Hulûl ve Vahdet-i Vücud Kavramlarının Kur’an’a göre değerlendirilmesi

Hulûl inancı sözlükte “bir şeyi çözmek, bir yere intikal etmek, konup yerleşmek” anlamına gelir. Genel anlamı itibariyle Tanrı’nın beden alması, görünüşte olması, evren ve insan ile bütünleşmesidir. Vücut bulma ve birlik anlamlarına gelmektedir. Kökenlerini Hint ve İran felsefesi, Antik Mısır dinlerinden, Yeni Platonculuk ve Budizm’den alan bu inanış zamanla Yahudilik ve Hristiyanlıktan sonra İslami bir görünüme de sahip olmuştur. Bir şahsın durumuna girme veya o şahıs haline gelme durumunu kasteder. Bu inanışta Tanrının bir şekilde bir bedene veya nesneye geçişi olgusuna inanılır.

Bu inancın zaman içindeki gelişim örneklerini incelersek örneğin Hinduizm’de; Tanrı Vişnu’nun çeşitli dönemlerde insan kılığına girerek insanlara yol gösterdiğine inanılır. Hristiyanlıkta ise bu durum teslisin 2. hipostazı olarak ‘Baba oğul Kutsal Ruh’un oğlu yani İsa’nın tanrılaştırılmasıyla kendini göstermiştir. Mecusilikte ise ibadet ede ede zamanla tanrılaşma mertebesine atanma durumu oluşacağına inanılır. Yine Yeni Platonculuk’ta da düşüncenin tanrılaşması olgusu vardır.  Eski Mısır’da ise firavunlar kendini Tanrı-Kral olarak görüp halkın çoğu da o şekilde inanmışlardı. Hulûl’a örnek olan bu olaylar Tanrı’nın belirli amaçlar doğrultusunda çoğunlukla insan bazen de hayvan veya başka bir varlık suretinde dünyaya inişi yani bir cisim veya bedene kavuşması anlamında kullanılmıştır. Özellikle Hint ve Yunan politeist dinlerinde kendini gösteren bu anlayış tüm evrendeki varlıkların ontolojik olarak aynı olduğu görüşünden gelir. Totemizmin ve Animizmin bir ürünü olan mitolojilerde de Tanrılar, insanlar ve hayvanlarla iç içedir. Örneğin Eski Yunan’da “Zeus ve Artemis” gibi insan Tanrılar ekseriyetle hayvan görünümlü bir bedenle dünyaya indikleri anlatılır. Yine bu durum Yahudilikte Hz. Musa’nın tebliğinin tahrif edilmesi sonucu İsrailoğulları tarafından tekrar tasarlanmıştır. Talmud’a göre de Yahudilik dinindeki Tanrı algısı aynı özelliklere sahiptir. Tanrı nasıl insanileştirildi ise peygamberler de tanrısal hüviyete bürünmüştür.  Kur’an açısından değerlendirildiğinde açık bir şekilde bu durumu savunanların Allah’ın lanetine uğradıkları ifade edilmektedir. ‘‘Yahudiler; “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih /İsa Allah’ın oğludur” dediler. Bunlar, onların dillerine doladıkları (geçersiz) sözlerdir. Kendilerinden önceki kâfirlerin ağzı ile konuşuyorlar. Allah canlarını alsın! Bu yalana nasıl da sürükleniyorlar!’’ (Tevbe Suresi 30) Yine Mekkeli müşrikler de meleklere kız diyerek ve Allah’ın kızları diye putlar üreterek çok büyük bir günah işlemeye devam etmişlerdir.  Bu ifadelerin hulûl ile bağlantısı Tanrının varlıksal tekliğinin bir bakıma insani özelliklerle ele alınmasıdır.

 Vahdet-i Vücud ise tasavvufta, varlığın birliğini savunan öğretidir. Muhyiddin İbn Arabi bu akımın öncüsüdür. “Yaratan ile yaratılanı mutlak anlamda eşitlemek ve bir saymak” demektir. “Varlık içinde her şey Allah’tır” düşüncesi ana fikirdir.

Bu düşünceye göre; bütün varlıklar Allah’ın bir parçası olarak bizzat Allah’ın kendisidir. Bu düşünce de Yaratan da yaratılan da birdir. Vahdet-i Vücud düşüncesinde Allah’tan başka varlık yoktur ve bu nedenle de her şey Allah’tır. Allah evrendir, doğadır her şeydir vb… Anlayışı vardır. Bu anlayışta putlara tapmak bile doğru bir inanç kabul edilebilmektedir, çünkü putta her şey gibi Allah’tır.

