BATI GÜDÜMÜNDE DOĞAN YENİ DİN
Irak ve Suriye’de bazı yerleri ele geçirip devlet kurduğunu duyuran Işid’in esirlere yaptığı muamele ile Mısır mahkemelerinin Mursî ve ihvan ile ilgili idam kararları Kur’ân’a ters olsa da Şii-Sünni bütün mezheplere uygundur. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi BİLMEN, özetle şöyle der:
“Savaş esirleri konusunda yetkili makamın seçim hakkı vardır. Müslümanların menfaatlerine göre hareket ederek isterse onların savaşçılarını öldürebilir; isterse köle ve cariye yapılmalarıyla yetinir.[1]”
Farklı ülkelerden 126 İslâm âlimi, kölelik ve cariyeliğin Bedir savaşından önce Muhammed Suresinin 4. âyetiyle kaldırıldığını bilmedikleri için Işid’e gönderdikleri mektupta şu ifadeleri kullanmışlardır:
“Müslümanlar hatta bütün dünya, yüz yılı aşkın bir süreden beri köleleştirmeyi yasaklama ve suç sayma konusunda icma etmiştir. Bu, İslam tarihinde büyük öneme sahip bir iştir. İcma ile ortadan kaldırılmasından sonra köle edinmek haramdır[2].”
Bu zatlara göre kölelik ve cariyelik, Kur’ân ve Sünnet ile sabittir. Öyleyse bu iki kaynağa ters olan icmaya uymamak nasıl haram olabilir! Batılıların baskısıyla köleliği kaldırmak zorunda kalan siyasilerin davranışı, neye göre icma sayılır! İnsanların icma etmesi ile değiştirilebilen din nasıl Allah’ın dini olur!
Darbe ile görevden uzaklaştırılan Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursî ve destekçileri hakkında Mısır mahkemelerinin verdiği idam kararı da Kur’ân’a ters; ama Şii-Sünni bütün mezheplere uygundur. Abbasîlerle birlikte oluşturulan geleneksel dine göre fesada yönelen bir şahıs, devlet başkanının emri ile öldürülebilir[3]. Fesat, normal davranış göstermemektir[4]. Onlara göre devlet başkanı veya onun yetki verdiği kişi, davranışlarını beğenmediği birini, yargılamadan öldürebilir.
Fatih Kanunnamelerindeki şu madde ile Osmanlılar fesat şartını da kaldırmışlardır:
‘‘Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar[5].’’
Bu maddeye dayanılarak kundaktaki şehzadeler bile öldürülmüştür.
Gelenek, yetkili makamda olana itaati farz saymak için Nisa 59. âyetin sadece şu bölümünü delil alır:
“Ey inanıp güvenenler, Allah’a itaat edin, bu Elçiye itaat edin ve sizden olan yetki sahiplerine de”.İkiye böldükleri âyetin şu kısmını hiçbir zaman görmezler:
Eğer (o yetkililerle) bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu, Allah’a ve Elçisine götürün. Allah’a ve ahiret gününe inanıp güveniyorsanız böyle yaparsınız. Böylesi hayırlı olur ve çok güzel sonuç verir . (Nisa 4/59)[6]
Allah ve Elçisi ile anlaşmazlığa girilmez. Anlaşmazlık yetkililere karşı olur. Âyet, her vatandaşa, yanlış gördüğü uygulamalara karşı çıkma ve ihtilafın Kur’ân’a göre çözülmesini isteme hakkı vermektedir.
Abbasilerle birlikte büyük oranda Kur’ân’dan uzaklaşan İslam uleması, çözüm yerine çözümsüzlük üretir olmuştur. Bu yüzden Işid’in ve Mısır mahkemelerinin kararlarına karşı olanlar, gelenek yerine Batı değerlerini öne çıkarmaktadırlar. Mursî ile birlikte idama mahkûm edilen Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi, mahkemenin kararlarını şöyle eleştirmektedir:
“Bu kararlar uygulanamaz, çünkü sünnetullaha, insanların kanunlarına ve örflerine terstir”
cümledeki ilk iki kavram; Sünnetullah ve insanların kanunları kavramı İslam Hukukunda yoktur. Örf de böyle bir konuda işletilmez. Karadâvî, Hüsni Mübarek’i devirmeye teşvik ettiği yolundaki suçlamaya karşılık da insan haklarına atıfta bulunarak şöyle demiştir:
“Zulme ve batıla karşı çıkmak insan haklarındandır; insanları buna çağırmak görevimizdir[7]”
Bu ortamda siyasi liderler, duygusal mesajlar dışında bir şey söyleyememektedirler.
Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ali BARDAKOĞLU’nun şu sözleri Abbasilerle birlikte Kur’ân’dan ve Hikmetten uzaklaşan geleneksel din anlayışını özetlemektedir:
“İslam toplumundaki hukuk tefekkürünün ve bunların ürünü olan bilgilerin oluşumunda Kur’an, sünnet, icmâ ve kıyas hiyerarşisi doğru değil, belki bunun tersi doğrudur. Yani oluşumda asıl belirleyici faktör, reydir. Bütün fıkıh külliyatının rey üzerine, bireysel çaba ve bakış açısı üzerine kurulduğunu söylersek abartmış olmayız. Bunlar arasında daha az işlevsel olanı sünnet, en altta da Kur’an yer alır. Bunu ifade etmek belki de Müslümanların inanç dünyalarıyla, dine bakışlarıyla, tevhid akidesiyle ilk planda çelişki gibi olacağı düşünülerek daima bu tersten Kur’an, sünnet, icmâ ve kıyas olarak ifade edilmiştir.[8]”
Bunlar, Batı güdümündeki yeni dinin habercisidir. Diyanet Vakfına bağlı 29 mayıs Üniversitesi öğretim üyelerinden Tahsin GÖRGÜN’ün şu sözleri de bu yeni din anlayışının çıkmazlarını göstermektedir:
“Bugün yaşanılan en önemli sıkıntı, zaman içerisinde geçersiz hale gelmiş olan sünnet yerine neyi ikame edeceğimiz veya sünneti nasıl ihyâ edeceğimizdir. Çünkü Kur’ân, başında sünnet vasıtasıyla tahakkuk ettiği gibi, bugün de sünnet veya sünnet yerine ikame olunacak başka bir şey vasıtasıyla tahakkuk edecektir. Temel soru bunun, ümerâ (devlet) mı, toplum (ümmet veya millet) mu, fert mi, belli bir sınıf (mesela ulema) mı yoksa bunlardan farklı bir şey, mesela kitaplar mı olduğu noktasında düğümlenmektedir.[9]”
Batı güdümündeki bu yeni dinin asıl çıkmazı, kurucularının Batılı değerlere dayandıklarını açıkça söyleyememeleri, kendilerini dolaylı yollarla ifade etmek zorunda kalmalarıdır.
Bu yeni dinde Kur’ân; itikat ve ibadet ile ilgili konularda, gelenekçileri ve hurafecileri üzmeyecek şekilde kaynak sayıldığı için çoğunluğu oluşturan bu kesim onlardan bir rahatsızlık duymamaktadır.
Bu yeni din, hukuki ilişkilerde Batılı değerleri esas aldığından faizi değil, tefeciliği haram[10] saydığı için faizli kredi fetvaları havalarda uçuşmakta, halktan yetki almış siyasiler de kredi kullanan esnaf sayısını artırmakla övünmektedirler. Bu da Batılı sermaye çevrelerini çok mutlu etmektedir.
Kur’ân’a ve Hikmet’e kulaklarını tıkayan bu kişileri görünce Allah’ın Elçisi’nin teselli edildiği şu âyetleri okuyarak rahatlamaya çalışıyoruz:
Onlardan kimine verdiğimiz kat kat nimetlere gözlerini dikme, bunun için üzülme. Sen inanıp güvenenlere kol kanat ol.“Ben her şeyi açıkça ortaya koyan bir uyarıcıyım.”
Nitekim (dinlerini) bölüp ayıranlara da (cezayı) indireceğiz.
Rabbine yemin olsun ki hepsini sorguya çekeceğiz,Yaptıkları bu işlerden dolayı.
Sana ne emredildiyse başlarını çatlatırcasına onlara bildir. Müşriklere de aldırma.
Seni inceden inceye alaya alanlara karşı bizim desteğimiz yeterli olur.
Onlar, Allah ile birlikte başka bir ilah oluşturmuşlardır; nasıl olsa yakında öğrenecekler.
İyi biliyoruz ki onların sözlerinden dolayı için daralıyor.
Her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine ibadet et ve secde edenlerden ol.
O açık gerçek (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kul olmaya devam et.“(Hicr 15/88-99)
Not: Dinin nasıl bozulduğu konusunda daha fazla bilgi edinmek isteyenler şu yazılarımızı da okuyabilirler.
Nebîyi ve Ulemâyı Tanrılaştırma http://www.cerideiilmiyye.org/?p=418
Halifelik Makamı ve Teokrasi http://www.cerideiilmiyye.org/?p=415
Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır’ın kaleme aldığı bu yazı, www.suleymaniyevakfi.org sitesinde 21.05.2015 tarihinde yayımlanmıştır.
[1]Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuki İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. III, s. 403, paragraf 491, tarih ve yer yok.
[2]http://www.letterto baghdadi.com/14/arabic-v14.pdf
[3]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, cil III, s. 309, paragraf 15
[4]Ragıb el-İsfehanî, Müfredat.
[5]Abdulkadir Özcan, Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi ve Nizam-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi http://www.journals.istanbul.edu.tr/iutarih/article/viewFile/1023003480/1023003102
[6]Örnek olarak bkz. Es-Serahsî Mahammed b. Ahmed (öl. 490 h.) Şerhu’s-Siyer’il-kebîr li Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî, tahkik; Muhammed Hasen İsmail eş-Şafiî, c. I, s. 116, Beyrut 1417/1997.
[7]http://www.qaradawi.net/new/takareer/7945-2015-05-17-03-56-49
[8]Ali Bardakoğlu, Kur’an ve Fıkıh: Müzakere, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları II, İstanbul, 2000, s: 120-121.
[9]Tahsin Görgün, “Kur’an ve Fıkıh”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları II, s: 119.
[10]Örnek olarak Süleyman Ateş’in ve Mustafa Öztürk’ün meallerinde faizle ilgili âyetlere bakılabilir.