İYİLİK VE KÖTÜLÜK BAĞLAMINDA SUÇLULUK PSİKOLOJİSİ –VIII-
Yazı serimizin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu yazı serisini oluşturmaktaki amaç; iyilik ve kötülük olgusu üzerine, düşünmek ve düşündürmekti. Yaşantımızda öyle olgular vardır ki onları çok iyi anladığımızı zannederiz. Üzerine odaklandığımızda ise kafamız karışır. İşin içinden çıkmakta zorlanırız. Yine yaşantımızda öyle olaylar yaşarız ki niye bu benim başıma geldi diye sorarız? Ya umutsuzluğa kapılır, kendimizi hasta edip hatta isyan edebiliriz. Ya da yaşadıklarımızdan dersler çıkarırız. Hatalarından ders çıkarmayı bilenler, kendinden kendine düşünebilen insanlardır. Bu gün hesap görücü olarak sen sana yetersin (İsra 17/14). Kısaca bu yazı serisi kendi üzerine düşünebilme, ders çıkarma ve çözüm yolları üretebilme üzerine kurgulanmıştır.
Ahlaki ikilem tablomuzdan sıra ahiretteki sonuç, cennet, cehennem kavramlarına geldi. Cennet ve cehenneme kimler girecek? Kime, neye göre iyi ve kötü?
Düşünce tarihi[1] penceresinden bakarsak ölüm bir son mudur? Tekrar dirilişe yüklenilen anlamlar, varlık var mıdır, yok mudur? Kötülük problemi gibi birçok konuya yüklenilen anlayışlar çeşit çeşittir. Başlangıç yazısında kötülük problemi üzerinde değinmiştik.[2]Düşünen insan vahiyle buluşmadığında, insan merkezli akıl yürütmeye başlar. Bu durumda vahiy-akıl kargaşası ortaya çıkar, kültürle, din çatışması yaşanır.[3] Kültür insana bir dünya görüşü, dünya vatandaşı olmanın yollarını öğretir. Vahiyde insana bir dünya görüşü (ahiretle beraber/ceza günü bilinci) ve dünya vatandaşı olmanın yollarını öğretir. İkisi arasındaki fark gece ile gündüz gibidir. Biri insan merkezli diğeri Tanrı merkezlidir. Bu bağlamda düşünce tarihini özetlersek “yönetim kimde olacak” problemiyle karşı karıya kalırız. Bu problem kötülük problemini de içinde barındırır. Düşünce tarihinin kendisi de insana teoloji adı altında farklı farklı din/ler, anlayışlar vaaz etmektedir. İnsanlara ne yapmaları ne yapmamaları gerektiğini söyleyerek…
Bu girizgâhtan sonra diyebiliriz ki her işin bir evveli bir ahiri vardır. Şu anda bulunduğumuz durumun evveli Âdem ve İblisle başlar, ahiri Yunan ve Uzak doğuyla devam etti diye sınırlandırabiliriz. Günümüzde kurulan medeniyetin de doğu, batı sentezi bir medeniyet olduğunu bilmemiz gerekir. Evvelin de evvelin vardır. Dünya yaratılmadan önce Hadid Suresi 4. ayette geçtiği gibi Allah Teâla evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır. Her şeyi O yaratmış ve yarattıklarına yaradılış amacını yüklemiştir. “O, hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, daima üstün olan ve çokça bağışlayandır. (Mülk 67/2). Elçileriyle insanlara bu hakikati haber vermiş, “ahirette/kıyamet günü benim bundan haberim yoktu” demeyelim diye (Araf 7/172).
