Öncelikle ekonomik büyüme ile kalkınma paralel ilerlemeyebilir. Ekonomik büyüme sermayenin büyümesi demektir. Bu büyük sermaye artışlarına paralel olarak çoğu zaman işsizlikler ve sefalette yükselir. Ekonomik kalkınma kısaca bir ülkedeki yaşam standartlarının yükselmesidir. Büyüme yalnızca gelirdeki artışı içermesine karşılık, gelişme ise gelir artışı yanında ekonomik, sosyal ve kurumsal yapının da olumlu yönde değişmesini kapsar. Büyümeyi ekonomik ve toplumsal ilerlemeye yönelik dönüşümler izlemezse kalkınma gerçekleşmez. Kalkınmanın da en önemli gelişmesi gelir dağılımının daha adil olması yönündeki gelişmesidir. Az gelişmiş ülkelerde refah artışı için yalnızca büyüme yeterli olmayıp, ekonomik gelişmeye de gerek vardır.
Ayrıca bir ülkenin GSMH’sinin yükselmekte olması da o ülkenin ekonomik parametrelerinin pozitif yönde ivmelenmesi anlamına gelmeyebilir. Öncelikle GSMH gelirlerinin ne kadar adaletli dağıtıldığı önemli bir faktördür. Örneğin ulusal gelirin %80’ine halkın %10’u sahip oluyorsa sağlıklı bir sonuç çıkmaz. Milli gelir hesaplanırken ülke gelirlerinin nüfusa bölünmesiyle kişi başına düşen miktar baz alınır. Burada homojen bir şekilde paylaşım varsayılsa da gerçekte durum öyle değildir. (En azından Türkiye için) Milli gelirin nasıl paylaşıldığı kritik noktadır. Ülkemizde gelir pastasından küçük bir kesim çok büyük bir pay almaktadır. Gelir adaletsizliğinde OECD ülkeleri arasında ilk sıralarda yer almaktayız. Kapitalizmde ilk amaç insanların ihtiyaçlarını karşılamak değil kârı maksimize etmektir. Mesela bir ekonomi yılda %7 büyürse GSMH 10 yılda 2’ye katlanır. Ancak GSMH’nin yükselmesi refah artışını genelde bu denli yükseltmez. Türkiye’de total hasılayı yükselten önemli kalemlerden biri tüketim harcamalarıdır. Bu durum dengesizliğe yol açar. Sağlıklı büyüyen bir hasılada ise kamu ve özel sektörün fiziki harcama yatırımlarının payları çok yüksektir.
Türkiye’yi örnek verirsek kuruluştan bugüne ortalama büyüme oranlarıyla 1923’te emekli olup bir ev alan kişinin şu an altı, yedi ev alması gerekirdi. Ancak gerçek böyle değildir. Gelirin adil dağılımı ile ilgili TÜİK’in 2023 yılına ilişkin “Gelir Dağılımı İstatistikleri “ne bakarsak en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, 2023’te bir önceki yıla kıyasla 1,8 puan artarak yüzde 49,8 olmuştur. En düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9’a gerilemiştir. Bu oranlara müteakip Avrupa’da gelir dağılımı eşitsizliğinde Türkiye ilk sırada yer almıştır. Dünyadaki 130 ülke içinde ise 102. sırada yer almıştır. Yani Türkiye’de son yıllarda ekonomik durum nedeniyle yoksul daha da fakirleştirirken zenginler servetlerini hızla artırmıştır. Ayrıca işçilerin milli gelirden aldığı pay azalırken şirketlerin payı artmıştır. Türkiye ekonomisi yüksek hızlı büyüme konjonktürü içinde olmasına rağmen istihdam yaratamamaktadır. Yani, “istihdamsız büyüme” sergilemektedir. GSYİH artışlarının diğer makroekonomik büyüklüklerle de uyumlu olması gereği vardır. İleri teknoloji ve nitelikli işgücü ile çalışan, ihracat kabiliyeti yüksek sektörlerde yoğunlaşarak, ekonomik büyüme ile anlamlı bir dış ticaret politikasının ortaya konması gerekmektedir. Mevcut dış ticaret uygulaması, ekonomiyi sürdürülemez bir dış açığa itmektedir. İhracat rekorlar kırıp, ülke ekonomisi büyürken, dış açığın sürekli artması ülkenin kırılganlığını yükseltmektedir. Ülke ihracatının ithal girdilere bağımlılığının artması, istihdam politikalarını da olumsuz etkilemektedir.
