İYİLİK VE KÖTÜLÜK BAĞLAMINDA SUÇLULUK PSİKOLOJİSİ
Bu yazı, bir yazı serisi olacak şekilde planlanmıştır. İlkyazı giriş mahiyetinde bir yazıdır. İkinci ve üçüncü yazıda Kur’an-Kerimde geçen İyilik ve kötülük kavramlarına genel anlamda bakılacaktır. Son yazıda birey açısından suçluluk psikolojisini anlamanın önemi ve topluma yansımalarının getirdiği olumsuz sonuçlar üzerinde durulacaktır.
İyilik ve kötülük kavramlarına genel anlamda baktığımızda düşünce, duygu ve eylemler arasında seçim yaptığımızda olumlu tutum ve davranışları ifade ederken iyi kavramını; olumsuz tutum ve davranışları ifade ederken de kötü kavramını kullanmaktayız. Kısaca insan kendi nefsine iyi gelene iyi, kötü gelene kötü demektedir. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde bir şeyin iyi veya kötü olması, kişisel değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkmaktadır diyebiliriz.
Özellikle Müslümanların Yunan filozofları ile ilişki kurmaya başlamasından beri her şeyin ölçüsü insan olunca bu tür değerlendirmelerin yapılmasının çok normal olduğu söylenebilir. Yazılı kaynaklara baktığımızda, tarihte ilk kötülük problemini ortaya atan kişinin Epiküros1 olduğu bilinmektedir. Epiküros’un ortaya attığı kötülüğe karşı mantıksal kanıt arama çabası milattan sonra ıı. Yüzyılda yaşamış olan kilise babalarından Lactantius bizlere şöyle aktarmıştır: “Tanrı, ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister de kaldıramaz veya kaldırabilir, ama kaldırmak istemez; ya da ne kaldırmak ister, ne de kaldırabilir yahut da hem kaldırmayı ister hem de kaldırabilir. Eğer ortadan kaldırmak istiyor da kaldıramıyorsa, O her şeye kadir değildir ki bu durum Tanrı’nın karakteriyle uyuşmaz; eğer ortadan kaldırabiliyor , fakat kaldırmak istemiyorsa, O kötü niyetlidir; ki bu da aynı şekilde Tanrı ile uyuşmaz; eğer O ne ortadan kaldırmayı istiyor, ne de kaldırabiliyorsa, hem kötü niyetlidir hem de her şeye kadir değildir; bu durumda da Tanrı değildir; eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor, hem de kaldırabiliyorsa – ki yalnızca bu Tanrı’ya uygundur–, o zaman kötülüklerin kaynağı nedir? Ya da o kötülükleri niçin ortadan kaldırmamaktadır?”2
Epiüiros’un ortaya attığı adına “kötülük problemi” denilen bu mantıksal çıkarım ondan sonraki birçok filozofu etkilemiştir. Özellikle İslam filozof ve kelamcılarının tartıştıkları meseleleri bu bağlamda değerlendirdiğimizde, örneğin hüsün-kubuh, insanda özgür irade var mıdır, yok mudur? “Ahiret ve kader tartışmaları” farklı ekollerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Günümüzde hala bu farklı görüşler tartışılmaktadır. Hatta Epiküros’ un bu çıkarımı günümüzde kendilerine ateist diyenlerin de Allah inancına karşı en çok sorduğu sorulardan birisidir. “Allah neden kötülüğe izin veriyor ?“
Anlaşıldığı gibi Epiküros, bir yol açtı, sadece Kur’an’a dönmediğimiz takdirde bu yol kapanacağa benzemiyor! Bir Müslüman olarak sorduğumuz soruların cevabını yalnızca Kur’an-ı Kerimden bulunmamız gerektiği kanaatindeyim. Yoksa bir filozofun, kelamcının ve/veya kelami ekollerden ya da itikadi mezheplerden her hangi birisinin taraftarı olmamız kaçınılmazdır.
