KUR’AN’DAN ÇOK KUR’ANCI OLMAK
İlk dönemlerden itibaren siyasetin din üzerindeki sultası, Kur’ansız bir İslam yaratıp, yüz yıllar boyu Müslümanları fıtrata aykırı inanç ve uygulamalara mahkum etmiştir. Ümmet içerisinde diriliş hareketleri ancak yaşadığımız bu son asrın insanlara sağladığı özgür ortam içerisinde filizlenmeye başlayabilmiştir. Böylece Allah Rasulü ve onun arkadaşlarının yaşadıkları Kur’an merkezli dinin yeniden ihyası gündeme gelebilmiştir. Bundan önce de indirilmiş dini savunanlar olmuşsa da dönemin baskıcı yönetimleri altında bir varlık gösterememişlerdir.
Kur’an’a yönelmek ve uydurulmuş dinle mücadele etmek her Müslümanın üzerine düşen gerçek cihattır. Allah, bu mücadeleyi “büyük cihat” olarak nitelemektedir (25/52).
Ne var ki her alanda olduğu gibi bu alanda da istismarcılar türemiştir. Bunlar “Kur’an’a uymak” adı altında, Kur’an’ı kendi keyiflerine uydurma derdine düşmüşlerdir. Bu istismarcıların kustukları hezeyanlar, daha önceki sapkınların da bir adım ötesine geçmiştir. Öyle ki; “Namaz yoktur”, “Hac şirktir”, “Kurban ilkelliktir” ve benzeri pek çok dehşet verici iddialar “Kur’an böyle söylüyor” retoriğine sığınarak Allah’a iftira edilmektedir. Bu kimselerin, ayetleri tevil edip, bu hezeyanları ortaya atmalarında hiçbir dayanakları bulunmamaktadır. Tam tersine dayanak teşkil edecek unsurlara düşmanlık beslemek, bu kimselerin ayetleri heveslerine uydurma gayelerini gerçekleştirme yolunda temel bir politikadır.
Örneğin bu kimselere; “verdiğin anlam, ayetin Arapçasına aykırı, neye dayanıyorsun?” diye sorulduğunda, “Kur’an rabçadır, onu anlamak için Arapça bilgisi gerekmez” gibi saçma sapan şeyler gevelemektedirler.
İçlerinden bazıları da çarpıtmak kaidesiyle bazı Arapça sözlükleri delil getirebiliyorlar.
Örneğin bu taifenin önde gelen isimlerinden birisi, başörtüsünü inkar etmek adına “hımar” kelimesini tahrif için bir video yayınlamış ve bu kelimenin “başörtüsü” anlamına gelmediğine dair Lisanu’l Arap’tan delil getirmiştir. Bunu yaparken “hımar” maddesini değil, kelimenin fiil haliyle ilgili ibareyi göstererek aklı sıra cambazlık etmiştir. Oysaki aynı kaynakta, hem de bir kaç paragraf sonra “hımar” maddesi vardır ve orada bu sözcüğün anlamı şöyle verilmiştir: “الخمار: ما تغطي به المرأة رأسها” “Hımar; kadının başını örttüğü şeydir.” [Lisan’ul Arab, 4.cilt, s.257, 1990 Beyrut]
Ayetleri tevil, kelimelerin manalarını da tahrif ederken hiçbir dayanakları bulunmayan bu kimseler, bir kaynak ileri sürecekleri zaman da bunu çarpıtmaktadırlar. Bu gibi kimseler hakkında Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlardan bir takımı Kitaptan okur gibi dillerini eğip bükerler ki Kitap’tan sanasınız. Ama Kitaptan değildir. “O Allah katındandır” derler ama Allah katından değildir. Allah’a karşı bile bile yalan söylerler.” Al-i İmran 3/78
Özellikle, Namaz, Hac, Kurban, Oruç gibi ümmetin her daim uygulayıp yaşattığı hususları bozmak, hatta ortadan kaldırmak için “Kur’an bize yeter” söylemini ön plana çıkartıp, tarihi vesikaları ve insanların yaşayarak aktarımlarını Kur’an’ı anlama adına kesinlikle bir bilgi adresi olarak kabul etmemektedirler. Bu düşünceye göre bir ayeti anlamak için Kur’an dışında hiçbir adrese gitmeye gerek yoktur. Böylece ayetlere diledikleri manaları vermeleri mümkün olmaktadır.
