziyneti olarak düşünüldüğü zaman takıları, giyimi ve kuşamı anlaşılır. Bunların alımı satımı, üretimi ve başkalarına gösterilmesi konusunda bir yasak bulunmadığına göre burada anlaşılması gereken şey bu ziynetlerin bulunduğu organların açılmamasıdır. ((Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.)) Kadının takılarının bulunduğu organları; başı, saçı, kulağı, yüzü, boynu, göğsü, pazusu, kolu, eli, baldırı (bacağın dizden ayağa kadar olan kısmı) ve ayağıdır. Başta taç veya süslü bir şapka bulunur. Saçlar çeşitli şekillerde örülür ya da boncuklarla süslenir. Boyun ve göğüste gerdanlıklar olur. Boyundan koltuk altına kadar uzayan, süslü taşlarla bezeli ve işlemeli bir bez, bir hamail takılır. Pazuda pazubent, kolda bilezik, kulakta küpe, ellerde yüzük ve boya, baldırda halhal, ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. II, s.315-316; Şemsüddin es-Serahsî (öl. 483 h. /1090 m.), el-Mebsût, Mısır 1324, C. X, s.149 (İstihsan).)) yüzde sürme bulunur. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.149.)) Bunların dışındaki organların zineti de elbisedir. “… Zinet yerlerini açmasınlar…” emri organların tamamını kapsar. Eğer ayette bazı zinet yerleri için bir ayrım yapılmamış olsaydı müslüman kadının tepeden tırnağa her tarafını kapaması ve ancak süslü ve güzel olmayan elbiselerle bütün organları kapalı olarak dışarı çıkması gerekirdi.
Ayette belirtilen “… Görünen kısım…” yani görünen zinet nedir? Şimdi bununla ilgili hüküm ve görüşleri inceleyelim.
GÖRÜNEN ZİNET
Elbise kadının görünen zinetidir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315.)) Elbisenin gösterilmesine müsaade edilmiş, kumaşın rengi, cinsi ve elbisesinin modeli konusunda bir sınırlama getirilmemiştir. Elbise konusuna daha sonra değinilecektir.
Kadının yüzü ve elleri de görünen zinet yerleridir. Ali ve Abdullah b. Abbas (r. anhüm) demişlerdir ki, görünen zinet kadının sürmesi ve yüzüğüdür. Abdullah b. Abbas (r. a.) her ne kadar kadının yalnız ayakkabısının ve çarşafının görülebileceğini ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315; Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.152.)) belirtmişse de yüzün ve ellerin görülebileceğine dair deliller kuvvetlidir. Ahzab Suresinin 52. ayetinde Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem’e hitaben şöyle buyrulmaktadır: “Bunlardan sonra başka kadınlar almak, ya da bunları boşayıp da yerlerine başkaları ile evlenmek sana helal olmaz; güzellikleri hoşuna gitse bile …” Bir insan ancak yüzünü gördüğü kadının güzelliğinden hoşlanacağından bu ayet, kadının yüzünün görülebileceğini göstermektedir. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.152. Burada çarşaf diye tercüme ettiğimiz “müâle” kelimesidir. Müâle, bir ya da iki en kumaştan yapılır, kadınlar bununla bütün vücutlarını bürüyüp örtünürler. Cilbab konusuna da bakınız.))
Bir gün Ömer(r.a.) hutbede,
“Dikkatli olun, kadınların mehirlerini artırmayın.” dedi.
Bunun üzerine hemen yanakların esmerin kırmızı kadın söze karıştı ve dedi ki, “Bu senin görüşün mü, yoksa Allah’ın Elçisi sallallahü aleyhi ve sellem’den mi duydun. Biz Allah-ü Teâlâ’nın kitabında, senin söylediğinin aksini buluyoruz. Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer bir kadını boşayıp yerine başka bir kadını almak istiyorsanız, ilkine kantar yükü altın vermiş de olsanız hiç bir parçasını geri almayın.” (Nisa Suresi 20)
Bunun üzerine Ömer (s.a.) bir ara şaşkınlaştı ve şöyle dedi: “Herkes Ömer’den daha anlayışlı, evlerindeki kadınlar bile.” Bu olayı bize ileten ravi, o kadının yanaklarının esmerin kırmızısı olduğunu belirttiğine göre demek ki, kadının yüzü açıktı. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.316.))
Konu ile ilgili bir başka olay da Nebî sallallahü aleyhi ve sellem ile alakalıdır.
Aişe validemiz (r. anha) buyuruyor ki, bir kadın Nebî sallallahü aleyhi ve sellem’e bir mektup uzattı, hemen onun kolunu tuttu Kadın dedi ki, “Ya Rasûlullah ben size mektup uzattım almadınız.” Nebîmiz buyurdu ki, “Bunun kadın eli mi, yoksa erkek eli mi olduğunu anlayamadım.” “Bu bir kadın iledir.” O şöyle buyurdu:
“Eğer sen kadın olsaydın tırnaklarının rengini kına ile değiştirirdin.” ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.)) Bu hadis-i şerif de kadının eline bakabileceğine yani elin, görünen zinet yerlerinden olduğuna delil olmaktadır. Zaten kadın erkeklerle ilgili işlerini görebilmek için yüzünü, alıp verebilmek için de elini açık bulundurmaya muhtaçtır. ((Nesaî, Zinet 18. Aynı hadis, küçük kelime değişiklikleriyle Ebu Davud, Tereccül 4 ve Ahmed b. Hanbel, C. VI, s.262 de geçmektedir. Her üçünde de el yerine “yed” kelimesi kullanılmıştır. Yed kelimesi Arapçada hem kol, hem de el anlamına gelir (Kamus). Bu hadis-i şerif, Ebu Yusuf’a ait olan kolun açılabileceği görüşünü desteklemektedir. ancak Mebsût’ta geçen rivayette “yed” yerine “keff” kelimesi geçmektedir. Keff ise elden başka bir anlama gelmez. (Bkz. Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153).))