Cenab-ı Allah, bizi imtihan için yarattığını Mülk Suresinin ilk ayetlerinde belirtmektedir. Bizi yarattıktan sonra da başıboş bırakmadığını Kıyamet Suresi 36. Ayette bildirmektedir. Tin Suresi 4. Ayette “ahsen’i takvim” üzere yaratıldığımızı ve Şems Suresi 7. Ve 8. ayetlerde geçtiği gibi İnsanın nefsini düzenleyen ona yaptığı eylemlerin fücurunu (taşkınlıklarını) ve takvasını (nelerden sakınması gerektiğini yani yanlışlardan korunmasını) ilham eden Cenab-Allah’tır. Bu bağlamda bir insan, vahiy/kitap yani kendisine bir Elçi gelmese bile aklıyla kendi yolunu bulabilir diyen birçok âlimi eleştirmek gerekir. Çünkü Cenab-ı Allah yarattığı her kuluna fücurunu ve takvasını ilham etmektedir. Yeter ki biz içten gelen bu uyarılara karşı kendimizi kapatmayalım. Kapattığımızda kibir, nankörlük ve her tür taşkınlık kaçınılmaz olacaktır. Özellikle Âdem/İblis kıssasını bu bağlamda değerlendirebiliriz. Ya da Hz. Yusuf’a gelen burhanı “Kadın onu gerçekten arzulamıştı. Yusuf da onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin burhanını3 görmeseydi (onunla birlikte olacaktı). Kötülüğü ve fuhşu ondan uzaklaştırmamız için böyle oldu. Çünkü o, samimiyeti onaylanmış kullarımızdandı.” (Yusuf 12/24)
İblise gelince, o, Allah’ın bir emrine karşı gelerek kibirlendi, Âdem’in (a.s.) yaratılışını hakir gördü ve “ben ondan daha hayırlıyım”4 dedi. Allah’tan hesap gününe kadar “doğru yolun üzerinde oturarak insanları saptırma izni aldı.”5 Ayetlerden de anlaşılacağı gibi İblis emre karşı gelerek suçlu olduğunu itiraf etmek istemedi, tam tersi Araf Suresi 16. Ayette geçtiği gibi suçunu Allah’a attı. Ve kendi saptığı gibi doğru yolun üzerine oturarak Âdem’i de saptırdı. Üstelik Âdem, Allah’tan aldığı emir ve uyarıya6 rağmen İblise uyarak doğru yolundan saptı. Fakat Âdem yaptığı hatayı anladı ve Allah’tan bazı kelimeler alarak tövbe etti.7 Âdem’le (a.s.) birlikte insanlık Allah’a nasıl tövbe edeceğini öğrenmiştir diyebiliriz. Çünkü ilk tövbe eden insan Âdem ve eşidir (a.s.). Buradan Âdem’in (a.s.) kötülüğün ne olduğunu bilmiyordu sonucu çıkarılabilir.
İblis ’in başlatmış olduğu kötülük yani Allah’ın emrine karşı gelerek başlayan kötülük problemi kâfirlerden olmayı da8 gerekli kılar. Bu bağlamda suçluluk psikolojisi (kendini suçlu görmeme ve başkasını suçlama hastalığı kibirle birleşince, yalan, iftira ve hasetle sonuçlanır diyebiliriz) ve bu psikolojinin insana yansımalarının verdiği sonuçlar (kibir, nankörlük/kâfirlik ve her tür taşkınlık vd.) son yazıda detaylı bir şekilde ele alınmaya çalışılacaktır.