Vahdet-i Vücud felsefesine göre âlem Allah demek olacağı ve Allah’ta yok olmayacağı için kâinatta ezelidir. Hâlbuki kâinat gerçektir ama Yüce Allah’ın kendisi değildir. Bu nedenle de kâinat belirli bir süre sonra kıyamette yok olacaktır. Bu nedenle Allah, kâinatın hiçbir yerinde “mutlak varlığı” ile yoktur. Yasalarıyla ve sanatı ile vardır ve yasaları emirleri ile âlemlere etki etmektedir. Yüce Allah, mutlak zatıyla varlığıyla kâinatın hiçbir yerinde olamaz. Yasalarıyla, Sünnetullah’ı ile vardır. Çünkü Allah, ebedî ve ezeli olandır. Fâni olan kâinatın hiçbir şeyi değildir ve hiçbir yerinde de değildir. Aksi takdirde, kâinat fâni olduğundan ve bir gün mutlaka yok olacağından, Allah da fâni olurdu.

Bu inanışa örnekler verecek olursak Hallac-ı Mansur’un ‘’Enel Hak’’ (Ben Hakkım), Yunus Emre’nin’’ Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm’’ sözü örnektir. Aslında bu düşüncede bir nevi Panteizm’dir.

Muhyiddin İbn-i Arâbi ,Vahdet-i Vücud düşüncesi bağlamında sözlerinden bazıları:

 “Şüphesiz yaratıkların sonradan olma varlığı, Yaratıcının varlığının aynıdır. Yaratıcının vücûduyla, yaratıkların vücûdu arasında fark yoktur”.

 “Kul Allah’tır, Allah da kuldur. Ya mükellef olan kimdir?. Yâni mükellef diye bir şey yoktur, dolayısıyla din diye bir şey yoktur”.

 “Allah hakkında her denen şey doğrudur ve birlik (Vahdet)in ifâdesidir. Çünkü, vücûdta yalnız Allah vardır”.

Kur’an’da ise bu nitelendirmeler şirk olarak kabul edilir ve en büyük günahtır. Yüce Allah yaratandır ve yaratılan hiçbir şeye benzemez. ‘’ Onun dengi gibi sayılabilecek bir şey yoktur. O daima dinleyen ve görendir Yine yüce Allah dışında her şey Allah’ın dilemesi takdirinde yok olur.‘’ (Şura Suresi 11)

Yine Kur’an’da geçen Hz. İbrahim’in tevhidi sorgulaması kıssası da Yüce Allah’ın hiçbir şeye benzemediğine delil olan ve bu sapkın anlayışı çürüten onlarca ayetlerden birkaçıdır. ‘’(Gerçeği görsün) ve kesin bilgiye ulaşanlardan olsun diye İbrahim’e, göklerin ve yerin yönetimini (oralardaki yetkinin kimde olduğunu) şu şekilde gösterdik: Gecenin karanlığı üzerine çökünce bir gezegen gördü; “Bu benim Rabbimdir.” dedi. Gezegen kaybolunca: “Ben kaybolanları sevmem.” dedi. Ay’ı, ışık saçarak doğarken gördüğünde: “Bu benim Rabbimdir!” dedi. Kaybolduğunda da “Eğer Rabbim bana doğruyu göstermezse gerçekten ben de bu sapkın topluluktan olacağım.” dedi. Güneş’i, ışık saçarak doğarken gördüğünde de “Bu benim Rabbimdir! Bu daha büyük!” dedi. O da kaybolunca dedi ki: “Ey halkım! Ben, sizin ortak saydıklarınızdan uzağım. Ben yüzümü doğrudan doğruya, gökleri ve yeri bölünme kanunu ile yaratana çevirdim. Ben müşriklerden /Allah’a ortak koşanlardan -değilim.” (Enam Suresi75-79)

Sonuç olarak; tasavvuf anlayışıyla İslam dinine sokulmak istenen bu tarz inanışlar şirktir. Kur’an’a aykırıdır. Yüce Allah’ı doğru tanımamaktan ve yüceliğini anlamamaktan kaynaklanır. İnsanlar Kur’an’a hâkim olarak bu tarz şirklerden kurtulmalıdır.

Hüseyin Anıl ASLAN

Yayınlandığı Yer: https://www.adilmedya.com/hulul-ve-vahdet-i-vucud-kavramlarinin-kurana-gore-degerlendirilmesi/

______________________________________________

Kaynakça:

Harun Görmüş Sınırsız Şirk; Vahdet-i Vucud

https://www.iktibascizgisi.com/aut/hor/harungormus