Düşüncenin ve Aklın Türevleri

Kur’an’da düşünceyi karşılayan bir terim olmamakla birlikte düşüncenin türevleri için; tedebbür, tefekkür, tezekkür, tefakkuh kavramları geçmektedir. Düşüncenin kapsamına giren taakkul yani akıl isim olarak değil de fiil olarak 49 ayette 49 kez geçmektedir. Akıl kelimesinin asıl anlamı tutmak ve sımsıkı kavramaktır. Örneğin develerin ipe bağlanması/tutulması, İlacın mideyi tutması/ishali durdurması, kadın saçını bağladı anlamında bir kavramdır. Kişi doğduğu andan itibaren işittiği ve gördüğü şeyler arasında bağ kurmaya çalışır. Kurduğu bu bağlar sayesinde düşüncesinin temellerini atmaya başlar. Düşüncenin oluşabilmesi için aklettiğimizde bilgi verileri ve olaylar arasında bağ kurup, anlama, yorumlama, analiz etme vd. birçok işlemi başlattığımızı söyleyebiliriz. Kur’an’da birçok ayette akla vurgu yapılarak, aklını işletmeyen kişilerin En’âm’a benzetilmesi, hatta kendi kendilerini düşürdükleri durum özellikle vurgulanmaktadır. “Allah’ın onayı olmadan kimse inanıp güvenmiş (mümin) sayılmaz.[1] Allah, aklını kullanmayanların üzerinde pislikler oluşturur.[2]

Kur’an’da Düşünce ve akıl bağlamında geçen kavramlara tek teke baktığımızda

Düşüncenin türevleri;

D-b-r

Bir şeyin arkası ön (kubul)’ün zıddıdır.[3] Fiil olarak 44 ayette 44 kez geçmektedir. Tedebbür kavramını zıddıyla birlikte en iyi anlayabileceğimiz ayetler dizgesi bir olay örüntüsü ile Yusuf Suresi 25-26-27 ve 28. Ayetlerde geçmektedir. Bilindiği gibi bu ayetlerin öncesinde Yusuf Suresi 24. Ayette “Kadın onu gerçekten arzuluyordu. Eğer Rabbinin burhanını[4] görmemiş olsaydı Yusuf da onu gerçekten arzulamıştı. Böyle olması, kötülüğü ve fuhşu ondan uzaklaştırmamız içindi. O, samimiyeti onaylanmış kullarımızdandır” denilerek olay başlatılmaktadır. Yusuf (a.s) neredeyse kadına meyledecekken Rabbinden aldığı burhanla yaşadığı evdeki kadının şehvetine ortak olmamış kaçarken gömleği arkadan yırtılmıştır. Kadının ailesinden bir bilirkişi olayın önünü ve arkasını bir gömlek üzerinden değerlendirmiştir. Gömleğin arkadan yırtıldığı anlaşılmıştır. Aynı kavram Kur’an’da tabiat olayları anlatılırken de geçmektedir.[5] Müşriklere tabiat olaylarını “çekip çeviren kim?” diye sorulduğunda “Allah” derler diye geçmektedir. Tedebbür kavramının geçtiği diğer ayetlere de baktığımızda[6] Kur’an’da anlatılan tüm olgu ve olayları tedebbür ederek işin arkasını ve önünü kavrayabileceğimizi görürüz. Böylelikle Türkçemizde de kullanılan tedbir ile her türlü şirkten kurtulmak için düşünsel tedbirler alır, yaşamımıza uyarlarız. “Bunlar Kur’an’ı bağlantılarıyla birlikte ele almayacaklar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed 47/24)