Dönelim kötülük problemine. Kötülük problemi aynı zamanda ahlaki bir problemdir. Bu yazının amacı filozof ve kelamcıların bakış açısıyla şekillenen kötülük problemini tartışmanın bir tekrarını yapmak ya da onların eleştirisini yapmak değildir. Bu yazı serisinin amacı; Kur’an-ı Kerimden yola çıkarak iyiliğin önemini vurgulamaktır. Aynı zamanda Allah’ın emir ve yasaklarına karşı geldiğimizde ve Allah’ın nefsimize verdiği ilhamı görmezden geldiğimizde doğuracağı sonuçları düşündürmektir. Bunun için Kur’an-ı Kerim’de geçen belli başlı iyiliği betimleyen “ameli salih, birr, hasene, ihsan, hilim, hayır, maruf, adalet, infak, ihlas, takva, sevgi, merhamet, hidayet, itaat ve istikamet gibi kavramlar ile kötülüğü (Allah’ın emrine karşı gelindiğinde bireysel ve toplumsal sonuçları) betimleyen “ ism, zunub, dalal, fahşa, münker, bağy, seiyye, heva, israf, fısk, fücur, hatie, günah, şer, lanet ve zulüm gibi kavramlara ayetler ışığında bakılacaktır. Bu sayede Kur’an-ı Kerimden süzülen kavramsal içeriklerle “ Ahlaki İlkeler” oluşturulmaya çalışılacaktır. Kur’an’da geçen bu kavramların aslında çok yönlü kavramlar olduğu da bilinmelidir. Çünkü bu kavramlar, Kur’an-ı Kerim’de yerine göre ahlak, yerine göre hukuk, hatta hem ahlaki hem hukuki yaptırım gerektiren zina, hırsızlık gibi ya da itikat ve siyaset gibi alanlardan biri veya birkaçını birden ilgilendiren konular bağlamında da geçmektedir. Kötülük problemi dediğimiz sorunla ilgili kavramların, Allah’ın emir ve uyarılarını dikkate almadığımızda getireceği sonuçlar bir sonraki yazıda ele alınacaktır. İyiliği betimleyen kavramlardan özellikle sevgi ve merhamet gibi kavramları, müşriklerin “insanları yoldan saptırmak için” kullandıkları gösterilecektir. Bu sayede kafir, münafık, mücrim, müşrik vd. vasfını kazanan insanların asıl amacı kötülüğün yayılması olunca iyilikten beslendikleri de ortaya konulacaktır.
Ahlak, insan hayatının tümünü kuşatan bir olgu olmasından dolayı, ahlakı öncelikle bireysel ahlak bağlamında değerlendirmek gerekir. Hz. Ayşe’ye Hz. Muhammed’in ahlakı sorulduğunda cevabının “Onun ahlakı Kur’an’dır” dediği bilinmektedir.9 Bundan şu sonuç çıkar; kişisel sorumluluk gerektiren kişisel ahlak ve ikili ilişkiler sonucunda meydana gelen toplumsal ahlakın ilkelerinin tümü Kur’an’dan yola çıkarak çıkarılabilir. Rabbimizin ’de Hz. Muhammed’in (a.s.) ahlakını onayladığı “Şüphesiz sen üstün bir ahlak üzeresin.” (Kalem 68/49) Ayetinden de yola çıkarak, bu çalışmada Kur’an’ı10 Kur’an’la anlama yöntemi kullanılacaktır. Bu yöntemin birçok İslam âlimi tarafından da benimsendiği bilinmektedir. Özellikle Kur’an ve Sünnet11 temelli konuya baktığımızda Hz. Muhammed’in (sav.) hikmetli sözlerini barındıran hadislerin de Kur’an’dan süzüldükleri anlaşılmaktadır.12 “Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim”13 diyen bir Nebi/Elçinin ümmeti olmak ve kötülük problemine de son noktayı koymak istiyorsak şayet “Kur’an ahlakıyla” ahlaklanmamız gerektiğini anlamalıyız.
