EPİSTEMİK İNŞA PROBLEMİ

Günümüze kadar çağlar boyu epistemologlar/bilenler, bilginin kaynağı, doğası ve kapsamı hakkında kafa yordular. Nasıl biliriz?” sorusuna cevaplar aradılar. Bu sebeple günümüzde hala insanlığın en büyük problemlerinden birisi epistemolojik sorun yani neyi ne kadar, nasıl biliriz sorunudur diyebiliriz.

Epistemoloğun/bir bilenin bilme çabası; nesnenin ” mahiyetinin ne olduğunu” bilme çabasıdır. Üstelik bu soru kadim bir sorudur. Biz gerçekten “nesne/leri olduğu gibi mi biliyoruz?” Günümüzde kuantum felsefesiyle birlikte bu sorun tekrar tartışılır oldu. Yani kuantum fiziğiyle birlikte görünen fiziki dünyayı oluşturan maddi evreni tekrar sorgulamaya başladık. Çünkü maddeyi oluşturan atomun derinliklerine indikçe farklılaşan bir evrenle karşı karşıya kaldık. Bunun sebebi maddeyi oluşturan atomların içine nüfus ettikçe; nesnelerin, objelerin ortadan kalktığı ve “tümel bir enerji alanıyla” karşılaşmış olmamızdan kaynaklandı. Anti parantez burada tümel enerji alanı derken neyi kastettiğimiz hakkında fikir birliği yoktur. Çünkü insanın zihninin nesnelerin olmadığı bir evreni tasavvur etmesi çok güçtür. İnsan zihni bilinenden bilinmeyeni bildiği için, bu evreni tam olarak tanımlayamamasının sebebi enerji alanının fiziki evrende bir karşılığının olmamasıdır. Bu sebeple “onun mahiyeti nedir?” sorusu hiç bu kadar görünür olmamıştı diyebiliriz.

Görünen maddi evrenin mahiyeti hakkında cevaplar arayan bilim insanlarını ikiye ayırmamız mümkün. Olanı olduğu gibi bilme çabasında olanlar1 ile olanı kendilerine göre olduranlar (yorumlama çabasında olanlar).2 Bu iki farklı bakış açısı iki farklı paradigmanın3 ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Anlayacağınız günümüzde evren hakkında “epistemik inşamız nasıl olacak?” sorusuna hala cevap/lar aranmaktadır! Bilindiği gibi bilgi birikimsel orak ilerler. Bu sebepten dolayı elimizde fizik, metafizik ve dinin birleştirilmeye çalışıldığı ya da ayrıştırılmaya çalışıldığı büyük bir bilgi birikimimiz var. Elimizde böyle bir bilgi birikimimiz olunca, bu bilgilerin insanı inşa etmelerindeki gücünü de düşünürsek; problemin büyüklüğünü de anlamış oluruz.

Anlayacağınız gibi insanın imkân (bilgi güçlerinin) ve sınırlarına dair yapılan tartışmalar günümüzde de bitecek gibi gözükmemektedir. Kuşkusuz bizim olanı olduğu gibi bilmemiz için ikna olmamız gerekir. Bu sebeple elimizdeki bilginin olanı olduğu gibi bildirecek güç ve salahiyette olması gerekmektedir. Çünkü insan bilmediği şeyden korkar. Bir Müslüman olarak günümüzdeki sorunun yani epistemik sıkıntının kökeninde; nebiliği/nübüvveti esas alan bir bilgi inşasının sürdürülememesinden kaynaklandığını düşünmekteyim.

Bir nebi, bilim insanı, filozof ve mutasavvıf arasında çok büyük farklar vardır. Nebiyi Cenab-ı Allah seçer ve tüm haberleri yani evrenin yaratılışı ve amacı hakkındaki gerçek haberi Nebiye vahyeder. Nebiler vahiy alırlar. Bu yüzden Nebinin, Allah’ın Elçisi olmasından kaynaklı aldığı vahyi olduğu gibi insanlara bildirme zorunluluğu vardır4. Diğer insanların da kendi bilgilerini bu doğrultuda inşa etmeleri gerektiği sonucu doğmaktadır. Nebilerin aksine sahte peygamberler, kâhinler ve mutasavvıflar ise kendilerini öyle arındırırlar ki, nirvanaya ulaşarak(!) oradan haber getirdiklerini iddia ederler. Tur suresi 29. Ayette olduğu gibi “O halde sen doğru bilgi ver. Rabbinin nimeti sayesinde sen, ne kâhinsin ne de cinlerin etkisindesin (aksine, vahiy alan bir elçisin).”5 Nebilik ile kâhinlik arasındaki farkı anlamayanlar bu yüzden nebileri kâhinlikle suçlamışlardır.

Kısacası geçmişte ve günümüzde yaşanan epistemik sorunların; birincisi bu ikisi aradaki farkın anlaşılamaması, ikincisinin ise ya olanı olduğu gibi ya da olanı oldurdukları gibi anlamaya çalışan bilim insanlarından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Thomas Khun’un da dediği gibi “teori paradigmanın kölesidir” yani her bir teorinin arkasında belirli bir metafiziksel düşünce/paradigma vardır. Müslümanların Kur’an-ı Kerimi temel alan bir bilimsel paradigması varı mı? Sorusuna cevaplar aramamız gerekmektedir. Yoksa her bir teoriyi vahye/gerçekliğe dayatmaya kalkarız. Olması gereken ise her bir teoriyi, gerçekliğe / vahye dayandırmamız ve araştırmalarımızı bu doğrultuda inşa etmemiz gerektiğidir.

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. (Al-i İmran 3/190)

“Onlar; ayakta, oturarak ve yan tarafları (kol ve bacakları) üstünde Allah’ı zikrederler. Bir de göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Derler ki: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, sana içten boyun eğeriz, bizi o ateşin /cehennemin azabından koru!” (Al-i İmran 3/191)

Konuyu toparlayacak olursam her şeyi en baştan düşüneceğimiz bir evren tasavvuruna ihtiyacımız vardır. Aristoteles bunu dedi, Plotinus bunu dedi, Arabi bunu dedi, Penros bunu dedi vd. gibi değil. Kişisel kanaatime göre İslam felsefesinin, tasavvufun ve kelamın dâhil en büyük hatası içinde nübüvvetin (nebiliğin) değil, bir başkasının (epistemoloğun/Yunan aklının ve/veya Pers, Hint vd. metafiziğinin) olmasından dolayıdır dilebilirim vesselam.

Mürüvvet ÇALIŞKAN

——————————————————-

1 “İçinde doğru yol rehberi ve bir nur bulunan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebiler, Yahudilere onunla hüküm verirlerdi. Kendini Rabbinin yoluna adayanlar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma ve onun Allah katından olduğuna şahitlik etme görevleri gereği, onunla hüküm verirler. Siz insanlardan çekinmeyin; benden çekinin. Ayetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın. Her kim Allah’ın indirdiği ile hüküm vermezse kâfirler işte onlardır.” (Maide 5/44)
2 “Kendi arzusunu kendine ilah edineni gördün mü? Onu sen mi savunacaksın?” (Furkan 25/43)
3 Paradigma, olgu/olaylara yani hayata bakışımızın genel bir çerçevesidir.
4 Kur’an-ı Kerimde ki Hakka suresi bu bağlamda okunacak surelerdendir.
5 İlgili diğer ayetlere bkz: A’raf 7/184, Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Kalem 68/2, Tekvir 81/22.