BİR HASBİHAL

Şeyh efendi dedi ki:

— Bu işi çook uzattın, haydi anlat da öğrenelim, bakalım!.. Tasavvuf neden batılmış?

— Ben de, neresinden başlayalım? Deyince, o da:

— İstediğin yerden başla, dedi

Biz de, Bismillah deyip başladık;

1-Muhammed (a.s.) başta olmak üzere, bütün elçiler ölmüştür ve her ölen gibi bu dünya ile hiçbir bağları kalmamıştır.

2- Allah, ne aciz ne de gafildir; kimseye

– hiçbir kimseyi kendinden yani, Allah’ın elinden kurtarma demek olan-

Şefaat yetkisi vermemiştir.

3- Din, Allah’ındır!.. Kural, kaide ve ibadet koyma yetkisi de O’nundur. Bunu hiçbir kişi ve kuruluşa bırakmamıştır.

4- Keşf ve keramet gibi aslı, astarı olmayan şeylerde tamamen batıldır.

5- Kur’an’da, Ehlibeyt diye bir kurum yoktur; Allah

-KİMSEYE SOYUYLA BİRLİKTE-

berat yetkisi vermemiştir, bunu da sıkça ifade etmiştir.

6- Uydurduğunuz Seyyit’lik ve Şerif’lik kurumu Kur’an’a tamamen zıttır.

7- Adına -Zikir diye- uydurduğunuz sözde ibadet ve dansları, Allah kitabının hiçbir yerinde emretmediği gibi, hiçbir Elçinin de yaptığını ne söylemiş, nede görülüp duyulmuştur.

8- Kabir ve berzah alemi, Kur’an’da hiç söz konusu edilmediği halde; Türbe, Hazire, Ziyaret gibi isimlendirdiğiniz mekanlara kutsiyet atfetmeniz ve de orada ibadet adı altında türlü ayinler yapmanız, ayrıca orada gömülü olanların yaşadığını iddia etmeniz, yegane diri olan Allah’ın sıfatını o kemik yığınlarına atfedip, tapınma olduğu besbelliyken ve Kur’an’da bunu defalarca telin ettiği halde, elinizde de hiç bir ilahi delil yokken ısrarla yapmanız..

9- Allah, bu kitaptan (Kur’an) sorulacaksınız, tek ilahi kitap Kur’an’dır, evvelkilerde O’nda toplanmıştır, dediği halde, kendinizin yazıp, uydurduğu şiirlerinize birde, sanki Kur’an okuyormuş gibi musikiyle okuyup ilahi adını verip, insanları kandırdınız; ilahi olan Kur’an’ken, kendi beşeri icatlarınıza ilahi adını verdiniz.

10- Kur’an’ın ne dediği, üzerinde düşünmemiz gerektiği sıkça emredilmişken, sizler Arap alfabesiyle yazılmış hat levhalarını ki çoğu kendi sözleriniz ve evvelki şeyhlerinizi yüceltmekten ibaret olan yazıları duvarlara asmayı din sanıp yaydınız.

11- Allah’tan başka kimseye secde edilmemesi ısrarla emredildiği halde, sizler insanları kendinizin önünde, kıyamda, rükûda durdurduğunuz yetmiyormuş gibi -makama yalanı altında- kendinize, hatta mezarlarınıza bile secde ettirdiniz.

12- Allah, ihtiyaç sahipleri başta olmak üzere, mahlukata yardımı ve hizmeti emrettiği halde, sizler insanların malını, imkanını, hatta hayatını kendiniz, aileniz ve yakın çevreniz için çekinmeden, hem de size iyilik yapıyoruz diye aldınız.

13- Son ana kadar -Nebiler dahil- hiç kimsenin akıbeti garanti edilmediği halde, Allah’ta böyle bir yetkiden hiç bahsetmediği ve de kimseye vermediği, sizler insanlara iman bahşettiniz, istediğinizin imanını kurtardınız ve de bu yetkinin birde en basit şeylerden biri olduğunu insanlara söyleyip, onların beleş cennet hayalleri kurmalarına sebebiyet verdiniz; bunu en sapa köydeki şeyh geçinen tipleriniz bile yaptı. Vesaire vesaire…

14- Kur’an’da olmayan bir evliya sınıfı uydurup, bunu da sadece kendinize inhisar edip içinizden çıktığını iddia ettiniz kadroları da hep aranızda kırıştınız.

