PROBLEMLERİ DUYARGALARLA TEŞHİS ETMEK

Eğitim görmek maksadıyla Mısır’da bulunduğum vakit (1940’lı yılların ikinci yarısında Ezher Üniversitesi’nde) âmâ bir arkadaşımız vardı. Oksijen lehimi yapan bir demirci dükkanının önünden geçerken; “Gözlerimi kamaştıran bu şey de nedir?” diye sormuştu. Sanki tamamen kör değil gibiydi. Bu yoğun ışık onun (görmeyen) gözleri üzerinde çok az da olsa etkili olmuştu. Aynı şekilde ben de bazı konuları araştırırken gözlerime bir şeyler batırıyor da kamaşıyormuş gibi hissediyorum. Zaman zaman kendimi duyargalarıyla çevresini keşfeden küçük canlılara benzetiyorum.

Batılı bazı filozoflar da -sadece Batı kültürüne değil tüm dünya kültürlerine kökten aykırı olsa da ‘eziyete sabretme, başkalarına güzel davranma ve başkalarını kendisine tercih etme’ esasına dayanan- nebevi düşüncenin değeri konusunda aynen bu şekilde davranmakta, bu hakikati keşfetmeye çalışırken gözleri kamaşmaktadır. Yine de onu başarısız olmaya mahkûm bir düşünce olarak nitelemektedirler. Bu görüşü benimseyenleri de fikirlerinin kurbanı olarak görmektedirler. Nitekim Âdem’in oğlu (Hâbil) öldürüldü, Sokrat’a zehir içirildi… Mesih, Gandi ve diğerleri (farklı biçimlerde) öldürüldü…

Ancak, dikkatlerinden kaçan bir şey var: Nebilerin ektiği ve ıslah ehlinin özenle koruduğu tohum büyümeye başlamıştır. Tarih bu gelişmeyle yakından ilgilenmektedir. Bilim, nebevi düşüncenin değerini duyargalarıyla algılamaya başlamıştır. Zira sinir sistemi anlamaya ve yararına uygun kullanıma elverişlidir. Yanılsa bile düzeltilebilir. Yanlış yaptı diye (insanın sinir sistemini) kesip parçalamaya ya da kanını dökmeye hiç lüzum yoktur.

Duyargaları kullanma ihtiyacı, kısmen, -düşünmeyi engelleyen, nelerin düşünülebileceği ve nelerin düşünülemeyeceği, nelerin ise düşünülmesinin imkânsız olduğu konusunda sınırlar koyan- sosyal kaideler marifetiyle zihinlere vurulmuş prangalardan kaynaklanmaktadır.

Bu durumda sorulabilecek soru şudur: Beynini kullanarak düşünmeyi başarmak suretiyle insanın (şanına yaraşır bir hayat) yaşamasına nasıl yardımcı olabiliriz? Aynen yiyecekleri midesiyle hazmetmesi ve ciğerleriyle havayı soluması gibi (beynini de kullanabilmesi için)…

İnsan (başkasına ihtiyaç duymadan) yalnız başına nefes alabilir. Ancak gıda meselesi farklıdır. İnsanın gıdaları doğrudan yemeyi öğrenmeden önce annesinin göğsünden beslenmesinin zaruri olduğu en az bir ya da iki yıllık bir aşama olmak zorundadır. Peki beynin durumu nedir? Fikir gıdalarını alabilecek duruma gelmesi için onu nasıl hazırlayabiliriz? Beyni babalar/ atalar dünyasının dışına nasıl çıkartabiliriz?

İnsanı sütten kesmek insani problemdir. Bir bebek -vücudu gıdaları doğrudan alabilecek şekilde pekişene dek- annesinin sütünden kesilmez. Ancak daha büyük yaşta bir insanın (beslenmek için) annesinin göğsüne güvenmeye devam etmesi kabul edilemez. Bu doğal olmadığı gibi sağlıksızdır da. Aynı şekilde insanın düşüncesi de doğru bilgiye sahip olana kadar fikren sütten kesilmez. Ancak, (büyüdükten sonra da) baba/ata düşüncesine dayanmaya devam etmesi kabul edilebilir değildir. Bu normal ve sağlıklı bir durum da değildir.

Çocuk dünyaya sorularla dolu halde gelmektedir… Dünyayı anlamak ister ve her şeyi sorar… Bu dünyaya nasıl geldi, bu hale gelene kadar hangi aşamalardan geçti? Doğmadan önce neredeydi? Çocuk bizi bu tür sorulara boğar. Yeterli düzeyde açıklayamadığımızda ise bazen onu baştan savar bazen de ona yalan söyleriz! Çocuk öğrenme melekesiyle dopdoludur. Ancak bu coşkuyu yavaş yavaş yitirir. İnsanlık da aynen çocuk gibidir: Bu evrendeki varlığının kökenini keşfetmede çok zorlanır. Bu yüzden bazı insanlar kökenlerini sorgulamaktan bile kaçarlar. Sorgulayacak olurlarsa da, onların karşısına çıkıp doyurucu açıklama yapma kudretine sahip değiliz.

Geçmişte insanlar, yaratılışları ve gelişimleri hakkında kayda değer bir bilgiye sahip değildi. Bu sebeple hayatın donuk (statik) olduğu zehabına kapılmakta mazurdurlar. Ancak içinde yaşadığımız çağ bize Allah’ın -gerek sebepleri gerekse çözüm yolları açısından problemlere bakış açımızı yenilememizi sağlayacak- âfâk ve enfüs (dış dünya/ kâinat ve iç dünya/benlik) âyetlerinden (mucizevi göstergelerinden) bir kısmını göstermiştir.

Problemlerimiz gerçekten çoktur. Ancak kanaatimce en büyük problemimiz hayatın hareketini (dinamizmini) dondurmak ve bu donukluğu bireylerin akıllarına kazımaktır. Böylece, babalarımızdan miras kalanlar dışında alternatif seçenekler ve farklı çözüm yolları bulunmadığına dair genel bir kanı oluşmasıdır.

Bu konunun büyük bir ciddiyet ve derinlikle araştırılması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Önümüzdeki haftanın makalesinde de bu konuya devam edeceğiz, inşâAllah.

Cevdet SAİD’in kaleme aldığı bu yazı, www.dirilispostasi.com sitesinde 17.02.2019 tarihinde yayımlanmıştır.

Arapçadan tercüme eden: Fethi Güngör