Kim Evladını Daha Çok Seviyor?

Modern çağın anne-babaları olarak çoğumuzun çocuklarımızın üzerine fazlaca titreyip, onlara sorumluluk vermekten kaçındığımız malûmunuzdur. Sorumlulukları çocuğu geliştirecek bir araç yerine, onun üzerinde bir yük olarak gördüğümüz için, evlatlarımızın üzerlerindeki her türlü yükü?! de kendimiz sırtlanıyoruz. Onları ergenlik çağında bile sorumluluk alamayacak kadar büyük özveriyle?! yetiştiriyoruz; aslında adına “özveri” dediğimiz aşırılıkla.

Bu tutumumuz yüzünden ergenlerin olgunluğa geçmeleri, bir evliliğin ciddiyetini kabullenmeye ve sorumluluğunu almaya hazır olmaları, yani Kur’an’ın ifadesiyle rüşde ermeleri ve nikah çağına gelmeleri[1] eski zamanlara nispetle daha uzun yıllar alıyor. Sonuç olarak da evlilik yaş ortalaması günümüz toplumunda gittikçe yükseliyor. Orta-ileri yaşta evlenip çocuk sahibi olan ebeveynler ise, “geç bulduk çabuk kaybetmeyelim”, diye düşünerek midir bilmem, çocukları onlara olan bağımlılıklarından ne kadar geç kurtulursa o kadar memnun oluyor. Bu durum, evlilik yaşının ilerlemesi konusunda bir kısırdöngüye yol açıyor. Böylece, kabaca ‘buldumcuk olmuşlar’ diye tabir edilen şekilde çocuk sahibi oluyor günümüzde çoğu anne-baba. Sonra da “bir tanecik evladım; varsın şımarsın”, diyerek çocuklarının bütün arzularını yerine getirmeye, onlara sınırsız imkanlar dünyasının kapılarını açmaya uğraşıyorlar. Hatta ömürlerinin kalan kısmında biricik evlatlarına rahat bir gelecek?! hazırlamak için var güçleriyle çalışıyorlar. Yeter ki çok kazansınlar, evlatlarına iyi bir eğitim ve rahat yaşam koşulları sağlasınlar… Bu amaçla kimileri, çalışma ortamlarının ya da para kazanma yöntemlerinin Allah’ın istek ya da yasaklarına ne kadar uygun olduğunu sorgulamayı akıllarının uzak bir köşesine ya da bilinmeyen ileriki bir tarihe öteliyor. Bu sırada helal-haram ayrımı yapılmadan kazanılmış parayla doyasıya beslenen çocuğun da hamurunda, “temiz şeylerden yiyin ve salih işler işleyin[2]” emrinin tutulmayan kısmından dolayı, bir şeyler eksik kalıyor. Çocuk Allah’ın örnek kullarına uygun olan davranışları gösteremiyor.

Ebeveyn, çok sevdiği evladını üzmemek için uygunsuz davranışlarının bir kısmını hoşgörüyor. Bu arada kendisi de Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan bazı davranışları zaten sergilemiş olduğu için, bu hoşgörü?! daha da içselleşiyor; çünkü ebeveyni çocuğunun mutluluğunu –maalesef Allah’ın kuralları dahil- “HER ŞEYDEN” üstün tutuyor…

Çocuk ergen olduğunda ebeveyni, “sabah namazına kaldırırsam okula uyanamaz”, “oruç tutarsa dersini dinleyemez” diyerek, Allah’ın emirlerinin öncelik sırasını evladı yerine belirliyor. Bu sıralamayı örnek alan evlat, kendisini ve eğitimini kainattaki en önemli şey zannetmeye başlıyor. Dolayısıyla, o da nefsini –maalesef Allah’ın kuralları dahil- “HER ŞEYDEN” üstün tutuyor.

İşte burada, insanla Allah’ın arasındaki ilişki pamuk ipliğine bağlanıyor; çünkü modern ebeveyn, evladını kendi hayatının tam merkezine oturturken, çocuğuna da tüm hayatın merkezinde kendisinin bulunduğu mesajını vermiş oluyor.

Anne-baba kendisini çocuğunun bir nevi sahibi, doyurucusu, koruyup kollayıcısı ve terbiyecisi olarak gördüğü için onun üzerinde istediği gibi tasarruf ediyor; sanki kendisine verilmiş bir emanet değil de mülkiyetine aldığı bir meta gibi onun fıtratını bozmayı, şımartmayı kendinde bir hak olarak görüyor. Oysa farkında olarak veya olmayarak Allah’ın emanetine hıyanet etmiş oluyor. Bu davranışıyla Allah’ın en önemli vasıflarını kendine atfederek ve çocuğunun sevgisini Allah’ın emir ve yasaklarının üstünde tutarak farkında olmadan Allah’a ortak koşmuş oluyor. Allah’ın tek affetmeyeceği suçu, “evlat sevgisi” zannederek, bir hayat tarzı haline getiriyor.

Yaş ilerleyip o biricik evlat büyüdüğünde ise, yediği lokmaları getirene dönüp bakmıyor bile. Zaten kendisi onlardan da, (anne babaya iyilik etmeyi emreden) Allah’ın kurallarından da daha önemli değil miydi? Sonra “bu çocuk neden böyle oldu?” soruları, kapısı evladı tarafından yılda yalnızca birkaç kez çalınan anne-babaların kafasını kurcalıyor. Oysa –maalesef Allah’ın kurallarını görmezden gelmek dahil- “HER ŞEYİ” yapmışlardı onun için. Bütün hayatlarını, mallarını; en önemlisi değerlerini ve inançlarını “özveriyle” tüketmişlerdi. “İnsanoğlu çiğ süt emmiş”, diyerek vazgeçiyor sonra çoğu sorgulamaktan; kabahati kendi hazırladığı lokmada değil, Allah’ın en kusursuz haliyle bir annenin vücudundan çıkarttığı mucizevî ve saf sütte bularak…

“HER ŞEYİ” yapmışlardı onlara göre; fakat “HİÇBİR ŞEY” esas unuttuklarından önemli değildi: Evlatları da Allah’ın bir kuluydu; Allah o çocuk üzerinde kendilerinden daha fazla hak sahibiydi, hatta onun TEK sahibiydi! Bunu idrak ederek, O’nun rızasına uygun kul olacak bir çocuk yetiştirmeleri gerekiyordu…

Gelin bu vesileyle geç olmadan, sona yaklaşmadan tekrar kendimize ve velîliğimize göz atalımEvladını en çok sevenlerin, onu Allah’ın sevgisine en layık şekilde yetiştirenler olduğunu hatırlayalım!

Hepimizin emanetin ve evlat sevgisi sınırlarının bilincinde anne-babalar olabilmemiz temennisiyle, bu zor görevde tüm inanıp güvenenlere başarılar dilerim. Allah yardımcımız, Kur’an yol göstericimiz olsun…

Zeynep Dönmez’in kaleme aldığı bu yazı 21.01.2016 tarihinde Fıtrat Haber sitesinde yayımlanmıştır.

___________________________________

[1]Nisa 4:6; ‘Nikah çağı’ hakkında detaylı bilgi için bkz: http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/kiz-cocugunun-evlendirilme-yasi-minimum-kac-olabilir.html

[2]Mu’minun 23:51; Ayette geçen tayyib kelimesinin kapsamı hakkında detaylı bilgi için bkz: http://www.suleymaniyevakfi.com/443-kur-an-ve-sunnet-iiinda-helal-gida.html