Örneğin, “Maide 6. ayette, elleri ve yüzü yıkamaktan kasıt, şirkten ve günahlardan arınmaktır.” diyenlere, “bu ayetin Nebi a.s’dan bu yana yaşanıp uygulanışı ortada” diye karşı çıktığınızda “Kur’an bize yeter, sen başka kaynaklara bakıyorsun” diye köpürüyorlar. Siz, ayeti doğru anlama noktasında bir dayanak ileri sürerken, onlar tamamen keyiflerine göre çıkarımlar yaparak, bunu “Kur’an’a uymak” olarak lanse etmektedir.
Bizler, “Kur’an bize yetmez” demiyoruz. Kur’an doğruya ulaştıran bir rehber olarak Müslümanlara yeter. Kur’an bize bazen doğrudan bir bilgi sunarken, bazen de bizi bilgiyi edineceğimiz doğru adreslere yönlendirir. Rehberlik budur zaten. Kur’an sizi bir adrese yönlendiriyor, ancak siz, “ben Kur’an’dan başka yere bakmam” diyerek, ayete keyfinizce mana veriyorsanız. Kusura bakmayın, bu sahtekarlıktır.
Örneğin, Hac yapmak gücü yeten herkese farzdır. Allah Teâlâ da ” Hac ibadeti bilinen aylarda yapılır” (2/197) buyuruyor. Peki siz, bu ayların hangi aylar olduğunu bilmeden nasıl Hac yapacaksınız? Kur’an’da hiçbir ayette bu ayların isimleri verilmiyor. Çünkü Allah Teâlâ burada “bilinen” ifadesiyle bizi bir adrese yönlendiriyor. Bu da İbrahim a.s’dan bu yana Arap toplumunun yaşattığı uygulamadır. Kur’an’ın bizi gönderdiği bu adrese bakmadan, bu ayetin hangi aylardan bahsettiğini anlamak mümkün değildir.
Yine bu gruplar, ayetleri heva ve heveslerine uydurabilmek için “kuran herşeyi açıklamaktadır” anlamındaki ayetleri de istismar etmektedirler. “Herşeyi açıklamak” ifadesinin ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için Kur’an’daki benzer bir başka ibareye bakalım:
“Ben, onlara hükümdarlık eden, kendisine her şeyden verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadın gördüm.”Neml 27/23
Yukarıdaki ayette “Kendisine her şeyden verilmiş” ifadesi ne anlama gelmektedir? Sebe kraliçesinin yeryüzünde, hatta kainatta -çünkü herşey ifadesi tüm varlıklar alemini kapsar- sahip olmadığı hiçbir şey yok muydu? Söz sanatlarına aşina olan herkes bu ifadenin kinaye olduğunu anlar. Burada söylenmek istenen şudur; bir kraliçenin sahip olması gereken her şeye sahipti.
Kur’an’ın her şeyi açıklamasıyla ilgili ayetler de aynı şekilde kinaye içermektedir. Aksi halde bu ayetten yola çıkarak, Kur’an’ın kainattaki tüm bilgileri ihtiva ettiğini ileri sürmek icap eder ki bu, realiteye aykırıdır. Kur’an, açıklanması gerekli olan her şeyi açıklamıştır. Gerekli olmayan hususlarda, bu bilgileri edineceğimiz adresleri göstermiştir; hac ayları ile ilgili örnekte olduğu gibi.