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde geçen konulara baktığımızda ve konuları tek tek tasnif ettiğimizde önemli bir çoğunluğunun “ahlak” ile ilgili olduğu görülmektedir. İnsanın kendisiyle hesaplaşmasını gerektiren ve “irade eğitimini” de sağlayan bu tür konulardır. Örneğin insanın kendi enerjisini dışarıya yansıtmasından çok kendi iç hesaplaşmasına yöneltmesi gerektiğini Hucurat Suresi bağlamında okuyabiliriz. İnsana şah damarından daha yakın olan14 Allah (c.c.) insanın iç dünyasını (duygu, düşünce ve amelinin niyetini) bilmektedir. Müşriklerin15 yani aracı tanrıların varlığına inananların tersine, insanın bireysel (iç dünyasını; kalpte, düşüncede gönülde) ve sosyal davranışlarını gözetip kollayan ve bilen sadece Cenab-ı Allah’tır. Hesap günü hesap vereceğimiz yegâne varlık da Cenab-ı Allah’tır.16 Bu sebeple İslam’ın ahlakla meydana getirdiği zihniyet inşasını başka hiçbir kaynak veya kimse sağlayamaz. Özellikle şirkle mücadeleyi ve tevhidi öne almayı gerekli kılan “Duygu, düşünce ve davranışı kapsayan yaşamsal inşa” sadece Nebi/Elçilerin getirdiği kitaplarda vardır.
Kendilerine kitap verilen tüm Elçilerin ortak çağrısı tevhide olmuştur.
De ki: “Ey ehlikitap /kitaplarında uzman kişiler!17 Sizinle bizim aramızda ortak olan şu söze gelin: Allah’tan başkasına18kulluk etmeyelim. Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Kimimiz, kimilerini Allah ile araya koyarak rabler edinmesin.” Yüz çevirirlerse onlara deyin ki: “Şahit olun, biz Allah’a teslim olmuş kimseleriz.”
Bu yazı Kur’an-ı Kerim’de geçen iyilik ve kötülüğü betimleyen kavram çalışmalarıyla devam edecektir.
Selam ve Dua ile
Mürüvvet ÇALIŞKAN
_______________________________________________________________
1 Epiküros, felsefe tarihinin en etkili okullarından biri olan Epikürcülüğün kurucusu Antik Yunan filozoftur. Epiküros bir ahlak felsefesi geliştirmiştir. Felsefesinin ana düşüncesi mutluluktur. Ona göre insan üzüntüden, acıdan ve kaygıdan hazza kaçar. Bireyin hayattaki temel amacı mutluluk ve hazza ulaşmasıdır. Aklı önceleyen Epiküros aklın doğru yaşamak için kullanılması gereken bir araç olduğunu savunur. Epiküros’un felsefesine baktığımızda ahiret hayatının olmayacağı fikri onu hazcılığa yönlendirmiştir. Ona göre tek ve kısa bir ömrü olan birey, hayatı boyunca mutluluk ve hazza ulaşmak için çabalamalıdır. Dolayısıyla tanrı ve ölüm korkusundan kurtulmalıdır. Kuruntulardan ve önyargılardan kurtulduğunda ancak buna ulaşılabilir.
2 https://tr.wikipedia.org/wiki/Kötülük_problemi