F-k-r

Türkçemizde de kullandığımız fikir üretmek “bilgiyi bilinene doğru sevk eden güçtür. Tefekkür ise, bu gücün akli nazara/akıl bakış açısına göre hareket etmesidir ki, bu hayvanlar için değil, inanlar için söz konusudur. Bu da sadece kalpte bir sureti/şekli meydana gelebilen şeyler için kullanılır.”[7] Kur’an okudukça, araştırdıkça ayetler arasındaki bağlantıları gördükçe kişi Tefekkür ederek işlerin hakikatlerine ulaşır. 18 ayette 18 kez geçen tefekkür kavramının geçtiği ayetlere baktığımızda bu ayetlerin özellikle yaratılmış ayetlere dikkat çekildiğini görürüz. Oku emriyle başlayan vahiy sürecinden de anlıyoruz ki Müslümanların yaratılmış ayetleri okuyup bilim insanı olmaları yönünde teşvik edildiklerini anlarız. Yaratılmış ayetleri araştırmadan, bilmeden oturduğumuz yerden fikir üretmek tefekkür etmek değil Zan üretmektir. Hucurat Suresi 12. Ayette de geçtiği gibi “zannın çoğundan kaçınmamız” gerekir. Kişinin fikir sahibi olabilmesi için elinde ölçütlerinin olması gerekir. Sebep ve sonuçlarıyla birlikte düşünmesi gereken konular, Kur’an da bize ölçütleriyle birlikte vermektedir. Kişi araştırarak, öğrenerek, bilgi elde ede ede hakikatlere ulaşmaya çalışmalıdır ki tefekkür eylemini hakkıyla gerçekleştirebilmiş olsun.  De ki: “Size ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum.  Gaybı /gizli şeyleri de bilmem. Size, ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyedilen Kur’an’a uyarım.” De ki: “Gören ile görmeyen bir olur mu? Hiç tefekkür etmez misiniz?”(Enam 6/50)

Z-k-r

Kur’an’da zikir kavramı 264 ayette 292 kez geçmektedir. Tezekkür zikir kelimesiyle aynı kökten gelmektedir. Zikir “Bir marifeti zihinde toparlamak, kalbe ve dile getirmek anlamlarına gelir. Zikir, zihinde toplanan marifet, Tezekkür onu zihne getirmek ve yine zikir onu dile getirmektir.  Elçilerin görevi tezkirdir. Yani insanların çevrelerinden edindikleri bilgileri onlara hatırlatarak; Allah’ın kitabında olan bilgi ile ilişki kurmalarını istemektir. Çünkü bütün insanlar çevrelerinin öğrencisidir. Marifet bir yemek yapmak gibi bir şeydir. Birazcık şuradan, birazcık buradan, birazcık ondan birleştirirsiniz ve bir yemek yaparsınız. Marifet çok değişik şeylerden elde edilen bir bilgidir. İşte o bilgi iki kaynaktan elde edilir. Bunlardan birisi,  Allah’ın yarattığı kitaptır. Yeryüzünde gördüğümüz her şey, Allah’ın ayetidir. İşte o ayetlerden elde edilen bilgi zikirdir. Allah’ın indirdiği kitaplarının tamamı da zikir adını alır…“[8]  Esas olanın zikir olduğunu söyleyen Sayın Bayındır sözlerine şöyle devam etmektedir “ Burada esas olan lafızlar değil esas olan o lafızların içerisindeki anlamdır. Ama lafızlar o anlamın koruyucularıdır. Lafızlar değişirse anlamda değişir. “Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan sonra da Arşa (yönetimi) geçen Allah’tır. O’ndan başka bir dostunuz ve destekçiniz yoktur. Bilginizi kullanmaz mısınız?” (Secde 32/4)

F-k-h

Fıkıh kavramı türevleriyle beraber Kur’an’da 20 ayette 20 kez geçmektedir. Fıkıh kelimesinin geçtiği ayetlere baktığımızda genel olarak bir şeyi anlama, kavrama ya da sözü anlama manasında geçtiğini görürüz. Pek çok delilden yola çıkarak sonuca varma işi fıkhın kapsamı alanına girer. Bir şeyi fıkıh edebilmemiz için konu ile alakalı doğru bilgiye, ölçütlere, ilke ve yönteme ihtiyacımız vardır. Kur’an’a baktığımızda fıkıh bütün konularını kapsamaktadır diyebiliriz. Kur’an’da geçen fıkıh kavramıyla bir disipline ad olan “fıkıh” terimi birbiriyle karıştırıldığı için anlam daralması yaşamaktayız. Fıkıh, bilme işinde olgu ve olayları kavramaya çalışma çabasıdır. Kişi kuşatamadığı, kavrayamadığı bir şeyi anlayamaz. Bu bağlamda kavranamayan, uygulamaya konulmayan bilgi, anlaşılmayan bilgi sayılır. Anlaşılmayan bilgi ise atıl bir bilgidir. Bize davranış kazandırmaz. Ancak kişi kavrayıp anladıktan sonra üstünü örterse kâfir olur. Eylem, söylem ve düşüncesi birbiriyle örtüşmezse de münafık olur. “Bir sure indirilince birbirlerine bakar: “Sizi biri görüyor mu?[9]” der, sonra dönüp giderler. Allah da onların kalplerini döndürür; çünkü onlar kavramayan bir topluluktur.”