-üstelik Allah evliya derken iman edip salih amel işleyen tüm müminleri kast ederken-

15- Kimileriniz, o kadar azdılar ki;

Alan benim, veren benim…

Kudret şiniği elimde, halka rızık veren benim.

Kiminiz ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm…

Kiminiz de, sanırsın Eşrefoğlu Rumi’yem benim ol daimul baki…

Sureta göründüm insan.

Diyecek kadar küstahlaşıp, ulu orta hem de Müslüman olduğunuzu iddia ederek, cahilliğimizden kuran okumadığımızdan, cesaret alarak haşa Allah’lık tasladınız.

16- Hep insanlara, ‘’biz yüksek ahlak okuluyuz’’ dediniz, ahlaklı olmayı nefis terbiyesi biz de öğrenilir diye caka sattınız ama tevazu kılıflı kibrinizden, yanınıza bile yaklaşılamadı. Biz zavallı ümmet hep avam, siz mutasavvıf tayfası hep havvas oldunuz.

17- Kuranı kelimeleri değiştirerek saptıramayacağınızı ve bu işi beceremeyeceğinizi anlayınca, batıni işari matla’ı vs gibi uyduruk kavramlar icad edip, hiç alakasız şekilde kelimelerin anlamları ile oynayıp Allah ayetinde böyle buyuruyor diyerek ona iftira ettiniz.

İçinizde bu işin kompedanı olmuş kişiyi de şeyhül ekber ilan edip hep beraber onun ve takipçilerinin şıracı bozacı misali şakşakçısı olup büyük evliya ilan ettirttiniz.

18- Keramet diye bir şey uydurup bunu da gölge mucize gibi pazarlayıp, kendi yörüngenizde ki sözde fakihlere keramet haktır ve bu da evliyullah için mutlaktır diye itikat kitabı -ne demekse, çünkü itikadı koyan Allah’sa belirleyicisi de odur… O’da onun kitabı Kuran’dır.

-sizse kitaplar icad edip içine iman şartı diye Kuran’da olmayan şartlar koydurdunuz-

Misal, Nesefi’nin ‘’Akaid Şerhi’’ gibi ve bunu bile kimseye kaptırmayıp kendinize mal ettiniz.

19- Allah rızası adı altında, Allah’ın dini lehineymiş gibi gösterip her türlü yalan ve iftirayı kendinize mübah gördünüz ve bu yolun gereği olanı da harfiyen yaptınız, o kadar ki tasavvufun kaynağı diye uydurduğunuz hadislerin, bütününe muhaddisler bile yok artık, deyip isyan edip yalanladılar.

20- Bağlı olduğunuz dini, hiç bir zaman müntesibi olduğunu iddia ettiğiniz, tarikatınızın hatta alt kolunun bile yerine koymaya yanaşmadınız, yolunuzu dininize hep tercih ettiniz.

21- Şu kulaklarım kaç kere duydu, gözlerim kaç kere okudu, aklım kaç kere şaştı, sizin bir de böbürlene böbürlene ‘’benim Allah’’ım, peygamberim, kitabım, dinim, imanım, efendiciğim filan kes’tir’’ dediğinize. ‘’Bizi ancak o kurtarır, doğruya o ulaştırır, onun sözleridir bizim için İLAHİ olan, onların divanlarıdır, kutsal kitaplarımız’’ dediniz ve gerinerek Allah’tan hiçte çekinmeden, insan temelli olmayan din, din değildir’’ deme cür’eti gösterdiniz.

22- Allah’a teslim olmaya öyle görünmeye mecbur kalma hariç yanaşmadınız, ama insanlardan size hep tam teslim olmasını istediniz, o kadarki bunu bir de ‘’ölünün yıkayıcısına teslim olduğu gibi’’ diye de tarif ettiniz hem de binlerce kere…

23- Allah; ‘’Müminler ancak kardeştir’’ derken, siz sadece kendi netwok’una / sebekesine bağlı insanları İHVAN / kardeş ilan ettiniz.

24- İslama girmenin hiç bir tören, ritüel gibi bi gerekliliği yokken, siz tarikata giriş merasimi diye acayip şeyler uydurup, onların ilgisini din maskesi adı altında kendinize çekmeye çalıştınız.

