Kuantum Fiziği/Felsefesi Ve Hologram Felsefesi
Quantum Fiziği/Felsefesi bize ne diyor, ne demiyor?
Üç yüz yıldan fazla Pozitif Bilimin ortaya çıkmasına sebep olan Aristo mantığı ile Demokritos’un parçalanamayan atom teorisi sayesinde, Pozitif bilimciler, Kaosla başlatılan, Determinist Evren teorisiyle canlı, cansız ayırımı yapamadan toptancı bir tutumla Doğal Seleksiyon/Evrim Teorisi adı altında yaratılışın felsefesini ortaya koymaya çalıştılar.
19. Yüzyılda Atom parçalandıktan sonra, Bilim insanları yine canlı, cansız ayrımı yapamadan her şeyi “Sonsuz enerji” ile tanımlanmaya başladılar. Evrenin oluşumunu tasvir edebilmek için çizdiğimiz Bing Bang şeması ile bir noktaya sıkıştırılmış sonsuz enerjiyle başlatılan yaratılışın, katmanlarını şemalar çizerek tasvir etmeye çalışıyoruz. Çizdiğimiz bu şema/larla, Kâinat’ın yaratılış katmanlarının tamamını tanımlayabilir miyiz? Kâinat’ın kaçta kaçını bilimsel olarak tanımlayabildik? Tek elektron ve tek protondan oluştuğunu düşündüğümüz Hidrojen atomu üzerinde tanımladığımız maddenin % 4’lük dilim ile geriye kalan % 96’lık dilimi, tanımlayabilecek miyiz? Birçok bilinmeyenle karşı karşıya kaldığımız günümüzde elimizde tamamlanamayan ve birleştirilemeyen iki büyük hikâye var. Fizikçiler bilirler ki; Materyalist Fizik ile Quantum fiziğinin ölçüm problemi vardır. Relavite ve çekim yasası birleştirilemiyor.
Atom ve atom altı parçacıkların bildiğimiz fizik kurallarına uymayan ayrı bir dünyası olduğunun anlaşılmasından sonra ortaya atılan Quantum Fiziği/ Felsefesi sayesinde “hiçbir şey gözlemlenmedikçe gerçek değildir” demeye başladık. Atom altı ölçekte tanımlanamayan dünya, bilim insanlarını Metafizik öğretilere yönlendirmiştir. Özellikle Doğu Mistisizmi, İslam tasavvuf felsefesini Yunanlı metafizik ve ezoterizmi ön plana çıkararak, Hologram Felsefesini ortaya attık… Hologram Felsefesine göre “her şey düşünceden ibarettir” bilindiği gibi, düşüncenin kendisi zihnin ürünü olduğundan uzayın ve zamanın artık hiçbir şey ifade etmediğini yalnızca bilgiden oluşan nehirlerinden (frekans okyanusu) başka bir şey olmadığını iddia etmeye başlayınca ortaya Zihin Felsefesi de çıktı. Zihin Felsefesi sayesinde bildiğimiz gerçek dünya tartışılır hale geldi.
Okuduğum, tüm öğretiler bana İnsanoğlunun, sürekli ölümsüzlüğü istediği için tanrısal olmayı, hatta her şeyin mutlak hâkimi olmayı istediğini ve bu sebeple türlü türlü mitolojiler, efsaneler, felsefeler, ideolojiler, ürettiklerini kavrattı.
