İnsan ve Dil
İnsanın konuştuğu dil ve konuşurken çıkardığı ses, sesindeki frekans ve ton farklılığı, tıpkı parmak izi gibi kişiye ait özellikler taşır. “Dil, sonsuz sayıda anlamlı cümle yaratmak için kullanılan sembolleri (kelimeler ve ifadeler) oluşturup değiştirmek için kullanılan karmaşık kuralları öğrenip kullandığımız özel bir iletişim yöntemidir.”[1] Dil kullanma becerimiz, yaradılıştan var olan en büyük özelliklerimizden bir tanesidir. Düşünmek ve dil kullanmak hayvanlardan çok daha iyi yapabildiğimiz iki şeydir. Düşünce üzerine düşünebilme yeteneği diğer canlılarda yoktur.
Uzmanlar, geçmişte ve günümüzde insanın konuştuğu dilsel özelliğinin evrimleşerek mi geliştiği yoksa yaradılıştan mı var olduğu konusunda ikiye ayrılarak farklı tez ve antitezler ileri sürmüşlerdir. Tez ve antitezler üretirken, düşünsel faaliyetlerini bir lisan içinde yapıyor oluşları da tam bir ironidir. İnsan kendisinde bulunan dil sayesinde düşünme, konuşma vd. birçok işlevi beraber yaparak geçmişi ve geleceği anlamlandırarak ve tanımlamaya çalışır.
Bu yazımda insanın dilsel gelişim evresini bir bebeğin gelişim evresiyle anlamlandırmaya çalışacağım ve evrim teorisyenlerinin aksini savunacağım. Yaradılıştan gelen fizyolojik özelliklerimiz sayesinde ses çıkarmamız ve kelimeleri şekillendirmemize imkân sağlayan özel bir ses aracımızın olduğu bilinen bir gerçektir. Uzmanlar ayrıca goril ve şempazelerin ses araçlarının şekli, kelime oluşturmak için gereken çeşitli sesleri çıkarmalarına engel olduğunu ve özel ses aracımız olmadan biz insanlar da hayvan sesleri çıkartmaya mahkûm olurduk demektedirler.[2] Ayrıca “İlk olarak, araştırmalar henüz bir aylık bebeklerin pa ve ba gibi konuşma seslerini bir birinden ayırt edebildiğini göstermiştir. Bebeklerin konuşma seslerindeki, üstelik yalnızca sözcüklerin başlarında değil, diğer ses konumlarındaki oldukça ince ses farklılıklarını da algıladığını gösteren veriler gerçekten dikkat çekici niteliktedir. Bebeklerin bazı konuşma seslerini aslında yetişkinlerden daha iyi ayırt edebildiğini gösteren bulgular daha da hayret verici niteliktedir.”[3] Araştırmalar bebeklerin doğduklarında tüm ses frekanslarını ayırt edebilecek potansiyelde yaratıldıklarını ancak ailede kullanılan dil çerçevesinde konuşma kabiliyetlerinin şekillendiğini ve diğer algılama ses frekanslarını, bir çeşit sinaptik[4] budama örüntüsü yaptıklarını fakat yeni bir dil öğrenmeye başladıklarında sinapsların tekrar devreye girdiğini söylemektedirler. Son çalışmalar, annenin sesini tanıyan yeni doğanın dikkatini annesinin yüzüne yönelttiğini gösteriyor. Annesinin sesini tanımanın doğum öncesinde gerçekleşen bir olgu olduğu konusunda uzmanların çoğu hem fikirler.