25- Onların ‘’sözde manevi hallerine’’ göre;

‘’ALLAH, ELÇİSİNE BİLE, SEN GAYBLA ALAKALI ŞEYLERİ NEREDEN BİLECEKSİN!..’’ derken, ders adı altında insani bir hayata fırsat vermeyecek kadar bitmez tükenmez saçma sapan ve adına zikir, rabıta, erbain gibi insanı insanlıktan çıkaran şeyleri sırf düşünmeye ve insanlığın felahı için çalışmaya fırsat bulamasınlar diye onlara dayadınız. Üstelik, aman kardeşler derslerimizi ihmal etmeyelim yoksa yolumuzun büyük şeyhinin himmetinden mahrum kalırız diye tehditte ettiniz.

26- Bunların için olan ve adına ‘’rabıta’’ dediğiniz şeyle kendinize hatta mezarlarınıza bile taptırdığınız insanların yakasından düşmediniz, öyle ki onları sizin hayalinize bile ibadet(!) ettirdiniz, sırf kendinizi düşündürtüp ‘’gerçek büyü’’ olan ‘’saplantılı baglılığını’’ din ilan ettiniz.

27- Allah, ‘’bu Kuran’ı okuyun anlayın yaşayın’’ dediği halde siz, üstelikte O’na nispet ederek kendi yazdığınız kitapları ve masalları şiirleri ‘’çok sevaptır, bize şefaatçi olacak’’ diye ‘’Misal Sait’’ gibi, kabirdekine bile okunsa, haşa Kuran gibi tesir eder dediğiniz ve onlara okuttuğunuz mavallarınızla iblisin size ihale ettiği ve de en büyük vazifeniz olan ‘’insanları aptallaştırma’’ işini canü gönülden yaptınız.

28 Nebi as bize, Allah’tan alıp getirdiği dinde, biz Müslümanların toplanacağı yer mescit olarak öğretilmişken, -cuma suresi- siz ‘’mescidi dırar’lar’’ inşa ve icad edip, adına dergah, tekke, zaviye vs. gibi isimlerle, alternatif uyduruk ibadethaneler ürettiniz. Bunları cami yakını ve yolu üstüne yapıp aklınız sıra camiye giden yolu kestiniz.

29- Bununla bile yetinmediniz camiyi avam sıradan Müslümanın koyun gibi gidip geldiği yerler olarak algılatıp tekkelerinizi evliya yetiştirme mektebi diye yutturdunuz.

30- Alternatif ‘’sözde ibadetler’’ uydurmakla kalmadınız, bu sözde ibadetlere de:

Günlük tesbihatı namaza, haftalık toplu ayini Cuma’ya, Erbain denen acayip açlığı oruca, malı mülkü hatta hayatı tekkeye yani şeyhe bağışlamayı zekat yerine, şeyhten tövbe almayı kelime-i şahadet yerine, kendi uydurma tarikatları/yollarının önceki reklamı iyi yapılmış, ismi ayyuka çıkarılmış şeylerinin türbelerini ziyaret hacc yerine vs. vs. daha nicelerini uydurup dini islama ‘’örtülü savaş’’ ilan ettiniz.

31- Bütün mutasavvuflar ve bilhassa Celaleddin Rumi gibi aklı kötüleyip, şeytani zekalarıyla insanı maymunlaştırmak için sürekli itirazsız itaati yani teslimiyeti islamiyet gibi yutturdunuz.

32- Tezgahınızı ve saadet zincirini yani ‘’rabbena hep bana…’’ sisteminizi fark edenleri, derhal yanınızdan uzaklaştırdınız, hem de en kaba ve her iftirayı da kullanarak bunu anlatmayı vazife bilenleri çetelerinizle ikaz ve ihtar ettirdiniz susmayanları dövdürdünüz ve öldürttünüz, tıpkı çağdaş temsilciniz ‘’fetö gibi sonunda da işte Hak’kın tokadını yedi diye de…’’ caka satıp insanların gözünü korkuttunuz, buna bile keramet süsü vermekten çekinmediniz.

33- İnsanları öyle sindirdiniz ki sizi ve iç yapınızı geçte olsa farkedenleri taa ölümlerine kadar sindirdiniz. Misalen, Sadrettin Konevi ki İbn-i Arabi’nin üvey oğlu ve Şarihi diye bilinir veya Kuddusi gibi Anadolu’lu meşhur bir şair mutasavvıf bile ancak vasiyyetlerin de bu tasavvuf yolunun tuzak olduğunu, içinin de sahtekar kaynadığını, asla sufi risaleleri okumamalarını, Kuran ve Mescit eksenli yaşamalarını tavsiye eder. Hatta, Konevi gibi kendi yazdıkları dahil olmak üzere sufi risalelerinin, kimseye verilmemesini ancak ölürken vasiyyet edebilmişlerdir.

