İYİLİK VE KÖTÜLÜK BAĞLAMINDA SUÇLULUK PSİKOLOJİSİ –V-

Yazı serisinin bu bölümünde bu yazının amacı, Allah’ın izniyle emri bil maruf nehyi anil münker[1] ayetinden yola çıkarak farkındalık sağlamaktır.

İyilik ve kötülük bağlamında suçluluk psikolojisi yazı serisinin beşincisine gelmiş bulunmaktayız. Yazı serisinin üçüncüsünde ahlaki ikilem tablosu oluşturmuştuk.[2] Tabloda bulunan ahlaki ikilemlerden sıra maruf-münker, hak-batıl kavramlarına geldi. Bu kavramların birbirlerini açan ve kapsayan kavramlar olmalarından dolayı birlikte değerlendirileceklerdir. Çünkü marufu emretmek hakkı bilmeyi,  münkerden sakındırmak ise batılı ve sonuçlarını anlamakla gerçekleşir diyebiliriz.

A-r-f müfredatta[3] bir şeyin izini tefekkür ederek ve derin düşünerek onu algılamaktır. Bu kelime “ilm” kelimesinden daha dar kapsamlıdır. Akıl ve şeriatla güzel olduğu bilinen fiiller maruf kapsamına girerler.  N-k-r ise akıl ve şeriatla kötü olduğu bilinen fiillere denir. A-r-f’ nin zıddı olan kavram N-k-r’dir. N-k-r Bu yalın kat bir şeyi kabul etmemek hoşlanmamaktır. Sağlıklı akılların kötü gördükleri her şeydir. Ya da akılların iyi mi kötü mü oldukları konusunda her hangi bir karar veremediği halde şeriatın kötü gördüğü her türlü iştir. Bu kavram bazen sadece dil ile inkârdır. Dil ile inkârın sebebi de kalp ile inkârdır. “Onlar Allah’ın nimetlerini tanırlar, (ama) sonra onları inkâr ederler. Onların çoğu kâfirdir.”[4] Kişi hakikati anladığı halde kendi çıkarlarına ters geleceği için Allah’ın dinini inkâr edebilir. Hatta kendi kendisini münafık durumuna düşürebilir.

Münafık erkeklerle münafık kadınların birbirlerinden farkı yoktur. Onlar münkeri /kötü şeyleri emreder, marufu /iyi şeyleri de yasaklarlar. Eli sıkı davranırlar. Onlar Allah’ı unuttular[5], Allah da onları unuttu. Münafıklar tam anlamıyla yoldan çıkmış kimselerdir. (Tevbe 9/67)

Anti parantez belirtmeliyim ki malumumuz Kur’an’da tanımlanan münafıklık, Allah’ın dinine ve Elçisine karşı gösterilen ”mış” gibi tavırdır. Müslüman olmadıkları halde Müslümanmış gibi görünenler bu kapsama girerler. Bu durum Kur’an’ın indiği dönemle sınırlı değildir.

Müslümanlar olarak sınıfta kaldığımızı düşünmekteyim. Kur’an okuyanlar genelde farklı tavırlar geliştirdiler. Bakara suresi 44. ayetteki gibi Kur’an’ı okuyup, başkalarına din öğretmek ve karşısındaki kişiyi düzeltmek için ayetleri okuyanlar. Müslümanmış gibi görünüp kendi emelleri, çıkarları için Müslümanlardan istifade edenler ve gerçek emellerini gizleyenler. Kur’an’ı okuyup anladıktan sonra onu tahrif etmeye çalışanlar. Ve gerçekten samimi olanlar. Kur’an-ı Kerimi kendisini inşa etmek için okuyanlar.

Öncelikle her birimiz Allah’ın boyasıyla boyanmak istiyorsak Tıpkı Hz. Muhammed (as.) ve sahabe gibi Kur’an ahlakıyla ahlaklanmalıyız. Allah’ın elçisi bizim için güzel bir örnektir.[6] Sahabeden gelen şu rivayette bizlere örnek olmalı “Abdurrezzak’ın Ma’mer’den, onun Ata b. es-Saib’den rivayetine göre, Ebu Abdurrahman es-Sulemî şöyle demiştir: Biz, Kur’an-ı Kerim’den on ayet-i kerime öğrendik mi, o on ayetin helalini, haramını, emir ve nehiylerini öğrenmedikçe bir sonraki on ayeti öğrenmeye geçmezdik. İmam Malik’in Muvatta adlı eserinde belirttiğine göre Abdullah b. Ömer Bakara sûresini sekiz yılda öğrendi”[7]

