Meal ile Namaz Kılmak
Nafile namazlarda meal ile namaz kılmayı denediniz mi hiç? Hemen yadırgamayın bu soruyu. Türkçe ibadet olur mu diye söylenmeye de başlamayın. Önyargısız okumanızı temenni ettiğim bir yazı bu çünkü belki bir doğrunun kapısını çalıyordur ama eğer önyargıyla okumaya başlarsanız bu şansınız hiç yok. Ayrıca asıl amacım bana hak vermeniz de değil zaten, Kur’an’dan anladığım bir şeyi daha iyi anlamaya çalışıyorum sadece.
Fussilet suresi 2, 3 ve 4. ayetler şöyle:
Bu (Kitap) iyiliği sonsuz ve ikramı bol olan (Allah) tarafından indirilmiştir. Ayetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur’anlar /ayet kümeleri halinde ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olsun diye (açıklanmıştır). Fakat onların /insanların çoğu yüz çevirdi; artık dinlemezler. (Fussilet 41/ 2-4)
Konuya çok hakim olmayanlar için öncelikle kur’an kelimesinin özel isim olmadığı zamanlardaki anlamını yani ayet kümeleri anlamını açıklayayım. Kur’ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olup toplama ve birleştirme anlamındadır. Mastar olarak kullanıldığı gibi “bütünlük ve küme” anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın son kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada kur’ân (قُرْآنً) kelimesinin çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir ve “ayetlerden oluşan kümeler” anlamı taşır.
Bu bilgiden sonra yazıya niye bu ayetle başlamayı tecih ettiğimi açıklayayım: 4. ayetteki amacı vurgulamak için bu ayeti tercih ettim. Yani “Müjdeleyici ve uyarıcı olsun diye (açıklanmıştır).” kısmını vurgulamak için. Bir şeyin müjdeleyici ve uyarıcı olabilmesi için ne anlattığının anlaşılması gerekiyor diye düşünüyorum ben. Elbette burada Kur’an’ın ne anlattığının anlaşılması için “Bi zahmet Arapça öğreniverin!” diyenler de olacaktır ama onların bu talebinin herkes için mümkün olmadığını kendilerinin de bildiklerini, öğrenmek isteyenlerin zaten daha küçük yaşlardan başlayarak Arapça öğrendiklerini, belli bir yaşa kadar öğrenmemiş olanların ise Kur’an’ı sırf Arapça bilmiyorlar diye anlayarak okumaktan uzak tutulmalarının doğru olmadığını söyleyeceğim. Neyse konuyu dağıtmayayım. “Müjdeleyici ve uyarıcı olsun diye açıklanan bir kitap, anlamadan okunduğunda bu amaca ulaşılır mı?” diye sorarak yazıya devam edeyim. Ya da soruyu şöyle sorayım: Bilmediğiniz bir dildeki kitapta size müjde verildiğini ya da uyarı yapıldığını anlayabilir misiniz? Şahsen ben anlayamam. Bu sebeple o kitapta yazanların anlamını öğrenme ihtiyacı hissederim. Şimdi konu kutsal kitabımız Kur’an olunca neden aynı durum geçerli olmasın ki! Kur’an, eğer müjdeleyici ve uyarıcı bir kitapsa neyi müjdelediğini ve hangi konularda uyarılar yaptığını anlamak için onun anlamını bilmeye ihtiyacım olmaz mı? Olur elbette.