34- O kadar azdınız ki; aptallaştırdığınızdan emin olduğunuz kitleye güvenerek aleni İslam’a veya ümmetin temsilcisi olan yönetimlere, baba İshak Rasulullahi Kefersuti, baba İlyas Amasyevi, Şeyh Bedreddin Simavi, Şah İsmaili Safevi vs. gibi sufi şeyhlerle topluma aleni savaş ilan edip, insanları birbirine kırdırdınız. Bunu soyunuzdan gelenlerde, bizzatihi askeri yada fırsat bulamazlarsa çeşitli isimler adı altında fikri olarak devam ettirdiniz. El’an neredeyse, tüm tasavvuf kurumları; ya hacıyatmaz gibi her yöne eğilen ya da ümmete muhalefeti, marifet sananların yanındadırlar.

35- Gelenekçi İslam anlayışının temsilcileri ile öyle bir tiyatro oluşturdunuz ki görünürde sanki düşmanmış gibi davranıp hacivatla karagöz gibi birbirinize atıp tuttunuz ve birbirinizin aleyhinde konuştunuz ama onlar yani geleneğin temsilcileri size hiiiç duraksamadan müşteri taşımaya devam ettiler.

Onlar size malzeme devşirdi sizde onlara aptallaştırılan zavallılardan elde edilen ‘’ecru nakdü mesubattan’’ pay ayırıp parsalarınızın bir kısmını bölüştünüz ama çokta vermediniz. Dediniz ki; ‘’Zaten onlar devletten alıyor, milletin; doğum, düğün, ölüm, nikah, mevlüt, yasin, tebareke ve hatim harçlarından istifade ediyorlar çok bile’’ dediniz. Bununla beraber, egonuzu o kadar çok yükseltiniz ki

kendi taraflarında olan, hocaları bile tekkelerinize ‘’lütfen kabul’’ buyurdunuz.

36-Hiçbir zaman, Kuranı Kurana göre anlamaya yanaşmadınız. Öyle ki Kuranı örtmek hatta gündemden çıkarmak için Nebi as mı bile harcamaktan çekinmediniz, onun adına yalanlar uydurup uyduruk ve hayali bir Muhammed peygamber imal ettiniz ve bu iftira dolu masalları millete mevlit, ilahi, kaside, naat gibi isimler adı altında çeşitli musiki makamlarıyla harmanlayarak servis ettiniz, bunu da peygamber sevgisiyle maskeleyip onları bidaha bidaha, kandırdınız.

37- Öleceğinize hiç ihtimal vermediniz ve sürekli ‘’biz aşıkız ölmeyiz, kara topraklarda kalmayız’’ deyip hem hayalinizi dillendirdiniz, hem de Allah Kuran da ‘’yaşatan da biziz,  öldüren de…’’ , ‘’her canlı mutlaka ölecektir’’ diye üzerine basa basa, ölümden bahsederken ve biz kullarını bunu unutmamakla uyarırken, siz ‘’göçmek’’ diye bir laf uydurup, hem ümmeti uyutunuz, hem de alemde ‘baki kalacaklarını zannettirdiniz’’

38- Millete dünyevi hayatı(!) sonuna kadar kötülediniz, elçinin ağzından da ‘’dünya malı leştir, ona talip olanda köpektir’’ deyip, iş kendinize gelince son santimine kadar, dünya imkanlarını ailelerinizle beraber hatta sülalace istifade edip kullandınız. Eflakinin iki ciltlik Mevlevi tarikatının da resmi tarihi olan ve C.Rumi’nin torunu tarafından yazdırılan Menakıbül Arifinin de Sultan -ne demekse, çünkü sultaya çok meraklı ve yatkındırlar, kendilerine sultanımız efendimiz diye hitaptan acayip keyif alırlar-

Velet isimli oğlu babası Rumiye babasının son anlarında; ‘bize ne bırakıyorsun’’ diyor, o da ‘’evlat size öyle bir hazine öyle imkanlar bırakıyorum ki bütün soyum bol bol yese yine kıyamete kadar bitiremez’’ diyor.