İmam Ebu Hanife (öl. 150h. /767m.) rahmetullahi aleyh’e göre kadının ayakları da görünen zinetlerindendir. Bu görüşü talebelerinden Hasan b. Ziyad (öl. 204h. /819m.) rivayet etmiş ve Tahâvî de (öl. 321h. /933m.) aynı şeyi ifade etmiştir. Çünkü kadın nasıl yüzünü ve ellerini açmak zorunda kalıyorsa yalınayak ya da terlikle yürürken ayaklarını da açmak zorunda kalır. Çünkü her zaman bot ya da çizme bulamıyabilir. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.)) Çorabı da her yerde ve her zaman kolay değildir. Ayak, ayak bileklerinin altında kalan kısımdır. Yukarısına baldır denir.
İmam Ebu Yusuf’tan (öl. 192h. /808m.) rivayet edilen bir görüşe göre kadının kollarına da bakılabilir. Çünkü ekmek pişirirken ve çamaşır yıkarken kollarını açmak zorunda kalır. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.)) Aişe (r. anha)’dan “bilezik ve yüzük yerlerinin görünen zinetler” olduğuna dair bir rivayet de vardır. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.))
BAŞÖRTÜNÜN AÇILABİLECEĞİ YERLER
Bir kadın, bazı erkekler yanında başını açabilir; bu husus Nur Suresinin 31. ayetinde şöyle ifade edilmektedir:
“… zinetlerini açmasınlar, ancak kocalarına, babalarına, kocalarının babalarına, kendi oğullarına, kocalarının oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerine, kızkardeşlerinin oğullarına, kendi kadınlarına, elleri altındaki cariyelerine, erkekliği kalmamış ele bakar hale gelmiş olanlara ve henüz kadınların avretlerinin farkına varmamış çocuklara karşı açabilirler. Gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah yoluna dönün ey müminler ki, sıkıntılardan kurtulabilesiniz.”
Yukarıda kadının süs yerlerinin baş, saçlar, yüz, boyun, göğüs, kulak, pazu, kol, el, baldır (bacağın dizden ayağa kadar olan kısmı), ayak olduğunu görmüştük. Bir kadın, ayette sayılan kişiler yanında bu organlarını açabilir. Bunlarla birlikte aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan diğer akrabaları yanında da bu organlarını açabilir. Bunlar dayı, amca ve süt akrabalarıdır. Süt kardeş, süt baba, süt ana, süt amca, süt dayı, süt dede, süt kardeşin oğulları, süt oğulun ve süt kızın oğullarıdır. Çünkü aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan kimseler birbirlerinin evlerine izin almadan girip çıkarlar. Kadın kendi evinde umumiyetle iş elbisesiyle bulunur, örtülü olmaz. Eğer Cenab-ı Hak kadının, aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan yakınlarının yanında da örtünmesini emretseydi bu sıkıntı doğururdu.
Bu şahıslar, bakabilecekleri organlara dokunabilirler. Çünkü Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem Fatıma’yı öper ve “Onda cennet kokusu buluyorum.” derdi. Bir yolculuktan döndüğünde önce onunla görüşür, kucaklaşır ve başını öperdi. Ebubekir de (r.anh.) kızı Aişe’nin (r.anha.) başını öpmüştür. Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim annesinin ayağını öperse cennetin eşiğini öpmüş gibi olur.”
Ancak dokunma ve bakma hem kadının hem de erkeğin arzu duymaması şartına bağlıdır. Eğer taraflardan biri diğerine arzu duyarsa bakmak da dokunmak da haram olur.
Yukarıda da belirtildiği gibi bakma ve dokunma konusunda süt akrabalığı aynen soy akrabalığı gibidir. Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem soy akrabalığı yolu ile evlenilmesi haram olanların süt akrabalığı yolu ile de haram olduğunu belirtmiştir. Bu konuda yaşanmış bir çok örnekler vardır.
Aişe (r. anha) bir gün Rasul sallallahü aleyhi ve sellem’e şöyle dedi: “Ya Rasûlullah ben ev kıyafeti içindeyken Eflah b. Ebî Kays odama giriyor.” Nebîmiz buyurdu ki, “Efleh girebilir, çünkü o senin süt amcandır.”
Zeyneb binti Ümmi Seleme (r. anha) saçını tararken Abdullah b. Zübeyr yanına girer saçlarını tutar ve Zeyneb’e “Bana dön” derdi. Zeyneb onun süt kardeşiydi. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315.))
ELBİSE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Burada konu, Hanefî, Şafiî, ve Mâlikî mezheplerine göre incelenecektir.