Münafıklık konusuna tekrar dönelim. Çünkü anlaması güç bir konu, geçmişte olduğu gibi günümüzde de münafıklık istismara açık bir konudur. Münafık diye etiketlenen kişi kime, neye göre münafıktır? Dini hakkıyla yaşayan bir topluluk olsaydık dahi münafık/ların kim olabileceğini bilebilir miydik? Çıkar çatışmalarının olduğu yerde münafığın kim olduğunu kim bilebilecek? Cenab-ı Allah her birimize şah damarımızdan yakındır. Kur’an’a baktığımızda Münafığı bilebilmek insanüstü bir bilmeyi gerekli kılmaktadır. Münafığın kim olduğunu anlayabilmek için haşa Allah gibi kişinin kalbinden, zihninden geçenleri ve olaylar arasındaki bağlantıları, neden-sonuç ilişkisi içerisinde görmek ve bilmek gerekir. Bu sebeple Hz. Muhammed (as.) kimin münafık olduğunu bilmiyordu. Sadece inen vahiyden yola çıkarak münafıklığın alametleri üçtür diye tanımlamıştır diyebiliriz.

“Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder, söz verdiği zaman sözünde durmaz.”[8] Bu tanıma baktığımızda Hz. Muhammed’in (as.) genellemeci bir üslup kullandığı anlaşılmaktadır. Bu alametlerden yola çıkarak Hz Muhammed (as.) karşısındaki kişiyi etiketlemedi Allah bildirmese bilemezdi. Hz. Muhammed’in (as.) Kur’an’daki ayetlerden yola çıkarak bu tanımlamayı yaptığı anlaşılmaktadır. Kaynağını bulamadığım bir rivayete göre sahabe/ler kendi içine dönüp baktı…

Kişi dindar olsun veya olmasın münafıklık alametleri gösterebilir. Başka bir yazının konusu olmasına rağmen kısaca değinmek istediğim bir konu var. Kur’an’da geçen münafık dini bir kavramdır. Yerli –yabancı sözlüklerde ve Psikolojide tanımlanan iki yüzlük tanımı ise dini bir içeriğe sahip değildir. İnsanın davranışlarını tanımlamalarından dolayı her ne kadar kavramsal içerikler birbirine benzeseler de, kullanıldıkları ve tanımlandıkları alanlar farklıdır. Örneğin bir Psikolog sadece danışanının sözlerinden yola çıkarak, danışanıyla bazı yargılara varabilir. Danışanın şikâyette bulunduğu kişiyi hatta danışanının kendisini ikiyüzlülükle etiketleyebilir. Buna rağmen asla hiçbir Psikolog bir ilişkide kimin gerçekten ikiyüzlü davrandığını bilemez. Bir ilişkide kişilerin birbirlerine neden, niçin ikiyüzlü davranışlar sergilediklerini de sadece Allah bilir. Bu yüzden Allah’ın Elçisinin dediği gibi “ameller niyetlere göredir”. Allah cc. herkese tövbe etme fırsatı vermektedir. Bir gün tek tek hesap vereceğiz. Dini olsun veya olmasın birçok oluşumda hesap verebilirlik olgusu gözden kaçmaktadır.[9] Kısaca bir Müslüman karşısındaki kişiyi münafık diye etiketleyip suçlamaktan kaçınmalıdır. Yargı cümleleri kurmak bir Müslüman’a yakışmaz. Hatta ileri boyutta bu şirk bile sayılabilir. Bunun farkına varıldığında ancak, Müslümanların emri bil maruf nehyi anil münker yapılabileceklerin düşünmekteyim.

Gelelim hak ile batıl kavramlarına: Müfredata baktığımızda hakk kavramının “gerçek” yalanlanamayan tüm olgu olaylar için kullanıldığını görmekteyiz. Bu kelimenin aslı, uygunluk ve uyumluluktur. Kapıyı tutan ayağının kendisi için hazırlanmış sabit yere uygun gelmesi ve düzgün bir şekilde orada durabilmesi gibi. Batıl ise hakk kelimesinin zıddıdır. Ve incelendiğinde her hangi bir sabit ilkesi olmayan şey demektir.

Kur’an’ı Kerim’e baktığımızda: Hak ve batılı ayırt etme özelliği olarak Furkan kavramıyla karşılaşırız. Furkan  “Hz. Ömer hak ile batılı birbirinden ayırdığı için ona “umeru’l faruk” denmiştir”.[10] Müfredatta Furkan,  genel anlamda iki şeyi birbirinden ayıran parça, bölüm, diğerinden ayrılan, ayıran ve ayırdığı şeylerin farkına varılmasını sağlayan düşünsel bir özellik olduğu da anlaşılmaktadır. Bu düşünsel faaliyette şirksiz iman şarttır.

Furkan özelliği aktifleşen kişide de hikmetli söylemler başlar.