Çok doğru, tabiİ şimdi bilmem kaçıncı kuşaktan soyadı Çelebi olan hem de kız torunu, İstanbul sosyetesinin göz bebeği ve saltanat içerisinde yaşıyor. Üstelik Mevlevi tekkelerinin şeyhliğini de o veriyor.

Bir görseniz, o kadar yaşına rağmen, o kadar açık giyiniyor ki vallahi iç çamaşırları bile fark ediliyor.

Bir de ibadethane dedikleri o uyduruk mekanlara böyle gelip, kafalarına bi çaput alıyorlar, önlerinde vallahi billahi tillahi sakallı sarıklı cübbeli tipler, saygısını sunmak ve nazarı alilerinden istifade için kuyrukta bekliyor.

39- Bunlar, milletten devşirdikleri imkanlarla, onların en güzel kızlarını alırken, kızlarını da en imkanlılarına veriyorlar. Köşk hayatı içinde, mutlu ve mesut yaşıyorlar, çocuklarına şeyh zade dedirtiyor ve o şartlara uygun eğitim kurumlarına, en geniş imkanlarla gönderiyorlar.

Bir keresin de aklı pek ermeyen, hoş çoğunun da ermez ya (!) bir şeyhin dervişi; ‘’Allah’ın hikmeti bizim şeyhimiz güzeel, oğlu güzeel, torunu güzeel, hepsinin yüzlerinden nur akıyor nur!..’’ demişti. İlaveten de ‘’biz öyle miyiz ya!.. Hiçbirimiz onlar kadar güzel değiliz’’ deyince ben dayanamadım, az biraz saksıyı çalıştır be kardeşim, bak onlar kendilerine oğullarına torunlarına en güzel kızları alıyorlar, kızlarını da en yakışıklı erkeklere veriyorlar, üstelik taa kaç nesildir bu böyle devam ediyor. Tabii ki onların soyları süzme olacak arkadaş!.. Bu beygir de bile böyle, onlarda bile süzme soy ve çifleştirme yapılıyor oluyor da insanda niye olmasın dedim. Sana ve senin gibilere gelince zaten fakirlikten zor kendine kadın, kızına adam buluyorsun, ne denk gelirse kör topal demeden alıyorsun… Aman işim görülsün diye, bide şükür ediyorsun üstüne, sen ve senden de işte ancak bu oluyor demiştim.

40- Muhammed as içinde bulunduğu toplumda, kılık kıyafeti ve oturduğu yerden fark edilip bilinemezken, siz ‘’derviş çeyizi’’ adını taktığınız şaşaalı ve uyduruk cübbe serpuş vs kıyafetlerle ve size gösterilen taparcasına saygı, girdiğinizde ayağa fırlamadan tutunda peşleriniz de el pençe divan dolaşmaya kadar, hem yüzlerce metre öteden bile fark edilmenizi hem de ayrıcalıklı olduğun cümle aleme davranışlarınızla ilan ettiniz.

41- El’an bile, uydurduklarınız makamları dolduranlar, atalarının kendilerine bıraktığı dergahın/tezgahın ekmeğini yiyorsunuz ve bayilikleri de ona buna değil, oğul ve damatlarına ve de en yakın çevrenize yani network’ün tepe kısmına ait olanlara veriyor, hep aranızda paslaşıyorsunuz.

42- Bu saltanatınızı, milletin gözüne batmasın diye, seyitlik, şeriflik, uyduruk evladı rasül masalıyla da perdeliyorsunuz. Eğer bunu beceremeyecek kadar yalan büyükse, soylarınızı Ebu Bekir, Ömer, Osman’ bağlıyorsunuz. O damı uymadı, o zaman muaviyeyi koruma kanunu olan Aşere i Mübeşşer’e ve sahabenin sorgulamazlığını öne sürüp onlardan birine bağlıyorsunuz. Bu dam tutmadı, Ebu Hanife, Hasanı Basri vs. vs. kimi tutturursanız kendinizi ona nispet ediyorsunuz. Çünkü siz kafayı, soyla-sopla bozan iblis gibi seçkinciliği şiar edindiniz.

43- İktidarda kim varsa ve kim güçlüyse ona prestiş ettiniz, başta Sultan Vahdettin mi var ‘’haşmetmeap efendimiz’’ deyip sarayın tahsisatını aldınız, iktidara Vahdettini devirip kamal mı geçti, hemen ona hürriyetin batmayan güneşi diye teraneler düzdünüz.