HANEFİ MEZHEBİNDE ELBİSE
Hanefi mezhebine göre, elbise ile ilgili hükümler beş kısma ayrılabilir:
1. Giyinilmesi farz olan elbiseler: Bunlar avret yerlerini kapatan, vücudu sıcağın ve soğuğun doğuracağı zararlardan koruyan elbiselerdir. Çünkü avret yerlerinin kapalı olması farzdır. Bir de insan vücudu, sıcağa ve soğuğa tahammül edemez. Vücudun elbise ile korunması gerekir. Bu, aynen hayatı devam ettirecek kadar yeme ve içme gibi farzdır.
Elbisenin pamuk veya ketenden olması daha iyidir. Çünkü bu, insanı kibirden daha kolay uzaklaştırır. Kendini aşağı görmemesi için elbisesi kötü olmamalı kibirlenmemesi için de pek lüks olmamalıdır. Çünkü, Nebi sallallahü aleyhi ve sellem şöhretin iki çeşidini de yasaklamıştır: Bunlardan birisi, güzellikte en iyi olmak; diğeri de en kötü ve pejmürde olmaktır. İşlerin en iyisi orta seviyede olanıdır.
2. Müstehap olan elbise: Zaruret miktarından fazla olup, süslenmek ve Allah’ın nimetini göstermek için giyilen elbisedir. Bilhassa, ilim adamları ve itibarlı kişilerin böyle giyinmeleri iyi olur. Nebi sallallahü aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, verdiği nimetlerin eserinin kulu üzerinde görülmesini sever.”
3. Mübah olan elbise: Bu, güzel görünmek için giyilen elbisedir. Eğer, kibirlenme düşüncesi yoksa, Cuma ve Bayram günleri ile toplantılarda böyle elbiseler giyilebilir. Çünkü, Nebi sallallahü aleyhi ve sellem bazen 1.000 dirhem kıymetinde bir rida ile çıkar, bazen de 4.000 dirhem kıymetinde bir rida ile namaza dururdu. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.150.)) imam Ebu Hanife de 400 dirhem kıymetinde rida giyinir ve öğrencilerine şöyle derdi: “Memleketinize gittiğinizde en güzel elbiseler giyininiz.” İmam Serahsî, her zaman kullanılmış elbiseler giyinirdi. Muhtaçları üzmemek için böyle yapardı.Kınye isimli kitapta yazıldığına göre İmam Nehaî ((Dirhem, Nebi sallallhü aleyhi ve sellem zamanında ve daha sonra dolaşımda bulunan gümüşten basılmış para biriminin adıdır. Nebîmiz devrinde birbirineden farklı üç ayrı dirhem vardı. Ömer (r. a.) devrinde kabul edilen İslam dirheminin yaklaşık ağırlığı 2.975 gr.’dır.Değeri ise 0.425 gr. altına eşittir. Bu altın genellikle 22 ayardır. O zaman yaklaşık olarak 5 dirheme bir koyun alınabilmekteydi. (Bkz. Abdülaziz BAYINDIR, «Paranın Değer Kaybetmesiyle Ortaya Çıkan Problemler ve İslam Hukukuna Göre Çözüm Yolları», İslam Açısından Enflasyon ve Çözüm Yolları s.17 vd. İstanbul 1983).)) evinden güzel elbiseler içinde çıkardı. Onun arkadaşları derlerdi ki, biz çok iyi biliyoruz ki, o, ölü hayvanın etini yemesi caiz olacak derecede fakirdir.
4. Mekruh olan elbise: Bu, kişiye kibir ve gurur veren elbisedir. Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem Mikdad b. Ma’di Kerib’e şöyle buyurmuştur: “Seni kibre sokmayacak ölçüde ye, iç ve giyin.”
5. Haram olan elbise: Erkekler için hakiki ipekten elbise giymek haramdır. Çünkü Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem ipek ve atlas giyinmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Onu nasipsiz olan giyer.” Yani ahiretten nasibi olmayanlar giyer, demektir. Sonra bir başka hadisle kadınların ipek giyinmelerine müsaade etmiştir. Hz. Ali’nin de içlerinde bulunduğu bir grup sahabî (Allah onlardan razı olsun) şunu rivayet etmişlerdir: “Nebî sallallahü aleyhi ve sellem bir eline ipeği, bir eline de altını almış olarak yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: “Bu iki şey ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helaldir.” Bir başka rivayette de, “Kadınlarına helaldir, ancak az olması halinde erkeklerine bağışlanmıştır.” şeklindedir.
Bu sebeple, bir işaret gibi, dört parmak genişliğinde olan bir ipek parçasının erkekler tarafından kullanılması caiz görülmüştür. İpeğin yastık ve döşek yüzü olarak kullanılması caizdir.
Çözgüsü ibrişimden ve atkısı ((İbrahim en-Nehaî, Ebu İmran b. Yezid b. Kays: Kadim ulema ve fukahadandır. Kûfe’lidir. Aslen Yemen’deki Nehaî kabilesine mensuptur. Aişe validemizle (r.anha.) karşılaşmıştır. Sikadır, ancak hadis rivayetinde çok kere irsalde bulunurmuş. H. 96 yılında elli yaşında olduğu halde vefat etmiştir. (Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuk-ı İslamiyye Kamusu I/439).)) başka maddelerden dokunmuş olan bir kumaşı erkekler giyinebilirler. Fakat çözgüsü başka maddeden, atkısı ibrişimden yapılmış olan bir kumaşın, yani atlasın sadece harp esnasında giyilmesi caizdir; başka zaman giyilemez. Bu görüş ittifakla kabul edilmiştir; çünkü, harp sırasında böyle bir kumaşın bir nevi zırh görevi göreceği ve kişiyi düşmana karşı heybetli göstereceği için bunda zaruret vardır.