Kuran-ı Kerime baktığımızda ahir/ahiret kavramının hem bu dünya işleri için hem de kıyamet/ceza günü (el-yevmü’l kıyame, el-yevmül ahir) için geçtiğini görürüz. Bu yazıda yaşarken başımıza gelenlerin evveli ve ahiri/sonrası/sonraya ertelenmesini anlatan ayetleri konumuz itibarıyla ele almayacağız. Ölümden sonraki ahirette değineceğiz. Cennet ve cehennem olgularıyla beraber ele almaya da gayret göstereceğiz. Evvela şunu belirtmekte fayda var, ahirette hesap gününde vereceğimiz hesap, bu dünyada yaşarken yaptıklarımızın sonuçlarıyla yüzleşmek olacak. “Biz sizi, yakın bir azapla uyardık. O gün herkes, kendi elleriyle yaptıklarına bakacak, kâfir olan şöyle diyecektir: “Ah! Keşke toprak olsaydım!”(Nebe 40/40)
Geçmişten günümüze kadar ahiret, cennet, cehennem anlatılarını mecaz olarak anlayanlar ve onların takipçileri var olmuştur. Ötede cennet, cehennem yoktur, insanın cenneti de cehennemi de bu dünyadadır. Yoksa Allah insanı niye yaksın diyen anlayış. Kaos ve kozmosun[4] varlığını yaratıcıyla özdeşleştiren akımlar da ahiret, cennet ve cehennemi farklı tasvir ederler. Hatta zorunlu bir taşmayla, kendi kendini temaşa eden/deneyimleyen ilah inancı da kadim bir inanıştır. Enkarnasyon[5], reenkarnasyon[6] gibi inançlar da insan düşüncesiyle şekillenmiş ve kültür dini haline gelmiş inançlardır. Kur’an-ı Kerimden referans alamayan, yerilen bu inançlar (dehriye, enkernasyon, reenkarnasyon) günümüzde de taraftar bulmaktadır.
Gerçeği Kur’an-ı Kerim’de bulmaya gayret gösterelim.
Öncelikle ahiret olgusunu içsel bir duygu olan “iman/güven” ile birlikte ele alalım. Güven duygumuz o kadar önemlidir ki, insanların bunu gözardı etmesi birçok psikolojik sorun yaşamasına sebebiyet vermektedir. Biz gerçekten Allah’a güveniyor muyuz? “Belki de sorun güvenliğin anlamını bildiğimiz varsayımına dayanmaktadır. Bu varsayımın sorgulanması gerekir, çünkü güvenliği tanımlamada kullandığımız sözcüklerle bedende hissettiğimiz güvenlik duyumları arasında bir tutarsızlık olabilir.”[7] Örneğin, Allah’a güvendiğimizi söyleyip, umutsuzluğa kapılıp, isyan etmek gibi bir tutarsızlık olabilir. “İman (Arapça) etimolojik olarak güvenmek ve samimiyetle inanmak anlamlarına gelir. Kur’an’da sadece bir olan Allah’a ve kendisinin mesajına güvenmek anlamına gelmektedir. Genel anlamda bir dine ya da yaşam tarzına gönülden bağlanmak anlamı taşır.”[8] Yani iman ve tevekküllü[9] birlikte değerlendirmemiz gerektiği anlamına gelmektedir.
Allah’tan başka kimseye mutlak anlamda güvenmemek gerektiği bilinci, kişiyi duygusal çalkalanmalardan korumaktadır. Psikolojik sorunların çoğu, insanın güven duygusunun zedelenmesinden kaynaklanmaktadır. Psikolojik zorluk/lardan çıkmak istiyorsak güven duygumuzun yönünü, gözden geçirmemiz gerekir. Bunun için Allah’a ve O’nun ipine sıkı sıkı sarılmalıyız. Yoksa bataklıkta boğuluruz. Bataklıktan çıkmak istiyorsak sabırla ve namazla Allah’tan yardım dilemeliyiz (Bakara 2/153)