Hatta kimileriniz hızını alamayıp onunla bektaşi ve mevlevi dergahlarında kafa bile çektiniz. Son şeyhi ve çevresi yahudi dönmesi olan ‘’Bahariye mevlevihanesi’’ şeyhlerinden biri ki, Yenikapı mevlevihanesi şeyhleri ile akrabadır, ismini vereyim yeter konuşmaya gerek bile kalmaz, ‘’sarhoş Nazif  dede !..’’

44- Kendi mezhep ve meşrebinizi asla sorgulatmazken, İslamın -ki çoğu uyduruk olan tarafıydı- cıncıklamadığınız didiklemediğiniz yerini bırakmadınız.

45- Biz direk Allah’a bağlıyız, peygamberle istediğimiz zaman görüşürüz yalanını yayarken, devlet başkanları, padişahları bile bizim dervişimizdir havasını bastınız!..

Onlar da sizin de yardımınızla, halkı rahatça sömürebildiklerinden buna göz yumdular. Sürekli iktidarlardan tahsisat ve ‘’hediyyeyi seniyye’’ adı altında para ve imkanlar devşirdiniz.

Öyle ki aranızda parsayı yerken, bölüşemediğiniz den kavgalar çıktı, ki Osmanlı arşivleri bu mahkeme kayıtları ile doludur. Birbirinizi dava edince, devlet sizi yatıştırmak için ‘’Yarım Şeyh’lik’’ icad etmek zorunda kaldı. Pir emirinizden Niyazi Mısri’nin oğluna kadar ve oradan bu güne kadar bunlar hep arşivleri doldurdu.

46-Bunlara da hep insanları sömürerek elde ettiğiniz büyük servetleri bölüşmek istememeniz vesile oldu. Hani ‘’dünya malı cifeydi, onun talibi de köpekler…’’ diyordunuz, evet bunu hayatınızla doğruladınız. Yiyecek bir şey bulamayınca, elinizdeki tekke enkazlarını bile sattınız.

47- Sizin ailenizden yada soydan olmayanlara, bazı menfaatler ve mecburiyetler dışında hilafet/acentalık vermediniz ve onları hiçbir zaman benimsemediniz, hep küçük gördünüz!..

48- Kendi ritüleerinizi sorgulamamak ve sorgulatmamak için herhangi bir konuda fikir değiştirmeyi bile şiddetle tenkit edip din değiştirmeyle neredeyse eş saydınız.

49- Namaz, oruç, hac, zekat gibi temel ibadetler de bile gevşek davrandınız, çevrenize bunu empoze ettiniz ama tarikatınızın yüz sene önce kaybolmuş ritüellerini bulmak için çırpındınız.

50- Allah, her zamanın insana anlayacağı ve çağın gerektirdiği dille hitap ederken, siz hem anlaşılmazlığın gizeminden istifade etmek, hem de zaten izahta çok zorlandığınız fikirlerinizi eskimiş ve ağdalı kavramlarla ifadeyi ilim’miş gibi gösterdiniz.

51 – Görebildiğim ve gösterebildiğimi zannettiğim kadarıyla, sizin İslami kıyafet giydirdiğinizi sandığınız tasavvufla, Allah’ın Kuran’da ilan ve izah ettiği İslam, tam bir kan uyuşmazlığı içindeler ama siz bunu izah etmeye çalışanları dinlemediniz bile…

52-Çok sıkıştığınız zamanlarda, kafanızdaki problemi çözmeye yanaşacağınız yerde, karşı tarafı, aklınızca zayıf gördüğünüz yerden vurmaya çalışıp ama sizde de şu var demeyi tercih ettiniz.

Misal biri size eset, iran, haştişabi, hizbullah katildir, işte delilleri!.. dediği zaman, katil katildir biz her türüne karşıyız diyeceğiniz yerde; ‘’ama el kaide, işid, boko haram var!.. sen onlara bak…’’ demeyi tercih ettiniz. Ne yazık ki; sizin resmi muhalifleriniz olup, aslında aynı kafa yapısında olduğunuzu daha önce de yazdığımız sözde rakipleriniz de öyle davrandılar.