Çözgüsü ile atkısının tamamı ibrişimden olan saf ipek kumaşların darü’l-harb’de ve savaş esnasında giyilmesi hususunda ihtilaf edilmiştir. İmam Ebu hanife’ye göre saf ipek kumaşın, darü’l-harb’de erkekler tarafından giyilmesi mekruhtur. Çünkü erkeklerin ipek kumaş giyemiyeceği konusundaki nasslar bir kayda tabi tutulmamıştır. Savaş sırasındaki zaruret ise atlas (dışı ipek, içi başka maddeden) kumaş ile giderilir.
İmam Ebu Yusuf ve Muhammed (rahimehümallah)’a göre harp esnasında hem ipek, hem de atlas giyilebilir. Çünkü, Nebî sallallahü aleyhi ve sellem’in harp esnasında ipek ve atlas giymeye müsaade ettiği rivayet olunmaktadır. Ayrıca buna ihtiyaç ta vardır. Bir de saf ipek, silah darbelerine karşı vücudu daha iyi korur ve parlak olduğu için kişiyi düşmana daha heybetli gösterir.
Elbise ile ilgili diğer hükümler:
1- Renkler: Elbisenin beyaz veya siyah renkte olması müstahaptır. Çünkü Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ beyaz elbiselileri sever; zira cenneti beyaz olarak yaratmıştır.”
Rivayete göre Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi günü siyah cübbe giymiş ve siyah sarık takınmıştı.
Elbisenin mavi olmasının da bir sakıncası yoktur.
Bazı kitaplarda yeşil giymenin sünnet olduğu belirtilmiştir.
Erkeklerin elbiseleri kırmızı ve sarı renkli olmamalıdır. Çünkü Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem’in bu konuda bir yasağının olduğu rivayet edilmiştir. Kırmızı elbisenin giyilebileceği yolunda görüşler de vardır. Buradaki yasağın bir kerâhet-i tenzihiyye olduğu anlaşılmaktadır.
Kadın elbiselerine renk sınırlaması yoktur.
2- Başa sarılan sarığın bir ucunu, sırta aşağı bir karış uzunluğunda sarkıtmak sünnettir. Çünkü Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle yapardı. Sarığın bir ucunun sırtın orta kısmına, hatta oturak yerine kadar uzatılmasının sünnet olacağı yolunda görüşler vardır. Sarığı yeniden sarmak isteyen onu çıkarıp yere koyamaz, olduğu gibi geriye doğru açar ve baş üzerinde tekrar sarar.
3- Her çeşit kürk giyilebilir. Bunun yabani veya diğer hayvanların tabaklanmış derilerinden yapılmış olmasının bir farkı yoktur. ((
Çözgü: Dokumacılıkta, boyda kullanılan ipliktir.
Atkı: Dokumacılıkta, enden atılan ipliktir.
İbrişim: Bükülmüş ipek ipliğidir.
))
MALİKİ MEZHEBİNDE ELBİSE
1. Elbise, cildin rengini hemen belli etmeyecek derecede sık ve kalın olmalıdır. Dikkatle bakınca cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek mekruhtur. Bu elbise ile namaz kılanın, namazını vakit içinde yeniden kılması gerekir. Elbise şeffaf olup cildin rengini hemen belli ediyorsa bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir.
2. İnce veya dar olduğu için organın şeklini belli eden (muhaddid) bir elbiseyi giymek mekruhtur. Bağlanmak sebebiyle organı belli eden elbise de böyledir. Çünkü bu, bir şahsiyetsizlik sayılır ve selefin elbisesine muhalefet edilmiş olur. Ancak rüzgar vurması veya ıslanması sebebiyle vücuda yapışıp organları belli edecek bir elbiseyi giymenin mahzuru yoktur. ((Bu bilgiler için bk. Damad, a.g.e., C. II, s.531 vd. (Faslün fi’l-lübs) ile Ömer Nasuhi BİLMEN’in Büyük İslam İlmihali s.429 vd. 8. Kitap, (Giyilmeleri ve Kullanılmaları Lazım ve Caiz Olup-Olmayan Şeyler)54- Ömer Nasuhi BİLMEN, Muvazzah İlm-i Kelam, İstanbul 1972, s.102; Bekir TOPALOĞLU, (İslam İtikadı Açısından Kıyafet ve Örtünme’ kitabı içinde) İstanbul 1987, s.15 vd.)) Çok dar veya şeffaf elbise giyen kadın çıplak gibi olur. Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Giyinmiş fakat çıplak kadınlar, kıvrak bir şekilde yürüyerek erkeklerin yüreğini hoplatan (ilgisini çeken) kadınlar cennete giremiyecek ve kokusunu hissedemiyeceklerdir. Halbuki cennetin kokusu beşyüz yıllık yoldan hissedilir.” ((Muhammed ‘Uleyş, a.g.e., C. I, s.136.))
3. Ne erkek ne de kadın için belli bir elbise modeli yoktur. Çok dar olmamak ve altını göstermemek şartıyla her model elbise giyilebilir.