Cennet ve cehennem tasvirlerini mecaz/teşbih olarak değerlendirenler var dedik. Kitabımıza baktığımızda gerçekten de cennet ve cehennem tasvirleri anlayabileceğimiz bir tarzda teşbih yollu anlatılırlar. İnsan, bilmediği bir şeyi zihninde tasvir edemez. Bu dünyadan örnekler verilerek yapılan tasvirler/teşbihler anlamamızı kolaylaştırmak içindir diyebiliriz. Asıl mesele toptancı bir bakışla cennet ve cehennemin varlığının buharlaştırılmasıdır. “Kur’an’da cennete ve cehenneme kimler gidecek diye yapay zekâya sorsak, bunlar teşbihtir yoksa kimse cennet ve cehenneme gitmeyecek” diye bir cevap almayız. Peki, Âlim denilen kişiler böyle bir sonuca nasıl varıyorlar ve bu fikirlerini insanlara neden dayatmaya çalışıyorlar? Anlaşılan kimse tek başına cehenneme gitmek istemiyor ama tek başına hesap vereceğinin bilincinde de değil “Saf saf Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. (Onlara şöyle denir:) “Karşımıza, sizi ilk yarattığımız gibi (tek başınıza) geldiniz. Oysa bizim sizin için buluşma yeri ve zamanı belirlemediğimizi iddia etmiştiniz. Amel defterleri (önlerine) konur. Suçluları, defterlerinde olanlardan dolayı korkudan tir tir titrer bir halde görürsün. “Vay halimize!” derler. “Bu nasıl bir defter! Küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, hepsini tek tek sayıp dökmüş!” Yaptıkları her şeyi orada (kayıtlı) bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye haksızlık yapmaz. (Kehf 18/48,49)
“İşte bu, hakkında yalan söylediğiniz, iyiyi kötüden ayırma günüdür”(Saffat 37/21). Ahiretteki sonuç/hesap günü “Kimin tartıları (sevapları) ağır gelirse işte onlar umduklarına kavuşacaklardır. Kimin de tartıları (sevapları) hafif gelirse onlar kendilerini hüsrana uğratmış olacaklar, Cehennem’de ölümsüz olarak kalacaklardır”(Mü’minun 23/102,103). Kısaca, ahiret, cennet ve cehennemin varlığını hangi sureler özetlemektedir diye sonsanız size Hakka, Naziat, Vakıa, Tekasur, Tekvir surelerini okuyun derdik. Dünyada iken Allah’tan başkasına güvenen kimselere denecek ki “Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, “Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilecek.”(Şuara 26/91);
Cehenneme gidecek olanların özelliklerine bakalım:
İlk fasık/yoldan sapanın İblis olduğunu biliyoruz (Kehf 18/50). İblisin yoldan çıkardığı Fâsık insanın özellikleri ise Allah’a içinden söz verdikten sonra onunla bağını koparıp yoldan çıkan kişidir. O, Allah’ın emirlerini anlar, uymaya karar verir, daha sonra vazgeçer (Âl-i İmran 3/81-82), cimrilik eder, Allah’ı unutur (Tevbe 9/67, Haşr 5). Ayetleri yalanlayıp kâfirlik ettikleri için (Maide 5/10) cezayı hak edenler onlardır (Ahkaf 46/35). Çünkü onlar Allah’ın ayetleri etkisiz kılmaya çalışırlar (Hac 22/51); Zalimdirler (Saffat 37/22, 62, 65, 68); Mücrimdirler (Rahman 41/43); Mütekebbirdirler (Mümin 40/76); Münafıktırlar (Hadid 57/13); ve Allah’ın hiç affetmeyeceği suçu işlerler Müşriktirler (Beyyine 98/6); bu yüzden onlara Facirlerdir (İnfitar 82/19) diyebiliriz. Kul dilemedikçe Allah kimseyi cehenneme atmaz. Çünkü Allah Teâla, nefsimizi düzenlediğini ona fücurunu ve takvasını ilham ettiğini bildirmektedir[10] (Şems 91/ 7,8).
Bu yazı serimizin sonunda;
“Allah kötülüğü niçin engellemiyor?” diye bir sorunun artık kafanıza takılmayacağını umut ediyoruz. Tüm soruların cevabı Kur’an-ı Kerim’dedir. Bu çalışmayla elimizden geldiği kadarıyla, Kur’an’ a sorunca en güzel ve gerçek cevapları bulduğumuzu ortaya koymaya çalıştık. Gayret bizden Tevfik Allah’tandır.
