Hangi insanlık?

Gözlerinizi kapatın ve hayal gücünüzün sınırlarını zorlayarak aklınıza gelebilecek en rezil eylemi, en iğrenç tavrı, en akıl almaz taşkınlığı düşünün. Öyle ki düşündüğünüz o eylemde hiçbir ahlaki sınır ve hiçbir insani (!) tavır olmasın. Hatta en vahşi hayvana parmak ısırtacak, en azgın insanı imrendirecek fiiller getirin aklınıza. İşte o fiillerin yapılabileceği tek yer dünyadır. Belki de hayal gücünüzün sınırlarını zorlayarak düşündüğünüz o iğrençliğin de ötesinde olayların yaşanacağı yerdir dünya. Düşündüğünüz hiçbir iğrençliğin imkansız olmadığı, hatta belki de çoktan insanlar tarafından gerçekleştirilmiş olduğu sizi sakın şaşırtmasın.

İnsanın aşamayacağı sınır yoktur. Üstelik yaptığının yanlış olduğunu bilerek, tam bir istekle yapar. Yaptığının sonunun nereye varacağı bilgisi insan için caydırıcı bir bilgi değildir:

“Ateşin karşısında durduruldukları gün onları bir görsen! Derler ki “Ah keşke geri gönderilsek de Rabbimizin âyetleri karşısında bir daha yalan yanlış şeylere sarılmasak ve biz de inanıp güvenenlerden (müminlerden) olsak.” (En’am Suresi 06/27)

O müthiş azabın artık dibindeler. Hemen karşısında duruyor ve o korkunç manzarayı görüyorlar. Oraya atılacaklarını biliyorlar. Bu sebeple derin bir pişmanlık duyuyor ve geri gönderilme imkanı olmadığını bildiklerinden derin bir çöküntü yaşıyorlar. Cehennemi bu kadar yakından gördüğü zaman insana bir fırsat daha verilse, bir daha aynı hataları yapar mı? Böylesine acı bir sonu yakinen görmüş bir insan, kendisine verilecek ikinci bir fırsatı ne kadar iyi değerlendirir, ne kadar dikkatli davranır değil mi?..

Değil:

“Aslında daha önce gizledikleri şey karşılarına dikilir. Geriye gönderilseler, kendilerine konan yasaklara yine dönerler. Çünkü onlar, yalancıdırlar.” (En’am Suresi 06/28)

İşte insan bu kadar sınır tanımaz bir varlık olabilmektedir. Sonunu kendisine gösterdiğiniz halde hala dünyanın boş çekiciliğine dalıp gerçekleri gözardı edebilmektedir.

İnsan için yanlışı tercih etmek öylesine olağan ve sıradan bir tavırdır ki bu uğurda harcamayacağı delil, gözardı etmeyeceği olay yoktur. Kendisini haklı çıkarıp rahatlatmak için uydurmayacağı safsata olmadığı gibi:

“Üzerlerine gökten bir kapı açsak, onlar da oradan yukarı çıksalar, Şöyle derler: “Kesin gözlerimiz mahmurlaşmış! Hayır; biz büyülenmiş bir topluluğuz.” (Hicr Suresi 15/14-15)

Gerçekte Allah’ın büyüklüğünü, tekliğini, herşeyin yaratıcısı ve hakimi olduğunu, her türlü güçlükten sadece O’nun kurtarabileceğini şeksiz-şüphesiz bilmeyen tek bir insan dahi yoktur. Ancak elinin tersiyle itip görmezden geldiği ilk şey de insanın bu bilgisidir:

“Sizleri karada ve denizde yürüten O’dur. Bir gemide olsanız, gemi güzel bir rüzgârla yolcuları rahatça götürse, hepsi tam bunun zevkine varmışken bir kasırga çıkıp her tarafı dalgalar sarsa, iyice kuşatıldıkları kanaatine vardıkları anda Allah’a boyun eğerek şöyle yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan sana gerçekten teşekkür eden kimseler oluruz. Onları kurtarınca da bakarsınız ki o yerde yine yanlış işlere dalmışlar. Ey insanlar! Bu gibi davranışlarınızın zararı kendinizedir. Bu hayatta biraz menfaat sağlarsınız ama sonunda dönüşünüz bize olur. Yapmış olduğunuz şeyleri, size bir bir haber veririz.” (Yunus Suresi 10/22-23)

İçinde yaşadığı halkı, bıkmadan 950 yıl boyunca uyarmaya çalışmış, elinden gelen her yolu usanmadan denemiş olan Nuh Aleyhisselam’a kulak tıkayan da yine o kibirde sınır tanımayan insan olmuştur:

“Sonunda Nuh şöyle dedi: “Rabbim! Halkımı gece gündüz davet ettim. Ama davetim onları daha fazla kaçırmaktan başka bir işe yaramadı. Sen bağışlayasın diye onları ne zaman davet etsem parmaklarını kulaklarına tıkadılar, giysilerine büründüler, ayak dirediler ve kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra onlara açıkça davette bulundum. Arkasından haykırdım, gizli gizli söylediğim de oldu.” (Nuh Suresi 71/5-9)

Sonunda Nuh Aleyhisselam gibi bir nebi bile şu duayı edecek hale gelmiştir:

“Nuh şöyle seslendi: “Rabbim! Bu kafirlerden yeryüzünde dolaşan kimseyi bırakma. Eğer bırakırsan kullarını saptırırlar. Bunlardan doğacak olanlar da günahkar ve kafir olurlar.” (Nuh Suresi 71/26-27)

İnsanı bu derece sınır tanımaz yapan, onu böylesine çığrından çıkaran onun kibridir. Bu kibir bizzat Allah’a karşıdır. İnsan Allah’ın büyüklüğünü kibrine yediremeyecek kadar hadsizdir. Bu yüzden bile bile Allah’ın ayetleri ile mücadeleye girer. Ancak insan, kendini konumlandırdığı o yere asla ulaşamayacaktır:

“Ellerinde bir dayanak olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya girenlerin göğüslerinde, asla ulaşamıyacakları bir büyüklük duygusu vardır. Sen Allah’a sığın. O dinler ve görür.” (Mü’min Suresi 40/56)

Şimdi bir kez daha gözlerinizi kapatın ve hayal gücünüzün sınırlarını zorlayarak aklınıza gelebilecek en rezil eylemi, en iğrenç tavrı, en akıl almaz taşkınlığı düşünün. İşte onun gerçekleşebileceği tek yer dünya, o pislikleri yapacak olan tek varlık insandır. İnsan ahirette böyle bir imkan bulamayacaktır. Bu nedenle yeryüzünde insan olduğu sürece her tür pislik de olmuş ve kıyamete kadar da olacaktır. Sanılanın aksine “insanlık” hiç ölmemiştir. Ölmüş olan “insanlık” kelimesine yüklediğimiz olumlu manadır. Buna şaşırmamak gerekir. Önemli olan bizim nasıl olduğumuzdur. Rabbimizin buyurduğu gibi “Sen Allah’a sığın. O dinler ve görür.”

Erdem Uygan’ın kaleme aldığı bu yazı, 15.7.2015 tarihinde Fıtrat Haber sitesinde yayımlanmıştır.