3 Yüce Allah, tüm insanlarla; vahiy (ilham) yoluyla, perde arkasından ve Allah’ın vahyini iletmekle görevli bir elçi aracılığıyla olmak üzere üç yolla konuşur (Şûrâ 42/51). Bu ayette Yusuf (a.s.)’a gösterildiği bildirilen “burhan” bu konuşma yollarından ilkiyle ilgilidir. Allah, insanların yapıp ettiklerinin iyi ya da kötü olduğunu onların içine ilham eder (Şems 91/8). Bu duygular insanın kalbine doğar. Kötü bir işe niyetlenen yahut bunu yapan kişinin içinde hissettiği sıkıntı ve vicdan azabı, Allah’ın ona olan ilhamıdır. Yûsuf aleyhisselamı kötü işe bulaşmaktan alıkoyan “burhan” (kesin delil), Allah’ın ona, yaptığının kötü olduğunu ilham etmesi, onun da bu düşünceyi içinde hissetmesidir. Yûsuf aleyhisselamın içine doğan ilham onu kendine getirmiş olmalıdır. Bu tür uyarılar herkese yapılır. Sıkıntı ve huzur türünden bu tecrübeyi mümin veya kafir her insan yaşar (Tevbe 9/110, Hicr 15/2). Bu duyguyu içinde hisseden kişi, kötü işi yapmaya devam ederse bunu bilerek yapmış olur ve bu bilgi Allah’ın huzurunda onun aleyhine delil olur. Yanlış bir işten sonraki iç sıkıntısı da Allah’ın kullara bir ilhamıdır. Bu ilham, kişiyi tevbeye çağırır. Dolayısıyla doğru ya da yanlış yolda olmanın ikisi de bilinçli davranışlardır. Kur’ân’da, Mûsâ aleyhisselamın annesine (Tâ Hâ 20/38, Kasas 28/7) ve henüz bir çocuk iken Yûsuf aleyhisselama kuyuda iken vahyedildiği (Yûsuf 12/15) bildirilir. Ancak içe doğan her şey Allah’ın ilhamı değildir; şeytan vesvesesi de olabilir (En’âm 6/121). Çünkü insan ve cin şeytanları, insanlara vesvese verir (Nâs 114/4-6), zihinleri bulandırır. Hatta bunların vesveselerini ifade etmek için Kur’ân’da “vahiy” kelimesinin kullanıldığı da olur (En’âm 6/112, 121). Bunlar, nebî ve resûlleri de yanlış davranışlara sürüklemeye çalışmıştır (En’âm 6/112-113, Hacc 22/52). Allah’ın ilhamı ile vesveseyi ayırabilmek için içe doğan düşünceleri Allah’ın kitabıyla denetlemek gerekir
4 Bkz: Araf 7/12; Sad 38/76
5 Bkz: Araf 7/ 15.16.17. Ayetler
6 Bkz: Bakara 2/35; Araf 7/22
7 Bkz: Bakara 2/37
8 Bkz: Bakara 2/34
9 Müslim, Misafirin 139
10 Kur’an, toplamak, bir araya getirmek anlamına gelen “k-r-e” kökünden gelmektedir. Okumak anlamına gelen kıraat da bu anlamdadır. Harflerin ve kelimelerin bir araya getirilmesi ile oluşur. Benzer biçimde “Kur’an” kelimesi “küme” anlamına da gelir.
11 Cenab-ı Allah, Nisa Suresi 113. Ayette Nebi/Elçi Muhammed (a.s)’ma vahiyle birlikte hikmeti indirdiğini bu sebeple davetin güzel öğüt ve hikmetle yapılması gerektiğini Nahl 125 Ayette bildirmektedir. Hz Muhammed (a.s.) hikmetli uygulamalarını kapsayan sünneti Kur’an’la indirilen hükümlerdir. Ayrıca Cenab-ı Allah, gereken gayreti gösteren tüm kullarına hikmeti vereceğini Bakara 269. Ayette belirtmektedir. Hikmet, doğru hükümdür. Nebimiz, Kur’an’dan doğru hükümler çıkarıp uygulamış, bize de onun yöntemini öğretmiştir. Kur’an’da bütün ayrıntıları ile yer alan o yönteme göre davranılırsa Kitap ile Sünnet arasında tam bir uyumun olduğu görülür.
12 Bu konuda detaylı okuma yapmak isteyenler Süleymaniye Vakfı Yayınlarından çıkan Dr. Fatih ORUM’un “Kur’an ve Sünnet Temelinde KUR’AN’I ANLAMA USULÜ” kitabına başvurabilirler.