ŞAFİİ MEZHEBİNDE ELBİSE
Elbisede şart olan organın şeklini belli etse de cildin rengini belli etmemesidir. Elbise organın her tarafını örtmelidir. Cam, saf su ve şeffaf elbise ile örtünme meydana gelmez. Karanlık da başlı başına bir örtü değildir. Vücudu boyama ile örtünme meydana gelmez. Çünkü boya her ne kadar rengi örtse de bir örtü sayılmaz. Ayrı bir varlığı (cirm) olmadığı için pek incedir. Çamur ve bulanık su böyle değildir. Onlarla örtünme meydana gelir. ((Ebu’l-velid b. Rüşd, el-Mukaddimât (el-Müdevvene ile beraber) Matbaa-i Hayriyye, 1325, C. I, s.109.))
Dar elbiseye gelince (mesela dar pantalonlar gibi) bunları da kadınların giymesi mekruh, erkeklerin giymesi de hilaf-ı evladır. ((Ahmed b. Hacer el-Heytemî, a.g.e., C. II, s.111-112.))
ÖRTÜNMENİN DİNDEKİ YERİ
Hz. Allah’ın Elçisi tarafından tebliğ edildiği kesin olarak bilinen hükümlere ve haberlere zarurat-ı diniyye denir. Her müslümanın bunları olduğu gibi kabul ve tasdik etmesi gerekir. Bunlardan birinde tereddüt veya şüphe etmek kişiyi imansız bırakır.
Kur’an-ı Kerîm Allah’ın kelamıdır. Nebîmiza sallallahü aleyhi ve sellem indirilmiş ve ondan bize tevâtüren ulaşmıştır. Müslümanlar Nebîmiz sallallahü aleyhi ve sellem zamanından beri Kur’an-ı Kerîm’e büyük itina göstermişler, hem yazıyla hem de milyonlarca hafızın zihninde ve hafızasında bize kadar ulaştırmışlardır. Bugün yeryüzünde bulunan Kur’an nüshalarının her biri diğerinin aynıdır. Elimizde bulunan Kur’an-ı Kerîm’in Hz. Allah’ın Elçisi sallallahü aleyhi ve sellem’e indirilmiş olan Kur’an’ın aynısı olduğunda hiç bir tereddüt yoktur. Onun için Kur’an-ı Kerîm’i, hiç şüpheye düşmeden kabul ve tasdik etmek gerekir. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerîm’in kesin ve açık olarak belirttiği bütün hükümleri hiç tereddüt göstermeden kabul etmek icabeder. Namaz, oruç, zekat vb. hükümlerin farz olması hırsızlık, zina, faizin haram olması gibi emir ve hükümler nasıl açık ve kesin ise örtünme ile ilgili hükümler de açık ve kesindir. Bu emir ve hükümleri kabul etmeyen bir şahıs derhal imanını kaybeder ve kafir olur. ((Abdülhamid eş-Şirvânî, Tuhfe haşiyesi II, 112. (Bu görüş, Nihâye ve Muğnî’den nakledilmiştir).))
İNSANLIĞIN DURUMU
İnsanların bir kısmı samimi olarak müslümandırlar. Bunların kalplerinde ne varsa dillerinde de o vardır. İslâmî hakikatlere doğru bir biçimde inanırlar ve bunu itiraf ederler. İşte gerçek müminler bunlardır.
İnsanların bir kısmı da kafirdirler. İslâmın hükmünü kabul etmez ve kendi yanlış inançlarını açığa vururlar. Bunların durumları belli olduğu için müminlerin onlara karşı tavır alması kolay olur.
Bir kısım insanlar da münafıktırlar. İçlerinde olanı açığa vurmaz, kafir oldukları halde kendilerini mümin gösterir, müslümanları aldatmak isterler.
Deme düşmana düşman elinde silahı ola
Veli müşkil budur sûret-i haktan gele.
Bunlar dost görünen düşmanlardır. Bu gibilere karşı tavır almak çok zordur. Müslümanların önemli bir kısmını aldatıp kendilerine destek sağlıyabilir ve fesatlarını sürdürebilirler. Müslümanların asıl düşmanları bunlardır. Bunlara karşı korunmak gerekir. (Münafikun Suresi ayet 4)
Bunlar yalancıdırlar. Kafir oldukları halde yalan söyler, gerekirse yemin eder kendilerini müslüman göstermeye çalışırlar. (Münafikun Suresi ayet 1) Çok korkaktırlar, en küçük bir sesi ve en küçük bir davranışı aleyhlerinde zannederler. (Münafikun Suresi ayet 4) ((Ömer Nasuhi BİLMEN, Kur’an-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Alîsi ve Tefsiri, İstanbul, C. I, s.18.))
KUR’AN-I KERİM NE DİYOR?
Kendilerini müslüman zanneden ama İslâm’ın bazı hükümlerini kabul etmeyenlerle ilgili Kur’an-ı Kerîm’de çok sayıda ayet vardır. Konumuzla ilgisi dolayısıyla Nisa Suresinin 60. ayetinden 65. ayetine kadar olan kısmını okuyalım:
“Sana indirilmiş olan Kur’an-ı Kerîm’e ve senden önce indirilmiş bulunan mukaddes kitaplara inandıklarını zannedenleri görmez misin, tağuta göre yargılanmak isterler! Halbuki, onlar tağuta karşı çıkmakla görevlendirilmişlerdir. O şeytan onları pek derin bir sapıklığa düşürmek ister.