Aklın türevleri;

L-b-b

Sözlüklere baktığımızda Lüb herhangi bir şaibeden arınmış olan akıl anlamı ön plana çıkmaktadır. Bu kavram 16 Ayette 16 kez geçmektedir. Bu şekilde ad olmasının nedeni, insan da var olan anlamların özü olmasındandır. Bir şeyin iç yüzü, özü, cevheri, aslı, en iyi kısmı demek olan lüb gibi. Kimileri ise lüb akıldır ama her akıl lüb değildir. Onun için yüce Allah, ancak arı duru akılların kavrayabileceği hikmetini anlayanları lüb sahibi olarak tanımlamıştır. “Allah, hikmeti gerekeni yapana verir.[10] Kime hikmet verilirse, ona çok hayırlı bir şey verilmiş olur. Bu bilgiye (hikmete) sağlam duruşlu olanlardan başkası ulaşamaz.  Ayetlere baktığımızda kısaca takva da kusur etmemeye çalışan ulü’l-elbâb olanlar,  kıssalardan ibret alamaya çalışırlar. Pis ve temiz olan şeylerin farkını çok iyi bilirler. Allah’ın ayetlerini tedebbür, tezekkür ederler ve sözün en güzeline uyarlar.

N-h-y

Kur’an’da türevleriyle birlikte 54 ayette 56 kez geçmektedir. Bir şeyin yapılmasını engellemek, yasaklamak, insanları ondan uzak tutmak anlamına gelen nehiy için kötü şeyleri yapmayı yasaklayan akıldır.[11] Taha 53 ve 54. Ayetleri birlikte okuduğumuzda “Yeryüzünü sizin için beşik gibi yapan ve sizin için orada yollar açan O’dur. Gökten su indirdi de onunla (erkekli, dişili) çiftlerden çeşit çeşit bitkiler bitirdi. Onlardan yiyin, malınızı davarınızı da otlatın. Bunda aklını çalıştıranlar[12]için kesin belgeler (ayetler) vardır.” Bu akıl insana temyiz gücü verir. Nuha sahibi insan Allah’ın emirlerine uyarak, iyiliği emreder, kötülüklerden sakındırmaya çalışır. Böylelikle Al-i İmran 114. Ayette geçtiği gibi kurtuluşa ermiş Salih kişilerden olurlar. “Allah’a ve ahiret gününe inanıp güvenir, iyi şeylerin yapılmasını ister ve kötü şeylerden sakındırırlar. Hayırlı işlerde de yarışırlar. İşte bunlar iyi olanlardandır.” Ya da Tövbe 67. Ayette geçtiği gibi kötülüğü emreden iyiliği engelleyen münafık, fasık kimseler olurlar. “Münafık erkeklerle münafık kadınların birbirlerinden farkı yoktur. Onlar münkeri /kötü şeyleri emreder, marufu /iyi şeyleri de yasaklarlar. Eli sıkı davranırlar. Onlar Allah’ı unuttular[13], Allah da onları unuttu. Münafıklar tam anlamıyla yoldan çıkmış kimselerdir.”