13 Muvattta, Hüs’nul Hulk/8
14 Bkz: Kaf 50/16
15 Vahye muhatap olan Mekke’de yaşayan müşrikler (buna ehli kitap müşrikleri de dahil) Bir olan Allah’a inanmaktadırlar ancak Allah’a yakın olduklarına inandıkları ve şefaatçi saydıkları Lat, Menan, Uzza gibi şahsi birer hüviyet kazandırdıkları putlara taptıkları ya da Meleklere Allah’ın kızları dedikleri için kınandıkları bilinmektedir. Henoteist bir inanç sistemine sahiptirler. Henoteizm; çok tanrının varlığını (politeizm) kabul edip, onların arasından bir tanrıya (monoteizm) tapmaktır. Yahudi ve Hristiyanlar ise Allah’a çocuk istinat ettiler. Örneğin Yahudiler; “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih /İsa Allah’ın oğludur” dediler. Bunlar, onların dillerine doladıkları (geçersiz) sözlerdir. Kendilerinden önceki kâfirlerin ağzı ile konuşuyorlar. Allah canlarını alsın! Bu yalana nasıl da sürükleniyorlar! (Tevbe 9/30) Mekke dönemine baktığımızda Yunan’da ki inançların buna Stoacılık ve Yeni Platonculuk da dahil birçoğuyla paralellik gösterdikleri söylenebilir. Yunanda ’da yaratıcı bir gücün ve/veya aklın varlığına inanılıyordu. Örneğin Aristoteles’in ilk muharriki, ya da Platon’un idealar âleminin tümel ideası gibi. iki filozofun metinleri incelendiğinde çoklu bir tanrı anlayışına sahip oldukları da anlaşılmaktadır. Bu iki filozof un yazdığı metinler Örneğin Aristoteles’in ‘Nikhomakos’a Etik” ile Platon’un “Diyalogları ve Devlet kitabı” öncelikle İslam filozoflarının ahlak, hukuk, devlet, siyaset hatta nübüvvet/nebi/resul tasavvurlarını yakından etkilemişlerdir. Kısaca Yunan metinleri Arapçaya çevrildiğinde tüm sorunlarıyla beraber çevrildiklerini bilmemiz gerekir. Çağlar boyunca aynı sorunları tartışmış olmamız bunun delilidir.
16 Konu bağlamında bakınız: Fatiha Suresi
17 Kur’an’da, ellerinde ilahi kitap bulunanları ifade etmek için iki ayrı kavram kullanılır. Bunlardan biri; “ûtu’l-kitab /kendilerine kitap verilenler”dir. Bu, genel bir ifade olup kitapları hakkındaki bilgi seviyelerine bakılmaksızın o toplumun tamamını kapsar (Nisa 4/47, 131, Maide 5/5). Diğeri ise “ehl’ül-kitab /ehl-i kitap”tır. Bu kavram, kitaplarının içeriğinden haberdar olanları ifade eder. Allah’ın ayetlerini, doğruluğuna şahitlik edecek derecede kavramış, gerçekleri ve onların nasıl gizlenebileceğini bilen kişiler için daima ehl-i kitap ifadesi kullanılır (Bakara 2/109, Al-i İmrân 3/70,71,98,99; Nisâ 4/171, Mâide 5/15). Bakara 2/78’de kitaplarının içeriğini bilmeyenlere ümmi denmiştir. Bakara 2/79’da ise kitaplarının içeriğini bilenler hakkında şu ifade kullanılarak aradaki fark, net bir şekilde ortaya konmuştur: “Fakat elleriyle kitap yazan, sonra onunla geçici bir çıkar sağlamak için ‘Bu ,Allah katındandır!’diyenlerin çekeceği var. Hem yazdıklarından dolayı çekecekleri var hem de kazandıklarından dolayı çekecekleri var!”
18 Ayette, tam tercümeyle “Allah’tan başka bir şey” ibaresi kullanılmaktadır. Bu ifade, bir başka insana kul olunabileceği gibi cansız bir varlığa ya da bir ideolojiye dahi kul olunabileceğini gösterir. İnsanın herhangi bir kişinin sözünü Allah’ın sözünden üstün tutması ve Allah’ın sözüne rağmen o kişiye kayıtsız şartsız uyması, Allah’ı ikinci plana atıp ona kul olmasıdır. Kur’an’daki açık âyetlere rağmen din adamlarının sözüne kayıtsız şartsız uymak da onları ilah edinmektir. Kendi arzularını gerçekleştirmek için Allah’ın emirlerini görmezlikte direnmek, Allah’ı ikinci sıraya atarak kendini ilah edinmek olur (Furkan 25/43 ve Casiye 45/23). Kısaca, Allah’ı ikinci plana atarak Allah’ın emirlerinden daha fazla öncelenen her şey, kişinin ilahı olur. Bu da şirke düşmektir.