Onlara, «Geliniz, Allah-ü Teâlâ’nın indirmiş olduğu Kur’an-ı Kerîm’e ve Hz. Muhammed’e başvuralım.» denince o münafıkları görürsün ki, senden hep kaçınırlar.
Bizzat elleri ile yaptıkları şey yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman halleri ne olacak? Bu defa da sana gelirler, «Vallahi maksadımız sırf bir iyilik yapmak ve arayı bulmaktı.» diye yemin ederler.
Onlar var ya, Allah onların kalplerinde olanı bilir. Onlara aldırma, onlara öğüt ver ve kendi haklarında onlara etkili söz söyle.”
Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır’ın kaleme aldığı bu yazı, 29.09.2009 tarihinde www.suleymaniyevakfi.org sitesinde yayımlanmıştır.
EK
T.C.
BAŞBAKANLIK
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIğI
ANKARA
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığına
Konu : İmam-Hatip Liselerinde Okuyan Kız Öğrencilerin Kıyafetleri
Karar Tarihi : 30.12.1980
Karar No. : 77
Milli Eğitim Bakanlığı’nca İmam-Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilerin kıyafetleri konusunda Bakanlık görüşünün bildirilmesiyle ilgili olarak Devlet Bakanı Sn. Mehmet Özgüneş’e yazılan 22.12.1980 gün ve 018323 sayılı yazı ile Devlet Bakanlığı Makamının konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca da incelenerek Bakanlık görüşünün tesbit edilmesine dair 22.12.1980 gün ve 5.05-1020 sayılı yazıları konunun önemi ve şumulü dikkate alınmak suretiyle 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesiyle Kurulumuza verilen görev, yetki ve sorumluluklara dayanılarak dinî, hukukî ve diğer yönlerden incelendi.
Yapılan müzakereler sonunda:
1- Kur’an-ı Kerîm’de Nur Suresi’nin 31. ayet-i kerîmesinde: “Mü’min kadınlara da söyle. Gözlerini bakılması yasak olan şeylerden çevirsinler. İffetlerini korusunlar. (El, yüz, ayak ile bu uzuvlarda bulunan yüzük, kına ve sürme gibi) kendiliğinden görünenler müstesna zinetlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar…” buyrulmuştur.
İslâmiyet’ten önce (Cahiliyye Devrinde) kadınlardan başlarını örtenler, örtülerini enselerine bağlarlar veya arkalarına salıverirler, boyun ve gerdanlarını açık bırakırlardı. Cenab-ı Hak bu ayet-i celile ile Cahiliyye Devri’nin bu adetini kesinlikle yasaklamış, müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.
Kur’an-ı Kerîm’in mücmel hükümlerini açıklama yetkisi, onu tebliğ ile görevli Allah’ın Elçisi Efendimize aittir. Bu ayet-i celilede “kendiliğinden görünenler” ifadesiyle mücmel olarak beyan edilen uzuvların hangileri olduğunu, muhterem eşi Ümmü’l-mü’mimin Aişe (r. a.)’nın nakletmiş olduğu bir hadis-i şerifinde Rasûllah (s. a.) Efendimiz, Aişe’nin(r.anha.) ablası Esma’ya yüz ve ellerini işaret ederek: “Ey Esma! Kadın erginlik çağına erince, şurası ve şurası dışında kalan yerlerini göstermesi caiz olmaz.” (Sünen-i Ebî Davud, 4/62 Hadis No. 4104) buyurmuş, böylece ayet-i celilede istisna edilen uzuvları bizzat açıklamıştır.
Ahzâb Suresi’nin 59. ayet-i celilesinde ise: “Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlarına, söyle: (Evden çıkarlarken) üzerlerine dış elbiselerini giysinler. Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” buyurmuştur.
Bu ayet-i celile ile de, müslüman hanımların evlerinden çıkarken üzerlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetiyle sokağa çıkmamaları emredilmiştir.
Yukarıda mealleri verilen ayet-i celileler ile Aişe (r.a.)’nın naklettiği hadis-i şerif ve benzeri hadis-i şeriflerden, İslam müctehid ve fakihleri, müslüman kadınların sadece namaz kılarken değil, namaz dışında da vücudun el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik caiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları gerektiği hükmünde ittifak etmişlerdir. İslâmî hükümlerin iki temel kaynağı olan Kitab ve Sünnet delilleri yanında, ashab ve tabiîn devirlerinden itibaren bu husus daima böyle anlaşılmış, böylece kadınların tesettürü konusunda her asırda icma‘-ı ümmet de meydana gelmiştir. Nitekim, İslâm’ın doğuşundan, günümüze kadar bütün İslâm ülkelerinde her asırdaki uygulama da böylece devam edegelmiş, hiç bir İslâm alimi söz konusu hükme aykırı bir beyanda bulunmamıştır.