Kaynak; TÜİK
Bu tablodan hareketle Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllık ortalama büyüme oranının yüzde 5 olduğu söylenebilir. En az büyüme trendi 2. Dünya Savaşı’nın yıllarında olmuştur. En çok büyüme trendi ise Cumhuriyet’in kurulduğu ilk dönemde yakalanmıştır.
YILLAR | UYGULANAN POLİTİKALAR |
1923-1929 | Karma Ekonomi Modeli (Devlet ve Liberal) Kalkınma Amaçlı Yabancı Sermayeye İzin ve Yerli Milli Burjuvazi Oluşturma Odaklı Sistem |
1930-1939 | Büyük Buhran Sonrası Ilımlı Devletçilik Modeli. Devlet Bazlı ve Devletin Ulaşamadığı Yerlerde Özel Sektör Destekli Model |
1940-1949 | 2.Dünya Savaşı ve Sonrası Sert Devletçilik Modeli, Ek Vergiler Alınması, Marshall ve Truman Yardımları |
1950-1959 | Liberalizm Modeli, Yerli Burjuvazi Oluşturma Odaklı Sistem, Dış Yardımlar Alma |
1960-1969 | Planlı Kalkınma Dönemleri, İthal İkameci Politikalar |
1970-1979 | 60-69 dönemine ek olarak Petrol krizi, Kıbrıs Barış Harekâtı ve Ambargolar |
1980-1989 | Neo-liberal Politikalar Modeli, Devlet Müdahalesi Minimum İ, Serbest Döviz |
1990-1999 | 1994 Krizi, Dışa Açılma Politikası Devamı, IMF Anlaşması |
2000-2009 | 2001 Krizi, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, Liberal Politikaların Devamı, AB ile İlişkilerin Artması |
2010 ve sonrası | Mücadeleci Politikalar ve Yeni Krizler |
Dünya’da da durum benzer şekildedir. Uluslararası Para Fonu, (IMF) nin yayımladığı ‘’Dünya Ekonomik Görünümü’’ raporunda Dünya’daki bireylerin ortalama GSMH’si 2023 yılı itibariyle 13.350 dolardır. Peki bu ortalamayı tutturan ülke sayısının oranı kaçtır dersek tüm Dünya ülkelerinin yüzde 30’u bile değildir. (Türkiye’de tutturamıyor) Bu hesaba göre Nijerya’da 4 kişilik ailenin toplam GSMH’si 53.400 dolar olması gerekirken 3.400 dolar bile değildir. Öte yandan Dünya’nın en zengin 30 ailesi Dünya’nın yarısı kadar GSMH toplamaktadır. Peki ülkemizde ters giden şey nedir? Neden büyüme arttığı halde yoksullaşma artmaktadır? Bir ülkenin en önemli iktisadi araçlarından birisi olan ekonomik büyüme, “yoksullaşmaya neden olabilir mi?” sorusundan hareketle araştırmalarını yürüten Bahagwati, “Yoksullaştıran Büyüme” hipotezini, 1958 yılında gerçekleştirmiş ve bu çalışmanın ardından hipotez, pek çok bilim insanının çalışmasına konu olmuştur. Nispeten gelir düzeyi daha düşük olan küçük bir ülke dış ticaretin taraflarından biri olduğunda ve dış ticaret sonucunda bu ülkenin dış ticaret hadlerinde bozulma yaşandığında bu ülkelerde yoksullaştıran büyüme olayı görülebilmektedir. Bu ülkede yaşanan ekonomik büyüme ülkenin daha zengin ve refah seviyesi daha yüksek bir ülke haline gelmesinden ziyade, ekonomik büyüme yaşanmadan önceki durumdan daha düşük bir seviyeye gelmesine neden olabilmektedir. Bu duruma ülkelerin dış ticaret hadlerindeki çarpıklıklar neden olmaktadır. Türkiye için elde edilen sonuçlar istihdam yaratmayan bir ekonomik büyümenin varlığını ortaya koymaktadır. Ayrıca ilgili çalışmalarda ihracatın büyük bir bölümünün ithal girdiler ile yapılması gerekçesiyle, döviz kurunda meydana gelen değişikliklerin, ithal girdi fiyatlarını etkilediğini bu durumun doğrudan ekonomik büyüme üzerinde etkili olduğunu belirtilmiştir. Türkiye’nin 1980 sonrası uygulamaya başladığı bu politikalardaki amaç ekonomik büyümeydi. Fakat ihracata