H-c-r

Taşta bir şeyin içinde yer alan koruyucu nitelik manası da düşünüldüğünden buradan hareketle Akla da hicrun denmiştir.[14] Çünkü insan akıl sayesinde nefsinin her istediğini yapmaktan kendisini koruma imkânına kavuşur. 18 ayette 21 kez geçmektedir. ”Bunlarda, akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi?” (Fecr 89/5)

M-r-r

Yol almak bir şeyi geçmek demektir.[15] 32 ayette 35 kez geçmektedir. Zekânın kuvveti sağlam muhakeme ve metanet anlamlarına da gelmektedir. Mirra için Furkan 72. Ayette geçtiği gibi “Bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?” Bu bağlamda pisliklerden, kötülüklerden geçip giden akıldır diyebiliriz. “Rahmanın kulları, yalana şahitlik etmezler, boş sözlerin olduğu yerlerden hiç oralı olmadan geçerler”. Yani Mü’minler boş/kötü şeyler konuşmak zorunda kalınca kinaye kullanırlar, kötü şey işittiklerinde duymazlıktan gelir ve gördüklerinde ise ondan yüz çevirirler. Sağlam muhakeme gücüne kavuşan kişinin zekâsı da kuvvetli olur. Sabrederek Allah’a ve Resule uyan kişiler kötülüğü iyilikle savarlar. “Sana cevap vermezlerse bil ki, sırf arzularının peşine düşmüşlerdir. Allah’ın yolundan çıkıp kendi arzusunun peşine düşmüş olandan daha sapık kim olabilir. Allah, yanlışlar içinde olan bir toplumu yola getirmez. Bu sözleri onlar için peş peşe sıraladık. Belki kafalarını çalıştırırlar. (Kasas 28/50,51)

H-l-m

Nefsi ve tabiatı, öfkenin heyecanına karşı kontrol etmektir. Tur/ 32. Ayetin manasında hilm akıllardır. Hilm hakikatte akıl demektir. Aklın sebeplerinden biri olduğundan böyle yorumlanır.[16] Ayrıca hilm için hikmetin bir parçasıdır denmektedir. Zıddı Sefih’tir. Adem’in (a.s) iki oğlu arasındaki fark hilm ve sefihliktir.

Genele baktığımızda düşüncenin ve aklın türevleri olan; tedebbür, tefekkür, tezekkür, tefakkuh, lüb, nuha, hicr, mirra ve hilm gibi kavramların iyi ve kötü, güzel ve çirkin, pis ve temiz, faydalı ve zararlı tüm olgu ve olayları ayırt etmek için, zihnin halleri yani işleyiş tarzları, kısaca işlevleridir diyebiliriz.  Kişi de zihin ve kalp dengesi kurulduktan sonra artık bir Mümin için Aklını çalıştırdığı için kalbi selimdir diyebiliriz. “O gün ne malın bir faydası olur ne de evladın. Sadece Allah’a şirkten kurtulmuş bir kalple gelenler fayda görür.” (Şuara 26/88-89)

Mürüvvet Çalışkan

________________________________________________________________________________________

[1] İman kalpte olduğu için kişinin inancının doğru olup olmadığı ile ilgili onayı Allah’tan başkası veremez (İbrahim 14/4, Nahl 16/93, Kasas 28/56).

[2]  En’am 6/125, A’raf 7/101, 70-71, Tevbe 9/125.

[3] Ragıp El Isfahani, Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, D-b-r Maddesi, Çıra Yayınları, s. 374, 2010

