İŞSİZLİK HASTALIĞININ MİKROBU FAİZ
Ocak-Şubat-Mart 2019 aylarını kapsayan işsizlik rakamlarına baktığımız zaman ülkemizde 4 milyon 730 bin kişinin işsiz olduğunu görüyoruz. Böylece işsizlik oranı yüzde 14.7 seviyesine ulaşmış. Bu seviye geçen senenin aynı dönemine yüzde 41 oranında bir artışı ifade ediyor. Genç nüfusta (15-24) görünüm daha kötü. Bu gurupta işsizlik yüzde 26.1 seviyesine ulaşmış durumda.
Bir hastalığı sebebini bilmeden tedavi edemeyiz. İşsizlik hastalığını sebeplerini anlamadan tedavi edemeyiz. İşsizlik çeken insanlarımıza bunun sebebi nedir diye sorsak muhakkak bir çok sebep söylerler. Bu cevapların içinde ülke içindeki gelişmelerden dünyadaki gelişmelere kadar geniş bir bahaneler zinciri duyabiliriz. Muhakkak ki bunların bazılarında doğruluk payı vardır. Ancak bu işsizliğin ana sebebinin faizli borç sisteminin olduğu kimsenin aklına gelmez.
Bu dediğimi verilerle anlatmaya çalışalım.
Faizli borca dayalı ekonominin sözde hedefi ekonomik büyümeye katkı sağlamaktır. Hatta genel kabule göre gerek ülke ekonomisinin gerekse şirketlerin büyümesi için olmazsa olmaz faizli borçtur.
Bu böyle mi bakalım.
2010 yılında bankalar 509 milyar TL kredi kullandırıyorlardı. En son açıklanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası haftalık para ve banka istatistiklerine göre 24.05.2019 itibarı ile bankalar 2 trilyon 488 milyar TL kredi kullandırılıyor. 9 yıllık bir süreçte kullandırılan kredi miktarı yaklaşık 5 kat artmış.
Peki bu 5 katlık artış ile beraber büyümüş müyüz?
2010 yılında ülke ekonomisi yüzde 8.9 büyümüş. 2019 yılına geldiğimiz zaman ilk çeyrekte (Ocak-Mart) ülke ekonomisi yüzde 2.6 küçülmüş.
O zaman biz bu faize işsizlik hastalığına sebep olan mikropların başında geliyor diyebilir miyiz?
Mikroplar hastalıklara sebep olurlar ancak çıplak gözle görülmezler.
İşte bu yüzden işsiz kalan vatandaşlarımız işsiz kalmalarının sebepleri arasında faiz mikrobunu göremiyorlar.
2008 yılında Amerika’dan başlayıp dünyayı saran ekonomik krizi aşabilmek için FED (Amerikan Merkez Bankası) ve ECB (Avrupa Merkez Bankası) öncülüğünde piyasalara bol miktarda para pompalandı. Bir başka deyiş ile bol miktarda para basıldı. Örneğin o dönemde 2 trilyon dolar olan FED’in bilanço büyüklüğü 4.5 trilyon dolara yükseldi.
Bu bol miktarda paradan Türkiye’de kendi ekonomisine göre ciddi miktarda pay aldı. Ancak bu paranın az bir kısmı doğrudan yatırım olarak ülkemize girerken büyük kısmı faizli borç (kredi) şeklinde girdi.
Bu giren para ülke ekonomisi büyüsünde nasıl büyürse büyüsün mantığı ile kullanıldı. Düşük faizli krediler ve hesapsızca dağıtılan kredi kartları iç talebi artırdı. Bir başka anlatımla insanlar borçlandırılarak tüketime yönlendirildi.
Yine firmalar bu faizli krediler ile verimsiz ve plansız yatırımlara yönlendi.
Yurtdışından faizli kredi şeklinde ülkeye gelen bu para ülkeyi haddinden fazla yabancı para cinsinden borçlu hale getirmekle kalmadı aynı zamanda döviz fiyatlarını baskı altında tutarak uzun süre döviz kurlarının düşük kalmasına sebep oldu.
Doğal olmayan sebeplerden dolayı düşük kalan döviz kurları ithal ürünlerin fiyatlarının ucuz kalmasına ve tüketicilerin bunlara yönelmesine sebep oldu. Tatil yapmak isteyen vatandaşlarımız bile yurtdışı turlarını tercih etmeye başladı.
Bu doğal bir sonuç olarak yüksek cari açığa sebep oldu. Yüksek cari açık yüksek dış borçlanmaya sebep oldu. Dolayısı ile kısır bir döngüye girildi.
Bugün geldiğimiz noktada gerçek değerine doğru hareket eden döviz kurları cari açığın hızla kapanmasına sebep oluyor.
Genel olarak sorulan soru döviz kurlarının hangi seviyede durulacağı. Aslında cevap çok zor değil. Ülke cari açığını sıfırladığı zaman döviz kuru adil seviyesine ulaşmış olur.
Birçok malın fiyatı döviz kurlarına bağlı olduğu için yükselen döviz kurları enflasyona sebep oldu ve halkın alım gücü azalınca ekonomimiz durma noktasına geldi. Demek ki faizli borçlanmaya, montaj ekonomisine ve tüketime odaklı politika doğru bir ekonomik politika değil.
Ortaklık yöntemi ile üretime dayalı ekonomi politikasına doğru hızla geçiş yapmamız lazım.
İthalata dayalı üretim modelinden (montaj ekonomisi) çıkılırsa malların döviz fiyatları ile bağlantısı azalır. Bunun sonucu olarak enflasyon kendi doğal yolunda hareket eder. Ülke ekonomisinin durumunu kurlardan anlama dönemi sona erer.
Eğer üretiminiz ithalata bağımlılığı azalırsa döviz fiyatlarının yüksek olmasında sıkıntı yok. Nitekim Japonya, Çin, Amerika, Avrupa kendi yerel para birimlerinin düşük kalması için gayret ediyorlar (siz bakmayın güçlü dolar, güçlü euro söylemlerine gerçekler para politikalarında gizli). Bu konuyu ayrı bir yazı değerlendireceğim. Düşük kur ülke sanayisini ve tarımını batırır. Sadece bunu söyleyeyim ve bu konuyu başka bir yazıya bırakayım.
Faizli kredi üniversitelerde, basında aslında her yerde her gün anlatıldığı gibi iyi bir şey olsaydı bugün bu noktada olur muyduk?
Sorumuzun cevaplarını gelecek yazılarımda elimden geldiğince herkesin anlayacağı şekilde anlatmaya çalışacağım. Bu konunun anlaşılması çok önemli. Niçin hasta olduğumuzu (niçin işsiz kaldığımızı) anlarsak tedavi sürecinin başlaması ve başarıya ulaşması o kadar çabuk olur.
Ömer Mahmut Kuzanlı