dayalı büyüme modeline dayanarak hedeflenen büyüme seviyelerine ulaşılamadığı görülmüştür. Buna ek olarak, Türkiye’nin ithalat oranı ihracata oranla çok daha hızlı büyümüştür. Türkiye için dış ticaret hadlerinde bozulmaların yaşandığı bir sürecin varlığı söz edilmeye başlanmıştır. Türkiye’nin ticari anlamda üretim yapısı incelendiğinde ithal hammadde ve ara mallara bağımlılığı göze çarpan ülkelerden biridir. İhraç edilen malları üretebilmek için ithalat yapılması gerekmektedir. Bu da Türkiye için döviz kuru politikasının ayrıca önemli olduğunu ifade etmektedir. Döviz kurunda yaşanan yükselişler üretim için gerekli olan hammadde ve ara malın ithalatını güçleştirmekte, üretim sürecini olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle Merkez Bankalarının para politikalara içerisinde yer alan döviz kuru politikasını doğru bir şekilde belirlemesi gerek görülen hususlardan bir tanesidir. Özellikle de çoğu ithal hammadde ve ara malın ABD doları cinsinden temin edilmesi nedeniyle ABD dolarının kuru ülke için kritik noktalardan biri olarak göze çarpmaktadır.
Ülkeler arası karşılaştırma yaparken sadece GSMH ve ekonomik büyüme ölçüt alınmamalıdır. Bir toplumun yaşam kalitesi, eğitim kalitesi, yaşadığı yerin altyapısı, bilimin gelişmişliği, adaletin tarafsızlığı gibi pek çok ölçüt vardır. Bunları araştırmada 2 kaynak önemli yer tutar. Bunlar Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ‘’İnsani Gelişmişlik Endeksi’’ ve Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan ’Küresel Rekabet Raporu’dur.
İnsani Gelişmişlik Endeksi; Dünya‘daki ülkeler için yaşam uzunluğu, okuryazar oranı, eğitim ve yaşam düzeyi doğrultusunda hazırlanan bir ölçümdür. İnsanların düzgün yaşaması, özellikle çocuk hakları için bir ölçün teşkil eder. Bu araştırma sonucunda bir ülkenin gelişmiş, gelişmekte olan ya da gelişmemiş bir ülke olduğu; bunun yanı sıra ekonomisindeki etkinin yaşam niteliği ne düzeyde etkilediğini gösterir.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yayımlanan ‘’2022 İnsani Gelişme Raporu’’na göre Türkiye 191 ülkeden 48. sırada yer almıştır. Bu raporda Dünya genelinde beklenen yaşam süresi, eğitim ve ekonomik refah gibi ölçütler baz alınır. İnsani Gelişme Endeksi’nin zirvesinde 84 yıllık beklenen ömür, 16,5 yıllık eğitim süresi ve 66 bin dolarlık medyan gelirle İsviçre yer almıştır. Listenin sonunda ise 55 yıllık ömür, 5,5 yıllık eğitim ve yıllık ortalama 768 dolarlık gelirle Güney Sudan bulunuyor.
Küresel Rekabet Endeksi ise Dünya ülkelerinin, rekabetçilik puanlarına göre sıralanmış bir listesidir. Ülkelerin rekabetçilik puanları Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl tekrar edilen kapsamlı bir çalışma ile ölçülür. Dünya Ekonomik Forumu, rekabetçilikle ilgili olarak ülkelerin üretkenlik düzeylerini, kurumlarının, politikalarının ve faktörlerinin birbirleriyle etkin çalışıp çalışmadığını analiz ederek Küresel Rekabetçilik Raporu’nu her yıl yayımlamaktadır. 2005 yılından bu yana, artan sayıda ülke ve kurum tarafından ulusal rekabet gücü konusunda kıstas olarak göz önünde bulundurulan Küresel Rekabetçilik Endeksi’nin net yapısı, her ülkeye ulusal rekabet gücünü, zayıf ve güçlü yönlerini belirlemesinde yardımcı olmakta, politika reformu süreçlerinde yol gösterici olmaktadır.