[4] Yüce Allah, tüm insanlarla; vahiy (ilham) yoluyla, perde arkasından ve Allah’ın vahyini iletmekle görevli bir elçi aracılığıyla olmak üzere üç yolla konuşur (Şûrâ 42/51). Bu ayette Yusuf (a.s)’a gösterildiği bildirilen “burhan” bu konuşma yollarından ilkiyle ilgilidir. Allah, insanların yapıp ettiklerinin iyi ya da kötü olduğunu onların içine ilham eder (Şems 91/8). Bu duygular insanın kalbine doğar. Kötü bir işe niyetlenen yahut bunu yapan kişinin içinde hissettiği sıkıntı ve vicdan azabı, Allah’ın ona olan ilhamıdır. Yûsuf aleyhisselamı kötü işe bulaşmaktan alıkoyan “burhan” (kesin delil), Allah’ın ona, yaptığının kötü olduğunu ilham etmesi, onun da bu düşünceyi içinde hissetmesidir. Yûsuf aleyhisselamın içine doğan ilham onu kendine getirmiş olmalıdır. Bu tür uyarılar herkese yapılır. Sıkıntı ve huzur türünden bu tecrübeyi mümin veya kâfir her insan yaşar (Tevbe 9/110, Hicr 15/2). Bu duyguyu içinde hisseden kişi, kötü işi yapmaya devam ederse, bunu bilerek yapmış olur ve bu bilgi Allah’ın huzurunda onun aleyhine delil olur. Yanlış bir işten sonraki iç sıkıntısı da Allah’ın kullara bir ilhamıdır. Bu ilham, kişiyi tevbeye çağırır. Dolayısıyla doğru ya da yanlış yolda olmanın ikisi de bilinçli davranışlardır. Kur’ân’da, Mûsâ aleyhisselamın annesine vahyedildiği (Tâ Hâ 20/38, Kasas 28/7), henüz bir çocuk iken Yûsuf aleyhisselamın kuyuda vahiy aldığı (Yûsuf 12/15) bildirilir. Ancak içe doğan her şey Allah’ın ilhamı değildir; şeytan vesvesesi de olabilir (En’âm 6/121). Çünkü insan ve cin şeytanları, insanlara vesvese verir, zihinleri bulandırır. Hatta bunların vesveselerini ifade etmek için Kur’ân’da “vahiy” kelimesinin kullanıldığı da olur (Nâs 114/4-6; En’âm 6/112, 121). Bunlar, nebî ve rasûlleri de yanlış davranışlara sürüklemeye çalışmıştır (En’âm 6/112-113, Hacc 22/52). Allah’ın ilhamı ile vesveseyi ayırabilmek için içimize doğan düşünceleri Allah’ın kitabıyla denetlemeliyiz.

[5] Bkz. Yunus/31, Rad/2

[6] Bkz.  Sâd/29, Nisâ/82, Muhammed/24, Müminûn/ 68,71.

[7] Ragıp El Isfahani, Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, F-k-r Maddesi, Çıra Yayınları, s. 805, 2010

[8] Kur’an’ı Kerim’de Zikir Kavramı, Konuşmacı Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır,  https://www.youtube.com/watch?v=DrAbpAvQ3jA

[9] Müminler ve münafıklar bir aradayken bir sure indiğinde, müminler huşu içinde, sessiz ve dikkatle sureyi dinlerlerdi. Bu sırada, münafıklar, vahiyle alay etme ve inkâr hallerini ortaya çıkaracak şeylerle rezil olmamak için meclisten gizlice sıvışmaya çalışırlardı. Bu esnada “Sureyi dinlemekten hoşlanmadığımız için ayrıldığımızda bizi nebi veya müminlerden kimse gördü mü?” anlamında birbirleriyle konuşur veya işaretleşirlerdi.

[10]  Hikmet, Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden doğru bilgiye ulaşma yöntemi ve ulaşılan doğru bilgidir. Allah’ın indirdiği ayetlerdeki doğru bilgiye ulaşma yöntemi, o ayetlerin içindedir. Yaratılan ayetlerde yani tabiatta olan doğru bilgiye ulaşma yöntemi de onların üzerinde yapılacak dikkatli ve sabırlı bir çalışma ile ortaya çıkar. Her iki yöntemle doğru bilgiye ulaşmanın tek şartı, gereken gayreti göstermektir.

[11] Ragıp El Isfahani, Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, N-h-y Maddesi, Çıra Yayınları, s. 1089, 2010

[12] Aklını çalıştıranlar” diye anlam verdiğimiz ulî’n-nühâ sözündeki nühâ, kötülükleri engelleyen ve iyiliklere yönelten akıl anlamına gelen nühye’nin çoğuludur. Ancak aklını çalıştıranlar bu durumda olabilirler.

[13]Burada kastedilen unutma, Allah’ın emirlerini önemsememektir. Bu nedenle Allah da onları önemsemeyecektir, Taha 20/126, Secde 32/14, Câsiye 45/34.

[14] Ragıp El Isfahani, Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, H-c-r Maddesi, Çıra Yayınları s. 805, 2010

[15] Rahmanın kulları, yalana şahitlik etmezler, boş sözlerin olduğu yerlerden hiç oralı olmadan geçerler,

[16] Ragıp El Isfahani, Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, H-l-m Maddesi, Çıra Yayınları s. 305, 2010