Tıpkı kendisine hikmet verilen Lokmanın oğluna “Bir gün Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ona ortak koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür /yanlıştır”[11] söyleminde bulunması gibi. Nebi-Resullerin söylemlerine baktığımızda da aynı hakikatle karşılaşırız.

Yusuf (as.) hapishane arkadaşlarına “Ey hapishane arkadaşlarım! Birbirinden farklı Rabler mi iyidir yoksa her şeyi emri altına almış olan tek Allah mı? Allah ile aranıza koyup kulluk ettikleriniz; Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden ibarettir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, sadece kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din de işte budur. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler.”[12] Yusuf suresinde geçen bu ayetlerden; insanların çoğunun bilmediği, bilgi yoksunluğundan dolayı gerekli bağlantıları kurmakta yoksun olacakları konular olabileceği sonucu çıkarılabilir. Yusuf (as.) hapishane arkadaşlarıyla konuşmasına önce şirkin ne olduğunu muhataplarına öğreterek ardından yaptıkları yanlışı düşündürerek akletmelerini sağladığı görülmektedir. Atalarının yaptığı yanlışları onlara söyleyerek de doğru yola çağırmaktadır.

Kişinin doğal yapısı bozulmamışsa, bastırılmamışsa ve köreltilmemişse hakikatle karşılaştığında özgür iradesi aktifleşir diyebiliriz. İradesi elinden alınan kişiler özgür karar verme yeteneklerini kaybederler. Bu bağlamda Fatır suresi 30. Ayeti hatırlamakta da fayda vardır. “Sen yüzünü doğrudan doğruya bu dine, Allah’ın fıtratına/varlıklarda geçerli kanununa çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez.” Bu bağlamlarda Elçiler kişinin iradesini aktifleştirmek için hatırlatıcıdırlar, müjdeleyici ve uyarıcıdırlar diyebiliriz.

Bizi yaratan Allah, dini yaşam şeklimizi de belirleyendir. Emir ve yasaklar, helal ve haramlar insanlar içindir. Bu bağlamda din, insanın yaşam şeklini belirleyen duygu-düşünce-davranışta (ibadet ve amellerde) bütünsellik sağlayan bir olgudur. Günümüzde birçok yaşam şekli bulunmaktadır. Kültürel olarak gelişen ve genele yayılma eğilimi gösteren yaşam şekilleri, farklı olsalar da içlerinde hak ile batılı, iyi ile kötüyü barındıran özellikler taşırlar. “Sen Rabbinin yoluna, hikmetle ve güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel yöntemle mücadele et. Muhakkak ki Rabbin, yolundan sapanları iyi bilir. O, doğru yolda olanları da iyi bilir.” [13]

Başkasında hata, kusur arandığında hatta tecessüs edildiğinde, kişi kendisini hatasız görmeye başlar. Buda kişinin kendisine yapacağı en büyük kötülüktür. Çünkü bu durum kişiyi kibre götürür vesselam!”[14]

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere Selametle kalın.

Mürüvvet ÇALIŞKAN

______________________________________________________

[1] Süleymaniye Vakfı meali “İçinizde hayra çağıran; iyi şeylerin yapılmasını isteyen ve kötü şeylerden sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte böyle topluluklar, umduklarına kavuşacak olanlardır.” (Al-i İmran 3/104)

[2] https://www.cerideiilmiyye.org/iyilik-ve-kotuluk-baglaminda-sucluluk-psikolojisi-iii/

[3] Ragıp El Isfahani, Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, Çıra Yayınları, 2010  (A-r-f ve N-k-r kavramları hakkında Isfahani geniş açıklamalarda bulunmaktadır. Burada kısa açıklamalar yeterli bulunmuştur)

[4] Nahl 16/83

[5] Burada kastedilen unutma, Allah’ın emirlerini önemsememektir. Bu nedenle Allah da onları önemsemeyecektir, Taha 20/126, Secde 32/14, Câsiye 45/34.

[6] Ahzap 33/21

[7] Sorularla İslamiyet sitesinden alıntıladığım bu rivayet  şu atıfla geçmektedir “Muvatta, Kur’ân 11; Kurtubi, el-Camiu’l Ahkami’l-Kur’an 1/244-246”

[8] B2749 Buhârî, Vesâyâ, 8; M211 Müslim, Îmân, 107

[9] Bu konuda yazdığım iki yazıyı da okumanızı tavsiye ederim. https://www.cerideiilmiyye.org/dinlerde-hesap-verilebilirlik-olgusu/ ve https://www.cerideiilmiyye.org/hesap-verebilirligin-pozitif-iyi-olusa-etkisi/

[10] Müfredat, F-r-k maddesi, , s.791

[11] Lokman 31/13

[12] Yusuf 12/39,40

[13] Nahl 16/125

[14] https://www.cerideiilmiyye.org/iyiligi-yayin-emrini-nasil-anlamaliyiz/