TEMEL GEREKSİNİMLER | ETKİNLİĞİ ARTTIRICILAR | GELİŞMİŞLİK FAKTÖRLERİ |
1) Kurumlar | 5) Yüksek Eğitim ve Öğretim | 11) İş Gelişmişliği |
2) Altyapı | 6) Mal Piyasası Etkinliği | 12) Yenilikçilik |
3)Makroekonomik Çevre | 7) İşgücü Piyasası Etkinliği | |
4) Sağlık ve Temel Eğitim | 8) Finansal Piyasa Gelişimi | |
9) Teknolojik Hazırlık | ||
10) Piyasa Büyüklüğü |
Tabloda rapordaki toplam faktörler gösterilmektedir.
Türkiye’nin temel gereksinimler, etkinliği arttırıcılar ve yenilikçi gelişmişlik faktörleri açısından sıralaması;
2015-2016(140 Ülke) | 2016-2017(138 Ülke) | 2017-2018(137 Ülke) | |
Küresel Rekabet Endeksi | 51 | 55 | 53 |
A.Temel Gereksinimler | 57 | 56 | 60 |
1)Kurumlar | 75 | 74 | 71 |
2)Altyapı | 53 | 48 | 53 |
3)Makroekonomik Stabilite-Çevre | 68 | 54 | 50 |
4)Sağlık ve Temel Eğitim | 73 | 79 | 84 |
B.Etkinliği Arttırıcılar | 48 | 53 | 51 |
5)Yüksek Eğitim ve Öğretim | 55 | 50 | 48 |
6)Mal Piyasasının Etkinliği | 45 | 52 | 53 |
7)Emek Piyasasının Etkinliği | 127 | 126 | 127 |
8)Finansal Piyasa Gelişimi | 64 | 82 | 80 |
9)Teknolojik Hazırlık | 64 | 67 | 62 |
10)Piyasa Büyüklüğü | 16 | 17 | 14 |
C.Yenilikçilik ve Gelişmişlik Faktörleri | 56 | 65 | 66 |
11)İş Gelişimi | 58 | 65 | 67 |
12)Yenilikçilik | 60 | 71 | 69 |
Kaynak: Son 3 Yıla Ait The Global Competitiveness Report Verileri
Ayrıca Küresel Rekabetçilik Endeksinde Türkiye’nin 2016 ve 2017 yılına ait Kamu ve Özel Kurumlar hakkındaki sıralaması şöyledir;
2016 YILI (140 Ülke) | 2017 YILI (138 Ülke) | |
1-KURUMLAR | 75 | 74 |
A. KAMU KURUMLARI | 73 | 78 |
1.Mülkiyet Hakları | 61 | 77 |
Mülkiyet Hakları | 53 | 62 |
Fikri Mülkiyet Haklarının Korunması | 82 | 95 |
2.Etik ve Yolsuzluk | 59 | 50 |
Kamu Fonlarının Dağıtımı | 54 | 38 |
Politikacılara Güven | 76 | 74 |
Düzensiz Ödemeler ve Güven | 52 | 55 |
3.Kamuya Müdahale | 102 | 100 |
Yargı Bağımsızlığı | 107 | 107 |
Hükümet Kararlarındaki Yanlılık | 84 | 80 |
4.Kamu Sektörü Performansı | 63 | 72 |
Devlet Harcamalarının İsrafı | 38 | 38 |
Yönetmeliklerin Düzenlenmesi | 65 | 71 |
Anlaşmazlıkların Çözümünde Yasal Çerçevenin Etkinliği | 76 | 96 |
Politikacıların Şeffaflığı | 41 | 47 |
5.Güvenlik | 85 | 87 |
Terörün İşletmelere Maliyeti | 112 | 119 |
Suç ve Şiddetin Maliyetleri | 61 | 76 |
Organize Suç | 69 | 77 |
Polis Hizmetlerinin Güvenilirliği | 103 | 68 |
B. ÖZEL KURUMLAR | 73 | 72 |
1.Kurumsal Etik | 99 | 93 |
Firmaların Etik Davranışları | 99 | 93 |
2.Hesap Verebilirlik | 55 | 57 |
Denetim ve Raporlama Standartlarının Gücü | 82 | 82 |
Şirket Yapılarının Etkinliği | 74 | 57 |
Hissedarların Paylarının Korunması | 66 | 82 |
Yatırımcının Korunması | 13 | 20 |
2016 YILI (140 Ülke) | 2017 YILI (138 Ülke) | |
MAKROEKONOMİK ORTAM | 68 | 54 |
Devlet Bütçe Dengesi | 40 | 23 |
GSMH | 103 | 94 |
Enflasyon | 128 | 121 |
Devlet Borçları | 45 | 27 |
Ülke Kredi Notu | – | 98 |