Yine aynı surenin 44. ayeti şöyle:
Bu kitabı, anlaşılması zor bir dilde ayet kümeleri yapsaydık kesinlikle şöyle derlerdi: “Ayetleri ayrıntılı olarak açıklansaydı ya! Anlaşılması zor bir dil mi yoksa (fasih) Arapça mı (olmalı)?” De ki: “O, inanıp güvenenler için bir rehber ve şifadır.” Ona inanmayanların (sanki) kulaklarında tıkaç var ve bu kitap onlara kapalıdır. Onlara (sanki) uzak bir yerden sesleniliyor (da anlayamıyorlar).” (Fussilet 41/44)
Arap olsun veya olmasın, açık ve düzgün konuşamayan kişiye Araplar “(الأعجم) el- a’cem” derler (Müfredat). Anlaşılması zor bir dil ile kastedilen iki şey olabilir. Birincisi Arapçanın ağızlarıdır. Her dilin bir fasih hali, bir de ağızları vardır. Mesela Türkçenin fasih hali İstanbul Türkçesidir. Yazı dili ve iletişim dili olarak İstanbul Türkçesi kullanılır. Bunun yanı sıra çeşitli bölgelerde konuşma dilleri yani ağızlar vardır: Karadeniz ağzı, Ege ağzı vb. Bu ağızlar fasih sayılmaz. A’cemi kelimesiyle kastedilen ikinci şey ise Arapçanın dışında kalan diğer dillerdir.
Bu ayetten anladığıma göre de Kur’an, ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmış ve fasih yani Arapça bilen herkesin anlayabileceği ortak yazı ve iletişim dili ile indirilmiştir. Peki Arapların dışında kalan diğer dilleri konuşan halklar için bu ne anlam ifade eder? Kur’an, bu halkaların kendi dillerinin fasih yani açık ve anlaşılır halinde onlara aktarılmalı değil midir? Ben bir Türk olarak Kur’an’ın Arapçasını okumayı çok sevmeme ve onu okumaktan çok sevap ummama rağmen anlamını kavrayamadığım müddetçe ona uyarak nasıl yaşayacağımı bilemem. Bu durumda Kur’an’ı okuyan biri mi sayılırım yoksa Kur’an metnini sadece seslendiren biri mi olmuş olurum, cevabı takdirinize bırakıyorum.
Bir de İbrahim suresi 4. ayet var:
Biz, her resulü ancak kendi halkının dili ile gönderdik ki (ayetleri) açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, (sapıklığı) tercih edeni sapık sayar, (doğru yolu) tercih edeni de yoluna kabul eder. O, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır. (İbrahim 14/4)
Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, Kur’an’dır.
Peki bu resulün yani Kur’an’ın bu ayete göre bize kendi halkımızın diliyle hitap etmesi gerekmiyor mu? Bu soru da burada dursun, üzerinde biraz düşünün. Siz düşünedururken ben buraya Taha suresi 14. ayeti de alıntılayayım:
Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve beni zikir için namazı düzgün ve sürekli kıl! (Ta Ha 20/14)
Zikir kelimesi üzerinde de biraz durmak istiyorum. Bu kelimeye Türkçemizde maalesef “anlamını bilmeden bazı sözcükleri tekrarlama” anlamı yüklenmiş. Oysa bu anlam zikir sözcüğünün Arapçadaki anlamıyla asla bağdaşmıyor. Mesela önemli sözlüklerden biri olan Müfredât’ta “zikir” kelimesine verilen anlam şöyle: “Zikir; bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir.” Müfredât’taki bu anlam bize zikrettiğimiz şeyin anlamını bilmemiz gerektiğini gösteriyor, kısaca anlamını bilmeden tekrarladığımız kelimelere zikir demek mümkün değil. Bir de ayette vurgulanan “Allah’ı zikir için namazı düzgün ve sürekli kıl” ifadesi var. Bu ifadeyi de iki parça halinde anlayabiliyorum ben ancak. Birincisi “Allah’ı zikir için” kısmı. “Allah’ı zikir nasıl olmalı ya da nasıl olur?” sorusunun cevabını düşününce klasik zikir tanımında olduğu gibi sadece defaatle “Allah, Allah, Allah…” demek olmaması lazım. Zikir kelimesinin Arapçadaki anlamına göre düşünürsem Allah’ı zikretmek “onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmek” olmalı. Çünkü doğru bilginin kaynağının Allah’ın ayetleri olduğuna iman ediyorum ben. Bu ayetlerin, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlü olduğunu da biliyorum. Tefekkür edince her birinden elde edilen doğru bilginin zikir olduğunu da anlıyorum. Ra’d 13/28. Ayetten insanı, sadece bu bilgilerin tatmin edeceğini de öğreniyorum. Bu durumda “Allah’ı zikretmek için” ifadesindeki ayetlerle indirilen ayetlerin kastedildiğini ve zikir eylemini yapabilmem için okuduğumu ve söylediğimi anlıyor olmam gerektiğini de düşünüyorum.