53- Bu türbe işinde çok ekmek olduğunu görünce, makam kabri adı altında uyduruk bir sürü mezar icat ettiniz, kimine sahabe kabri, kimine de bilmem hangi evliyanın mezarı dediniz. Hatta dün gibi hatırımdadır, Ankara merkezli bir tarikatın, Bursa acentesi eskiden de tekke olan bir binayı alıp tamirle yine tekke olarak kullanmak istiyordu, zira mubarek yer deyip kutsiyet izafe etmesi çok kolay… İşte böyle bir yere bakıyorduk, biri bizi eskiden tekke olan bi yere götürdü. Kısa izahtan sonra bunun bahçesinde birde kabir vardı deyince, o yer bakan acente, ‘’hah işte tamm bize göre!.. bize de böyle yer lazım işte…’’ demişti.

54-İstanbul merkezli, şeyhi simdi sahtekarlıktan Amerika’ya kaçmış kişi Bursa’ya şube açmıştı, biz de açılışına gittik aaa bide ne görelim girişte bir türbe yapmışlar, zira orası bir evdi ve evin mutfağıydı satın alınıp tamir edilmişti. O mahallenin eskilerinden olduğumdan, buranın türbe olmadığını şeyhe söylediğimde, çok sert tepki vermiş, ‘’burada filan zat yatıyor, biz bunları biliriz!..’’ dedi. İçimizden biri de o dediğiniz kişinin kabri şerifi ilerideki mezarlıkta değil mi diye nazikçe uyarınca, çakma şeyh, ‘’hayır efendim, eski zamanlarda mezarlık buraya kadar uzuyordu, kabir tam bu evin altında kalmış, biz de keşfimizde gördük ve mübareğin kabrini gün yüzüne çıkardık’’ demesin mi!.. Hemen aklıma Akşemşettin ve Eyüp Sultan geldi, neyse oraya girmeyelim…

55- Bu tarikat şeyhlerinin çoğu gerçek isimlerini kullanmaz ya da bilinmez, hep kod adı kullanırlar. Hacı değildirler ama öyle lanse edilirler. Misal: Hace Bayram, hace Bektaş ne gerçek isimleri budur, ne de hacıdırlar. Hace yani ihtiyaç gören manasına’dır. Hacet giderendirler. Bu kelime yakın zamana kadar bizde kullanılırdı. Def’i hacet, hacet gidermek gibi… Hatta Ankara’nın en merkez yerinin ismi hacet tepesidir. Hacet giderdiğine inanılan bir evliyanın türbesi orada olduğu için…Şimdi o tepede, Ankara’nın en eski hastanelerinden ‘’Hacettepe Tıp Fakültesi’’ var. Ama bu sefer gerçekten orada hacet görülüyor. Hem de öyle uyduruktan değil!..

Sadede  gelirsek,

Artık karşılıklı konuşmanın burasına gelmiştik ki Şeyh Efendi bıyık altından küçümseyici gülerek;

-Yeter yahu!.. Bu senin anlattığın din ile bizim dinimiz ayrı zaten…Biz vehhabi değiliz, işidçi hiç değiliz, elhamdülillah!.. Bizim de dinimiz İslaam… kitabımız Kuraan… peygamberimiz (ellerini göğsüne kavuşturup, yarı bele kadar eğilip, bide salavat getirdikten sonra) alemlerin efendisi -haşa- bir sürü ilave yakıştırmalar da saydıktan sonra, Muhammed as dır, dedi ve biraz daha gerinerek biiiz…, dedi.

Senin gibi gönlü şeytan tarafından işgal edilmiş, aklının mahvettiği –sufistler akla müthiş derece de düşmandırlar- Kuran sapıklarını çook gördük, siz peygamber düşmanı, ehli beyt düşmanısınız, namazı üç vakite indirdiniz, yakında toptan kaldırırsınız, deyip aynı tavırla kalktı, yanındaki yalaka taifesi olan dervişanda aah efendiciğim, şu münafığın agzını ne güzelde kapattınız, diyerek odayı sultanlarının peşinden tam bir kapıkulu edasıyla terk ettiler.

İçlerindeki kıt düşünceli ama camiden de etkilendikleri için arasıra başını tasdik makamında sallayıp hiç konuya dahil olmayanlarda, beleş cennetlerini kaçırırlar korkusuyla, bana acıyarak bakıp, onlarda kalkıp gittiler. Ve düne kadar, kapıda karşılanıp kapıda uğurlandığım yerlerde, tek başına kalakaldım.