Bu tablolardaki sıralamaların çoğunda ülkesel olarak rekabet ve insani gelişme olarak Dünya standartlarının altında kaldığımızı söyleyebiliriz. Piyasa büyüklüğü olarak Dünyada ilk 20 de olan ülkemiz için bu sonuçlar üzücüdür. Yatırımlarda yatırımcıların korunmasına rağmen de desteğin azalıyor olması uluslararası güven kaybını gösterir. Ülke kredi notu olarak da geri sıralarda olmamız, enflasyonun ve kur dengesinin kıvrak olması da buna nedendir. Kur artışı ile başlayan olumsuz durum faiz ve maliyet enflasyonu artışıyla devam eder.
Ülkemiz 2000’li yıllar itibariyle; 1960’lardaki ithal ikameci sanayileşmeyi bırakıp, 1980’lerde başlanan neoliberal politikalarla dirilmeye çalışan, dış müdahalelere açık, kapitalist sistem düzenini kendine inşa etmeye çalışan, stabil fiyat politikası olmayan, düşük gelirlilerin yoğunlukta olduğu bir ülke olarak büyüyen kamu borçlarını devleti küçültüp özel sektöre devretmeye çalışan ve IMF tarafından alınan borçlarla kısa vadeli çözüm yollarını deneyen bir ülkedir. Özelleştirmelerle devletin rolünü küçültülüp özel sektörden likidite akışı sağlamak ve kamu kaynaklarını zararına finanse etmek yoluna gidilmiştir. Bu şekilde birkaç yıl büyüme oranı ve milli gelir yükselse de özellikle 2013 ve 2014 sonrası yine işler ters gitmeye başlamıştır. Aslında bu durum ülkemizde defalarca yaşanmıştır. Borçlanmalara ve rantlaşmaya dayalı ucuz döviz kaynaklarıyla sağlanmaya çalışılan ekonomik gelişmeler, kaynakların tükenmesiyle yerini krizlere bırakmıştır.
Ülkemizde büyük üretim imkanları ve gücü bulunmaktadır. Mesele imkanları elverişli ve doğru kullanmaktır. Devlet, sektörlerdeki pasif rolünü bırakmalı kazanan sektörler oluşturmayı denemelidir. Bu şekilde yapamayınca da yabancı sermayelere muhtaç kalıyor sonradan ölçüsüz büyüyüp gerileme sürecine giriyoruz. Yükselen kur ve enflasyonlarla da yabancı sermayeye talep, borç yükü olarak geri dönmektedir. Dışa bağlılık ve fiyat istikrarını çözememe sorunu yüzünden dışarıda oluşan mali krizlere karşı çok hassas olmaktayız. Ayrıca bankalar enflasyonun stabil olmamasından dolayı vade riskini azaltmak için uzun vadeli ve aynı faizli ticari kredi vermekten çekinmektedir. Yüksek faizle kredi almak istemeyen firmalar ise çareyi dövizde bulur. Enflasyonla mücadele de daha ciddi adımlar atılmalıdır. Düşük enflasyon ve fiyat istikrarı bu açıdan çok önemlidir. Üretkenlik ve ekonominin direncini yükseltecek reformlar yapılmalıdır.
Hüseyin Anıl ASLAN
Yayınlandığı Yer: www.adilmedya.com/ekonomik-buyume-ve-gsmh-artisinda-refah-analizi/
_________________________________________________________________
Kaynakça:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1019923
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/426152
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/86063
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-62829958
https://eurasianacademy.org/index.php/eurasian/article/view/420/1153
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2779048