2- İnsan haklarına saygılı ve demokratik rejimle yönetilen ülkelerde, yönetimin en önemli ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir. Laiklik, Devletimizin de temel ilkelerinden biridir. Bu ilkenin tabii sonucu ise, devlet yönetiminde din kurallarına uyma zorunluluğunun olmamasıdır. Bunun yanında, devletin de kişilerin dini inanç ve kanaatlerine saygılı olması, bunları baskı altına almaması, devletçe fertlere tam bir din ve vicdan hürriyeti tanınmış olması da laikliğin tabii bir sonucudur. Nitekim, Birleşmiş Milletler Teşkilatının 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ettiği «İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYENNAMESİ»nin 18. maddesinde:
«Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık veya özel surette öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle açıklama hürriyetini gerektirir.» hükmü yer almıştır. Bu beyenname, 6 Nisan1949 tarih ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla Türkiye tarafından da benimsenmiş ve 27 Mayıs 1949 tarihinden itibaren yürürlüğe konmuştur.
Din ve vicdan hürriyeti, esasen, Türkiye’mizde Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan, yani 1839’dan beri devlet umdelerimizin başında gelmiştir. 1924 Anayasasının 75. maddesinde bu hürriyet:
«Hiç kimse mensub olduğu felsefî ictihad, din ve mezhepten dolayı muaheze edilemez. Asayiş ve umumi muaşeret adabına ve kanunların hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü dinî ayinlerin yapılması serbesttir.» cümleleriyle ifade edilmiştir.
1961 Anayasasının «Temel Haklar ve Ödevler»le ilgili bölümünde yer alan 19. maddesinde ise:
«Herkes, vicdan ve dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler, dinî ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadette, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz…» hükmüne yer verilmiştir.
3- Din, sırf bir inanç veya inanç sisteminden ibaret değildir. Dinin inanca ait esasları yanında; ibadet, amel ve ahlaki davranışlarla ilgili hükümleri, dini kabul eden inançlı kişilerin yaşayışlarında uymaları zorunlu emir ve yasakları da vardır. O halde din ve vicdan hürriyeti, sadece bir dinin inançla ilgili esaslarına inanmak veya inanmamak hakkı değil; dindarın mensub olduğu dinin bütün emir ve yasaklarını hiç bir engele rastlamadan, serbestçe yerine getirebilmesi hakkıdır. İnanç, ferdin iç alemiyle ilgili olup kendisi tarafından açıklanmadıkça başkaları tarafından kontrolü mümkün olmadığına göre devletin fertlerinin inancına karışıp karışmaması fazla bir önem taşımaz. Din ve vicdan hürriyeti, dinin emir ve yasaklarını hiç bir baskıya uğramadan yerine getirebilme hürriyeti olduğu şüphesizdir. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Beyennamesini kabul eden Devletimiz, Anayasamızın (1961 Anayasası) 19. maddesiyle din ve vicdan hürriyetini açık bir şekilde tanımış ve bu hürriyeti Anayasanın 10. maddesiyle kişiye bağlı, dokunulmaz. devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlerinden saymıştır. O halde her Türk vatandaşı, bir anayasa hakkı olarak, mensub olduğu dinin bütün emir ve yasaklarını «kamu düzeni, genel ahlak ve bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmamak şartıyla» hiç bir baskıya maruz kalmadan, serbestçe yerine getirebilme hürriyetine sahiptir. Din ve vicdan hürriyetinin ve laiklik ilkesinin tabiî ve mantıkî sonucu budur.
4- Müslüman hanımların başlarını örtmeleri, vücutlarının el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlenme caiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları, bazı çevrelerce sanıldığı gibi belli zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir adet veya işaret değil, İslâm Dini’nin bir hükmüdür. Bu husus yukarıda delilleriyle açıklanmıştır. Bu emirlerin bir gereği olarak kadınların örtünmesi milletimizin de bir örfü haline gelmiştir. Ülkemizdeki hanımların çoğunluğunun, yaşlı hanımların ise hemen hemen tamamının günümüzde de başlarını örtmeleri bunun en açık kanıtıdır. Üstelik hanımların söz konusu kıyafetlerinde (yani başlarını kapatmalarında ve dinin emrittiği şekilde örtünmelerinde), kamu düzenine, genel ahlaka ve kanunlara aykırı bir durum olmadığı da açıktır. Bu hususun devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunup korunmamasıyla da bir ilgisi yoktur. Bu itibarla müslüman hanımların dinî tesettüre uymalarının kanunla sınırlandırılması da Anayasamızın 11. maddesi uyarınca söz konusu olamaz. Kaldı ki, Anayasamız, 10. maddesiyle «devleti, kişinin temel hak ve hürriyetlerini fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırmak ve insanın maddi manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla» yükümlü kılmıştır.
5- Hürriyet, en basit anlamıyla, başkalarına zarar vermemek şartıyla kişinin dilediği şekilde hareket edebilmesi ve dilediğini yapabilmesi demektir. Buna göre, dinin emrettiği şekilde örtünmeyi kabul etmeyen bir kimseyi örtünmye zorlamak, kişi hak ve hürriyetiyle ne derece bağdaşmayan bir davranış ise, ister sırf öyle arzu ettiği için veya estetik amaçlarla olsun, örtünmek isteyen bir kimsenin örtünmesini engellemeye kalkışmak ve bu maksatla ona baskı yapmak da, aynı şekilde kişinin temel hak ve hürriyetlerine açık bir müdahele sayılmak gerekir. Çünkü genel ahlaka aykırı bir durum olmadıkça, kişinin örtünmesi veya örtünmemesinde başkaları için bir zarar söz konusu değildir. Nitekim, hürriyetçi demokrasi ile idare edilen ve laiklik ilkesini kamil uygulayan bütün ülkelerde, kişi hak ve hürriyetleri bu şekilde anlaşılmakta, ister dini, ister estetik, isterse başka amaçlarla olsun kişilerin giyinişlerine, kılık ve kıyafetlerine hiç bir sınırlama getirilmemekte ve bu konuda herhangi bir müdahele düşünülmemektedir. Hatta bu ülkelerde bir takım dinî okulların ve cemaatlerin, kendi inançlarının gereği sayarak giydikleri, toplumun genellikle benimsediği kıyafetten çok farklı olan özel kıyafetleri de hiç bir şekilde yadırganmamakta, hatta saygı görmektedir.