O kullarım, sözü dinleyip en güzeline uyanlardır. Onlar, Allah’ın doğru yola kabul ettiği kimselerdir. İşte onlar, aklıselim sahibi olanlardır. (Zümer 39/18)
(Cennettekiler) birbirlerine dönüp sorarlar. (Saffat 37/50)
Onlardan biri şöyle der: “Benim bir arkadaşım vardı.” (Saffat 37/51)
Derdi ki: “Sen gerçekten (yeniden dirilişin olacağını) doğru sayanlardansın; öyle mi? (Saffat 37/52)
Ölüp de toprak ve kemikler haline geldikten sonra, biz gerçekten hesaba mı çekileceğiz?(Saffat 37/53)
Onunla ilgili bir bilgiye ulaştınız mı (Onu göreniniz oldu mu)?” der. (Saffat 37/54)
Onunla ilgili bilgiye ulaşır, daha sonra onu yakıcı ateşin ortasında görür. Saffat 37/55)
Ona şöyle der: “Allah’a yemin olsun ki az daha beni de (senin durumuna) düşürecektin. (Saffat 37/56)
Rabbimin nimeti olmasaydı kesinlikle ben de oraya getirilenlerden olurdum!” (Saffat 37/57)
(Cennetteki arkadaşlarıyla konuşmasına şöyle devam eder:) “Artık bize ölüm yok, değil mi, (Saffat 37/58)
İlk ölüm çeşidimiz (uykumuz) hariç? Bize azap da edilmeyecek. (Saffat 37/59)
İşte bu gerçekten büyük bir başarıdır!” (Saffat/60)
Mürüvvet ÇALIŞKAN
_____________________________________________________
[1] Yazıda Felsefe Tarihi yerine Düşünce Tarihi kavramsallaştırmasını kullanmayı uygun gördük. Çünkü felsefe düşünceden bağımsız yapılan bir eylem değildir. Felsefe, disiplin dalı olarak ele almaya başlandığından beri, kendisini özel bir yere konumlandırdı. Dünya işleri özellikle ahlak, siyaset, politika, ekonomi hatta bilim gibi oluşumlar hep bu disiplinin altında şekillendirildi. Mitostan, Logosa geçiş bu süreci farklı bir şekilde tetikledi. Evrenin oluşumu, yapısı, işleyişi üzerine kafa yoran düşünürler farklı farklı sistemler geliştirdiler. Gelişen bu sistemler günümüz dünyasını da şekillendirmeye devam etmektedir. Mistik/sufi, agnostik, deist, ateist, materyalist, panteist, politeist, henoteist, holiteist vd.
[2] https://www.cerideiilmiyye.org/iyilik-ve-kotuluk-baglaminda-sucluluk-psikolojisi/
[3] Özellikle kültürle din denmiştir. Din ile bilim denmemiştir. Din ile bilim çatışması suni bir ayrımdır. Hiçbir bilim insanı kültür çevresinden bağımsız yetişmez.
[4] Her şeyin bir arada bulunduğu kaos/zıtların birliği (evrensel zihin aşkla, hareketle) açılacak ve kozmosu ortaya çıkaracak yani çatışmanın yaşandığı düzeni oluşturacak. Zıtların savaşı ve/veya zıtların birliği inancını günümüzde de takip etmek mümkün. Kuantum evren anlayışının temelleri buraya dayanır diyebiliriz. Kısaca Mitolojiden/antropoformik/insan biçimci tanrılardan logosa geçiş. Yunanlı düşünürlerin başlattığı ilk arkhe meseleleri politeizimden(çok tanrıcı inançtan) sonra panteizme (tüm ve tek tanrı inancına) yakın fikirleri ortaya çıkaracak. Birçok düşünür teoloji üretecek ve monoteist akımları başlatacaklar. İnsanın zannının eseri olan bu akımlar, İslam’da da vahdet-i vücut, ve Şuhut şeklinde belirecek.
[5] Yaratıcının tam olarak ete, kemiğe bürünüp görünmesi demektir.
[6] Ruh göçüyle, ruhun öldükten sonra sürekli bedenlendiğine inanılan uzak doğudan yayılan inançtır.
[7] Stephen W. PORGES, Poli Vagal Teori Rehberi/Güvende Hissetmenin Dönüştürücü Gücü, Psikonet, 2023,İstanbul
[8] https://tr.wikipedia.org/wiki/İman
[9] Hem bize yollarımızı göstermişken ne diye Allah’a güvenip dayanmayalım ki! Bize çektirdiğiniz eziyete de elbette sabrederiz. Birine dayanıp güvenecek olanlar yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.” (İbrahim 14/12)
[10] Bu ayete göre Allah, herkese davranışlarının iyi mi kötü mü olduğunu ilham eder. Kötü bir işe niyetlenen yahut bunu yapan kişinin içinde hissettiği sıkıntı ve vicdan azabı da iyi iş yapanın hissettiği iç huzuru da Allah’ın ona olan ilhamıdır (En’am 6/125, Enfal 8/24, Yusuf 12/24, Şûrâ 42/51).