Ayetteki “…namazı düzgün ve sürekli kıl” kısmına gelince ise şunları düşünüyorum: Allah, “kendisini zikretmem için namazı düzgün ve sürekli kılmamı” istiyorsa bunu anlamadığım bir dilde ne kadar sağlayabilirim? Belki bana felsefe yapıyorsun diyeceksiniz ama Allah’ın bana verdiği akıl ve anlayarak okumaya çalıştığım ayetler benim böyle düşünmemi sağlıyor. İsterseniz adına felsefe yapmak deyin, isterseniz tefekkür etmek, benim bu soruya verdiğim cevap “Anlamadığım bir dilde Allah’ı zikretmem yani onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate alıp akıldan çıkarmamam ve onların üzerine düşünmem mümkün değil.” şeklinde. İşte konu burada “İbadetimi Türkçe yapabilir miyim?” sorusuna bağlanıyor. Ya da başka şekilde söyleyeyim: “Namazımı okumam gereken surelerin, duaların anlamlarını okuyarak kılabilir miyim?”
Bu soruya cevap ararken de iki cevap verebiliyorum. Birincisi “Meal, Kur’an değildir. Kur’an, dünyanın her yerinde aynıdır ve Kur’an dilini az da olsa öğrenmek hepimiz için gereklidir. Bu nedenle elimizden geldiği kadar Kur’an dilini öğrenip namazda okuduklarımızın anlamlarını aklımızdan geçirerek namazlarımızı kılmalıyız.” şeklinde. Bu, senelerdir yapmayı tercih ettiğim bir metod aynı zamanda. Faydasını görmediğimi de söyleyemem. Namazda okuduklarımın anlamını düşünerek namaz kılmaya çalışmam beni namazda dünya işleri ile ilgili düşüncelere dalmaktan alıkoyuyor en azından ama şöyle bir handikapı oldu bunun benim için: Namazda anlamını ezberlediğim zammı sureleri okuyup diğerleri ile namaz kılmamaya başladım. Oysa mesela Bakara suresi ile namaz kılmak istedim uzun süre. Surenin tamamını ezberleyemediğim için mümkün olmadı elbette.
İkincisi ise “Namazda elime bir meal alıp sureleri kendi dilimde okuyabilirim” şeklinde. Bunu ancak 2022 Ramazanında teravih namazı kılarken tecrübe etmeye cesaret edebildim. Uzun süredir çok istediğim Bakara suresinin mealini okuyarak namaz kılmayı denedim. Sonra Al-i İmran suresinin mealini okuyarak bir namaz daha kıldım. “Namazım oldu mu şimdi?” diye hiç tereddüt etmedim biliyor musunuz, hatta huşu ile namaz kıldım. Okuduğum ayetlerin bir kısmı daha önce onları defaatle okumuş olmama rağmen sanki ilk kez okuyormuşum hissini uyandırdı içimde. Bir ayeti iki üç kez dönüp tekrar tekrar okuduğum oldu. Namazımı bitirince aklıma takılan bazı şeylere bakmak için kitap bile karıştırdım. Kısaca sureleri anladığım dil olan Türkçe mealleriyle okuyunca kendimi “Allah’ı zikretmek için” amacına daha yakın hissettiğimi söyleyebilirim.
Tabi burada şunu da söylemeden geçmek istemiyorum: Bu tecrübe beni bağlar. Kimseye “Namazınızı Türkçe kılın!” demek değil amacım. Ancak namazın aynı zamanda bir Kur’an eğitimi olduğuna inandığım için ben bunu denedim ve faydalı buldum ve paylaşmak istedim. En azından nafile namazlarımda sureleri anladığım dilde yani Türkçe mealiyle okumayı tercih edeceğim artık. Biliyorum ki her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Allah, ben ve benim gibi düşünenleri rızasından ayırmasın. Amin.
Özlem ATA