Bunun en açık örneklerinden bir tanesi de namaz konusudur. Namaz kılmak, ilk inen emirlerin başında gelmektedir. Ancak namazı emreden ayetlerin yanında namazın kılınış şekilleri ve zamanları hakkında bir açıklama gelmemiştir. Örneğin şöyle bir ayet inmemiştir; “Namazı kılın, günde beş defa, şu şu vakitlerde, şu kadar rekatlarda, şöyle ruku yapın, şöyle secde edin”. Eleştirdiğimiz kafadaki adamların iddia ettiği gibi olsaydı, namazla ilgili ilk ayet böyle bir şey olmalıydı. Çünkü insanlara nasıl kılacaklarını bilmedikleri bir şeyi emretmenin manası yoktur. Ancak namazla ilgili inen ilk emir şöyledir; “O namazı kılın”. Sadece bu. Başka hiçbir açıklama yok. Buna rağmen Müslümanlar nübüvvetin ilk yıllarından itibaren namaz kıldılar. Çünkü Allah Teâlâ, onlardan zaten bildikleri bir şey istedi. Bilinen bir şeyi açıklaması gereksiz olduğu için de ekstra bir bilgi indirmedi. Ta ki hayırlısıyla nesihler gelene ve ehli kitabın ihtilaf yarattıkları hususlar açıklanana kadar.
Namazla ilgili hayırlısıyla nesihlerden bir tanesi kıbledir.
“(Ey Resul,) Yüzünün sık sık göğe çevrildiğini görüyoruz. Seni istediğin kıbleye elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin. Kendilerine kitap verilenler iyi bilirler ki bu, Rablerinden gelen gerçek hükümdür. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” Bakara 2/144
Bu ayetin indiği günden bu yana Müslümanların namazlarında Mescid-i haram istikametine yöneldiğini biliyoruz. Ehl-i kitap mensuplarından bazıları da ilk dönemlerde Müslümanlara şöyle sataşıyorlardı; “Bunları, yöneldikleri kıbleden çeviren nedir ki!”(2/142).
Soru şu; Müslümanların yöneldikleri o ilk kıble neresiydi?
Ayetleri tevil etmek ve kelimelerin anlamlarını tahrif etmek, kendi keyfi çıkarımlarını dayanak gibi göstermek için “kur’an herşeyi açıklamıştır” ayetini hunharca istismar edenler, davalarında samimi iseler buna cevap versinler.
Namazı kılma emri ilk indiği andan itibaren Müslümanlar hangi kıbleye dönmeleri gerektiklerini çok iyi biliyorlardı. Zaten bu konuda bir ihtilaf yoktu. Zira kıble olmadan namaz da olmaz. Böyle bir durumda Allah Teâlâ’nın ayrıca “kıble şurasıdır, buraya dönün” diye bir ayet indirmesi son derece gereksiz olurdu. Eğer Allah, gerekli gereksiz her şeyi yazdıracak olsaydı, Kur’an dünyanın hiçbir kütüphanesine sığmazdı.
Kur’an’a yönelişlerin ve Kur’an merkezli din anlayışının yeniden hakim olabilmesi yolunda en büyük engellerin başında bu Kur’an’dan çok Kur’ancılık yapan gruplar gelmektedir. “Kur’an okuyunca falanca gibi namaz düşmanı, başörtüsü düşmanı olacaksam…” şeklinde endişe duyanların sayısı hiç de az değil. Bu endişeyi anlayışla karşılamak gerekir çünkü sözüm ona Kur’ancılardan bir kısmı Kur’an’ın bazı ayetlerinin Allah’tan olmadığını, bu ayetlerin şeytan ayetleri olduklarını iddia edebilmektedirler. Söz konusu bu grupların Kur’anla hiçbir alakaları olmadıklarını anlatmak elzem bir iştir.
Bu yazı da bir nebze buna katkı sağlamak için kaleme alınmıştır.
Vedat Yılmaz’ın kaleme aldığı bu yazı, 25.10.2015 tarihinde Fıtrat Haber sitesinde yayımlanmıştır.