-Bu yazı muhtelif şeyhlerle onların yakınları ve dervişanı ile muhtelif mekanlarda yaklaşık 3-4 yıl devam eden karşılıklı konuşmaların küçük bir özeti mahiyetindedir-

Ve bende mekanlarından ayrıldıktan sonra ama dışarıda karşılaşınca veya telefonla bana; efendiye karşı saygını bu kadar da mı yitirecektin, bunu senden hiç ummazdık, dedikten sonra;

Evet doğru söylediğin yerler var, dediler. Bunlar efendinin huzurunda, suspus olanlardan;

­ — Ammaa onlar mubarek insanlardır ve erenlerin sağı solu hiç belli olmaz sen de çook ileri gittin ve aşırı davrandın, hatta kendi ayağına sıktın be kardeşim, demezler mi?

Bu cehaleti ilim sanıp nimet bilen beleş cenneti gözüne kestirmiş, farklı her şeye içinde bir soru oluştursa da karşı çıkmayı din saymış, bizatihi bidat ve çarpıtmayı siyaset edinmiş bir topluluğa ne anlatılabilir ki!..

Elimden geldiğince, nezaketimi muhafaza etmeye çalışarak, aralarına katılmayı azaltmakla beraber olur ki birine bir faydam dokunur düşüncesiyle onlarla irtibatımı kesmedim.

Bir kısmı, beni hakaret ve tehditle yanlarından uzaklaştırmayı tercih ederken, bir kısmada katıldığım toplantıların da hem yok hükmünde sayıp ona göre davrandılar, hem de çevreleri ile görüşmelerimi tarassut altına aldılar.

Şimdi önümde iki yol var.

Ya çok mutedil davranmaya gayret edip, belki bir Allah’ın kuluna zerre miktarı da olsa faydam olur diye, o çevrelerde olabildiğince bulunmak. Evet bunu deniyorum amma gördüğüm o ki bu onların bana düşmanlığını arttırmaktan başka bir işe yaramıyor ve yine uzaklaştırıyor.

Ya da lafı dolandırmadan, çok net olup, açık söz ve misallerle onları düşünmeye davet etmek, bunu da denedim, ilk tepkileri alay etmek, küçümsemek ve yine ilişki kesmeye dönük oldu. Sonra yine hakaret!…
Hani Kuran’da (Araf 176 )  tarif edilen köpeğin hali gibi…
Bıraksan da dilini çıkarıp havlıyor, üzerine varsan da, hatta mahkum ettiğini hissettirip bağlasan da havlıyor.

Vardığım nokta şudur:
Onlar Müslümanlıklarını, aleni olarak ifade ettikleri müddetçe, şahıs olarak ne derlerse desinler, hiç birine cevap vermeyip sabretmek ama Kuran’la taban tabana zıt fikirlerini, yine Kuran’la örneklendirerek içinde bulundukları düşünce açmazlarını, tekrar tekrar anlatmaya çalışmak.

Evet hali pür melalim ve mealim budur.

Allah Kuran’da müminleri net, açık, kınayıcıların kınamasından çekinmeyen ve de direnenler olarak tarif ediyor. İşte tam böyle davranmaya çalışarak irtibatı kopartmadıkları ve  dinlemeye açık oldukları sürece, Muhammed as gibi sabırla beklemeye çalışmak. Belki aralarından ya da dolaylı olarak hakkın bir dimağa girmesine vesile oluruz, bu bir mümin için sonsuz saadettir.

İyice anladım ki kimse aptal değil ve kimse de kandırılmıyor, maalesef sadece küçük menfaatleri için satılıyorlar. Bu bazen resmen dünya için olurken, bizim piyasada da din örtülü dünya için oluyor. Burada, şeyh, ihvan, hoca, cemaat farketmiyor.

Eğer din gelenek, gelenekte din olmuşsa bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Netice her daim Allah’ındır, bize düşen imtihanımızı yüz akıyla verip, sahibimiz olan ALLAHIN HESAP GÜNÜNE, SELİM / KURTARILMIŞ BİR AKILLA VE İMANLA ULAŞMAYA ÇALIŞMAKTIR.

O’da asla, kuluna isteyip gayret ettiği şeyin haricinde bir şey yaratmaz.
Bir ömür beraber yaşadığım, beni kuran sapığı gören tüm mezhepçi ve tarikatçı arkadaşlarımın da bir gün, amma dünya hayatı bitmeden, Allah’ın kitabına ve kitabı da kitaptan anlayacakları, günün gelmesi dua ve temennisi ile yazıya nihayet veriyorum.

vesselam.

İsmail Çalışkan