Biz ölümlü varlıklarız. Hayy/canlılık kavramını, Enerji ile Ruhla veya Işıkla özdeşleştirdiğimizde, hepsini özdeş bir yapıda eş anlamlı olarak kullandığımız da İnsanın, Ruh üflenerek diğer canlılardan farklılaştığını görmezlikten geliriz. Oysa tabiatta gözlemlediğimiz yaşam ölüm döngüsü arzda yaratılan tüm canlı varlıklar için söz konusudur. Hesaba çekilecek olansa insandır. Bu anlamda her şeyi “enerji” ile tanımlamaya kalkmak hata olur! İnsanın varlığını sadece beden ve can iklimi üzerinden ele aldığımızda da mesela Platona göre, Ruhun nasıl bir yaşam sürdüğüne bağlı olarak bir ruh bedenden çıkıp diğerine girer. Ya da Celalettin Rumi’nin anlayışına göre, taş olarak ölmüştüm, bitki oldum. Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum. Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum, öyleyse ölümden korkmak niye? Hiç bir sefer daha kötüye dönüştüğüm ya da alçaldığım görüldü mü? Bir gün insan olarak ölüp, ışıktan bir varlık, rüyaların meleği olacağım. Fakat yolum devam edecek. Tanrıdan başka her şey kaybolacak. Hiç kimsenin görüp duymadığı bir şey olacağım, Yıldızların üzerinde bir yıldız olup doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım… Görüldüğü üzere Platon ve Rumi özelinde canlılık olgusu, Antik Yunanlı filozoflardan günümüze kadar birçok düşünür tarafından eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Yunan Metafiziği ile Şaman metafiziğinin ortaya attığı, bitkilerin, hareket edebilen her tür canlılığın insan dâhil Ruhunun var olduğu inancı bize; Ruh Göçü/Evrende Tasarruf Sahibi Kutsal Ruh/ların varlığını/Animizim inancını da beraberinde getirdi. [1]
Madde ile Enerji karşılıklı olarak bir birine dönüştüğünü savunan Einstein’ın formülüne göre, Madde enerjinin yoğunlaşmış halidir. Madde dediğimiz olgunun derinliklerine dalan Bilim Felsefecilerinden Fred Alan Wolf da Quantum mekaniğinin altında yatan gerçekliği keşfeden bilimciler için de Quantum sıçraması belirsiz ve riskli bir maceraydı. Mecazi anlamda Quantum sıçraması ise risk almak, yanında rehber olmadan meçhul bir bölgeye gitmek demek oluyor. Belirsizlik ilkesi tam anlamıyla gerçekti. Bir atom parçacığının Quantum sıçraması yapması garanti değildir. Bu derece küçük madde parçacıklarının mutlak bir kesinlikle bilmek mümkün değildir. Aslına bakarsanız bu durumda belirsizlik ilkesi denilen yeni bir fizik yasasına yol açtı… Ancak bu tarz yeni yasalar riskliydi ve riskte bilimcilerin sağduyularına yönelikti. Yeni fizik yer altı dünyasının yeni ve büyülü dünyasını açığa çıkardı. Fizikçilere düzen kelimesinin yeni bir anlamını gösterdi. Yeni fiziğin temeli haline gelen bu yeni düzen, madde parçalarında bulunmuyordu. Daha çok fizikçilerin kafasındaydı. Bu da fizikçilerin fiziksel dünyayla ilgili önyargılı görüşlerinden vazgeçmeleri gerektiği anlamına geliyordu. Evren, hem madde hem de şuuru tek bir alan halinde içeren dev bir hologramdır der.[2] Parça, bütünün bilgisini taşır, bütün parçalardan daima büyüktür ve parça bütünden bağımsız değildir diyen hologram felsefecileri, olgu, olaylara Arabi’nin veya Spinoza’nın perspektifinden bakmaktadırlar. Arabi’ye göre evren tanrıdadır. Spinoza’ya göre tanrı evrendedir. Kuantum Kuramı şu savı da ortaya atar: “Eğer bir yapı başlangıçta bir bütün oluşturmuş ise, o yapıyı parçalasanız dahi parçalar arasında etkileşim yerel olmayan bir biçimde devam eder.” Evrende birbirinden bağımsız iki ayrı şey yoktur, sadece tek vardır. “Sen ve ben” veya “siz ve biz” ayrımı kuantum düzeyinde geçerliliğini yitirmektedir. Bu evren, sadece onu oluşturan tek’in yaşamının eseridir.
Evrenin Holografik bir şekilde, organize olduğunu düşündüğümüzde, uzay-zaman koordinatlarının ötesine geçilir ve geçmiş-şimdi-gelecek bildiren tüm zamansal kavramlar da anlamını yitirir. Mistiklerin, ta-i zaman ve ta-i mekân yapmaları, aynı anda iki yerde bulunmaları meşrulaştırılır. Einstein “evren, bir bütündür, tektir. Belki bu yüzden evrende birbiriyle tamamen ilişkisiz iki şey yoktur. İlişkileri görebildiğinizde, evren kalbini açar size. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece bir yanılsamadan ibarettir, ne kadar kalıcı olsa da” demiştir.