6- Milli Eğitim Bakanlığı yazısında kadınların örtülü kıyafetlerinin «Atatürk ilkelerine tamamen aykırı» olduğu ifade edilmekte ise de, genel ahlaka ve kanunlara aykırı olmayan her türlü kadın kıyafetinin Atatürk devrim ve ilkelerine aykırılığı söz konusu değildir. Nitekim bizzat Atatürk «Eğer kadınlarımız Şer‘in tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icabettiği tavr u hareketle içimizde bulunur, milletin ilim san’at, ictimaiyyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi men‘-i nefs edemez.» demiştir. (Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması, Tarih Boyunca Kadının Hak ve Görevleri, s.104, İstanbul, 1968, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarından).
Atatürk’ün müslüman Türk kadınının kıyafeti konusunda benimsediği bu fikirlerine aykırı bir sözüne rastlanmadığı gibi bu sözlerinden çok sonra çıkartmış olduğu devrim kanunlarından kıyafetle ilgili olan 671, 677 ve 2596 sayılı kanunların hiç birinde kadın kıyafetiyle ilgili bir hükme de yer verilmemiştir. Esasen, Atatürk’ü ve ilkelerini, -çoğu zaman yapıldığı gibi- dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükümlerine karşı göstermek, memleketimiz yararları ve Atatürk ilkelerinin benimsenmesi açısından son derece sakıncalı bir tutumdur. Müslüman Türk vatandaşı, «ya Allah’ın emri, ya Atatürk ilkeleri» şeklinde son derece vahim bir tercihle karşı karşıya bırakılmamalıdır.
Unutulmamalıdır ki, örtünmek dinin bir emridir ve Atatürk dinimizin en son ve mükemmel din olduğunu çeşitli vesilelerle bir çok defalar ifade etmiştir.
7- Bilindiği üzere İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kurslarında, Kur’an-ı Kerîm’in usulüne uygun olarak tilaveti yanında, bu okullardaki eğitim ve öğretimin bir gereği olarak dini hükümler de öğretilmekte ve bu hükümlere her müslümanın uymasının gerekli olduğu anlatılmaktadır. Dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükmü, yukarıda belirtilmiştir. Sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarında dinimizin kadınların örtünmeleriyle ilgili hükümleri de tabiatıyla öğretilecektir. Bu durumda, bir taraftan müslüman kadınların örtünmelerinin dinen zorunlu olduğu öğretilirken, diğer yandan müslüman kızların başlarını açmaya zorlanmaları, izahı kabil olmayan bir çelişki olacağı gibi, onların vicdanında da son derece olumsuz etkiler meydana getirecektir. Şüphesiz bu durumun eğitim ve öğretim açısından da fevkalade sakıncalı ve olumsuz sonuçları olacaktır.
Diğer taraftan İmam-Hatip Liselerimizde ve özellikle Kur’an Kurslarımızda Kur’an-ı Kerîm Öğretimi, temel dersler arasında yer almaktadır. Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim okumak bir ibadettir. İbadet esnasında Allah’ın emirlerine tam bir itaat halinde olmak gerekir. Kız öğrencilerin yaptıkları bir ibadeti başı açık halde yapmaya zorlanmaları, onların vicdanına açık bir baskı teşkil eder.
8- Vatandaş vicdanına baskı daima reaksiyonla karşılaşır ve toplumun huzursuz olmasına sebep olur. Şayet bu baskılar devletten geliyorsa, devlet-millet ilişkilerinin olumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet verir.
İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kursları gibi dini öğrenim kurumlarında okuyan öğrencilerin ve onların velilerinin vicdanlarına yapılacak baskıların okul-veli-öğrenci, ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğinde şüphe yoktur. Çünkü sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarına çocuklarını gönderen veliler, çocukların öğrenimlerini dinî hükümlere uygun yapmalarını ve onların dinî emirlere riayetkar olarak yetişmelerini istemektedirler. Kaldı ki ilk nazarda sadece okul-veli-öğrenci ilişkilerinde olumsuz gelişmelere sebep olabileceği sanılan bu gibi durumlar, genişleyerek toplum vicdanında da rahatsızlıklara sebep olabilir.
SONUÇ
Belirtilen sebeplerle, İmam-Hatip Liseleri’nin Yönetmeliğinde, dinimizin müslüman kadınların örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, Anayasamızın tanıdığı, kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer almasının uygun olmayacağı mütalaa olunmuştur.
Keyfiyetin Devlet Bakanlığı Makamına sunulmak üzere Başkanlık Makamına arzına karar verildi.