Bebeğin anne rahminde bulunan ortamından kaynaklı, duyuların anne karnındaki gelişimini tam anlamı ile bilebilmek doğal olarak olanaksızdır. Ancak gözleme ve hücresel incelemeye dayalı çalışmalar ile bunların gelişimi hakkında fikir edinilebilir. Bebeğin kulağı 8. haftada oluşmaya başlar. Duyma yeteneğinden sorumlu olan kemikler ve ses iletisini beyine taşıyan sinirler büyük ölçüde oluşumunu tamamlar ancak bu gelişim 24. haftada tamamlanır. 25. haftadan itibaren bebek annesinin sesini duyabilmektedir. 27. haftada ise annesinin sesi dışında dışarıdan gelen seslere ve hatta babasının sesini bile duyup tepki verebilir. Öte yandan reaktif duyma adı verilen durum biraz daha farklıdır. Burada işitme kulaktaki kemikler yardımı ile değil ses dalgalarının cilt ve kemikte yarattığı titreşimler yardımı ile gerçekleşir. Anne karnındaki bebeklerin 16. gebelik haftasından yani işitme sisteminin tam olarak gelişimini tamamlamasının ardından 8 hafta öncesinden itibaren ultrasonda seslere yanıt vermesi bu şekilde açıklanabilir. Doğumdan sonra bebeğin annesinin sesine olumlu tepki vermesi ve genelde annesinin sesini duyduğunda sakinleşmesi rahim içi yaşamda aşina olduğu ve en iyi bildiği sese verdiği tepkidir.[5]
İnsan muhteşem bir şekilde yaratılmıştır. “İnsanın yaradılıştan sol frontal lobunda bulunan Broca alanı[6] denilen alanda sesleri kelime haline, kelimeleri de anlamlı cümleler haline getirmek için gereklidir. Konuşmanın birinci adımı Broca alanını kullanarak sesleri kelime haline getirmek ve kelimeleri cümle halinde düzenlemektir. Uzmanlar ikinci adımın ise kelimeleri cümle halinde düzenleyen ve cümleleri anlamlandıran Wernicke alanımız gereklidir.” Beynimiz programlanmış bir yapıda yaratıldığı için bizi biz yapan özelliklerimiz, bizi diğer canlılardan ayırmaktadır. Benzerliklerden yola çıkıp genellemeler yapmak mantık hatalarına sebebiyet vermektedir. Gorilden evrimleştiğimiz tezi dil kullanma becerimiz sayesinde çürümektedir. Farklılardır bizi farklı kılan, benzerliklerden yola çıkılarak genellemeler yapılamaz. Bilimde sadece benzetme yapılırsa her şey her şeye benzetilirse, yeni bir bilgi ortaya konulması zorlaşır.
Gökleri ve yeri, örneksiz yaratan O’dur. Bir şeyin olmasına karar verdi mi onun için sadece “Oluş!” der, o şey oluşur.(Bakara/117) Bir şeyi irade ettiğinde yaptığı tek şey ‘Ol!’ demesidir sonra o şey oluşur. (Yasin/82)
Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da Allah’ın ayetlerindendir. Bunda, bilenler için ayetler vardır.(Rum/22)
Mürüvvet Çalışkan
_______________________________________________________
[1] Psikoloji’ye Giriş / Rod Plotnik / 2007 Kaknüs Yayınları- 312, Modül 14 Düşünca & Dil
[2] Bknz. Psikolojiye Giriş / Rod Plotnik/ Kaknüs Yayınları- Modül 14
[3] Çocuk Gelişim Psikolojisi / Helen Bee –Denise Boy / 2009 Kaknüs Yayınları – s 284.
[4][4] Nöronların (sinir hücrelerinin) diğer nöronlara ya da kas veya salgı bezleri gibi nöron olmayan hücrelere mesaj iletmesine olanak tanıyan özelleşmiş bağlantı noktaları. Bir motor nöron ile kas hücresi arasındaki kimyasal sinaps, aynı zamanda neuromuscular junction nöromusküler bağlantı olarak adlandırılır./ http://www.biyologlar.com/sinaps-nedir? 29-01-2019
[5] http://www.kurumsalhaberler.com/amerikanhastanesi/bultenler/anne-karninda-duyu-organlarinin-gelisimi/29-01-2019
[6] Broca alanı veya Broca bölgesi insansı beynin ses üretimiyle bağlantılı işlevleri yürüten bir bölgesidir.