Sudur teorisyenlerinin de savunduğu; “birden bir çıkar.” Mantıksal çıkarım[3] ile parça bütünün bilgisini taşır tezini savunan Bilim İnsanlarının ürettiği; Evrenin holografik bir yapıda olduğunu savunanların kurguları, mistik, gnostik, ezoterik ve tasavvufi tüm kurgular taban tabana örtüşmeye başladı. Proklus der ki; Bir ebedi ve ezeli tanrı, iki sonsuzluk ve üç ise evrenin planı ve modelidir. Zollar şöyle der; Bütün şeylerin başlangıcı, “Birliktir” birden bütün şeyler sayıya göre ortaya çıkar. Birlik bütün çokluğu içerir. Birlik olmadan ikilik olmaz. Oysa ikilik, birlik ve onun aynılığının inkârı ile doğar. Ancak ortaya çıkan gerilim süremez ve üçlük ortaya çıkar. Bu da daireyi tamamlar, zıtlıklar barışır ve birlik veya bütünlük yeniden tesis edilir. Hint felsefesin de Tanrının üç yüzü vardır. Yaratıcı Brahma, koruyucu Vişnu ve yok edici Şiva hepsi tek bir tanrının tezahürleridir. Brahma olarak evreni ve insanı yaratır, Vişnu olarak hükmeder ve zamanı gelince Şiva olarak evreni yok eder. Lao tzu şöyle der; Bir ikiyi meydana getirir, iki üçü meydana getirir ve üç bütün şeyleri meydana getirir.[4] Her kadim gelenek kendi gelenekçileri ile yaratılışı okuduğunu iddia eden önderleriyle tanınırlar. Oysa biz Allah’ın izin verdiğinin dışında daha fazla bilgiye sahip olamayız. Biz kâinatın yaratılış katmanlarını henüz okuyabilmiş değiliz. Teori-zan gerçeklik adına bir şey ihtiva etmez.
İhlas suresi elimizdeki pusuladır. İhlas suresini tasavvufi bilinç açıklamaya kalkarsa Kadim Hermetik yolu izler ve “Sen çift görüyorsun bu gözündeki şaşılıktandır, Âlemlerin hepsi hayaldir. Tek ve tümel bir yapıdayız.” der. Bunu da günümüzde bilinmeyenler üzerinden felsefe üreterek bilim destekli yapmaya kalkar… Uzak doğu felsefesinde olan Upanişadların, paradoxal Hem hem Mantığını öne çıkaran bu sitem “Sende haklısın sende” demektedir, dedirtmektedir… Tüm IQlar toplansa ve fikirler bir potaya konup eritilse tüm Kâinatın mutlak işleyişini bulma olasılığımız kaçta kaç olur? Bizim elimizde Kur’an var en büyük cihat bilgiyle yapılan cihattır. Müslüman haddini bilir. Bizim mihenk taşımız elimizde… Mutlak izafiyet, mutlak kadercilik felsefelerinin Kur’an da yeri yoktur… Olasılık hesaplarında yaya kalan insan zihni madde var mı? Yok mu? Yoksa âlemler hayalden mi ibarettir? olasılık hesaplarında boğulacağına keşke anlını secdeye bilinçli bir şekilde yatırabilse o zaman Allah’ın izniyle Müslümanların, ileri medeniyet kurabilme olasılığı kaçta kaç olur…
Hologram Felsefesi her şeyi izafileştirmektedir. Allah’ın, vahiyle bize kitap indirerek doğru yolu göstermek için seçtiği Nebi-Resullerin önemi, Helal-Haramların Önemi, Emir-Yasakların Gerekliliği, Cennet-Cehennem olgusu, İyilik-kötülük mutlak anlamda izafileşirse, anlaşılacağı üzere Hologram felsefesi, sorumluluğu kucağınıza bırakır ve kesin açık rahatlatıcı yanıtlar vermez. Der ki; “Evet, dünya çok büyük bir yer ve çok gizemli, yanıt mekanizma değil ama sana yanıtı da söyleyecek değilim; çünkü sen kendi kararını verebilecek yaştasın.”
Şeytan bizi en güzel sözlerle kandırır. Bilip bilmeden okumaya iter. Fakirlikle, açlıkla kandırır. Şeytan bizi Allah’la aldatır.
Allah yar ve yardımcımız olsun…
Mürüvvet Çalışkan’ın kaleme aldığı bu yazı Fıtrat Haber sitesinde 19.04.2017 tarihinde yayımlanmıştır.
____________________________
[1] http://www.fitrathaber.com/dosya/isik-ruh
[2] Quantum Bilmecesi/ Fred Alan Wolf
[3] Detaylı Bilgi için Bkz. http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=370468
[4] Tüm Çağların Gizli Öretileri- Manly P. Hall.Mitra yayıncılık