RUH, ALLAH’TAN GELEN BİLGİ VE BİLGİYİ DEĞERLENDİRME YETENEĞİ

Kur’an’da ruh kelimesi, iki anlamda kullanılır. Birincisi Allah’tan gelen bilgi, ikincisi de insanlar ile cinlere yüklenen ve onların, ulaşabildikleri bilgileri değerlendirmelerini ve imtihan edilebilir hale gelmelerini sağlayan yetenektir.

Allah, kendi bilgisinden meleklere, nebîlere, canlı-cansız bütün varlıklara, tercih ettiği kadar verir ve onlara görevler yükler. Şu âyette ruh, Allah’tan gelen bilgi anlamındadır:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً . 

Sana Ruh’u soruyorlar. De ki “Ruh, Rabbimin işidir.” O bilgiden size verilen pek azdır.(İsrâ 17/85)

Allah’ın bilgisi, hayallerin ötesinde bir büyüklüğe sahiptir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا .

De ki “Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsaydı, bir o kadarını daha ona katsaydık, Rabbimin sözleri tükenmeden deniz tükenirdi.”(Kehf 18/109)

وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ .

Yeryüzündeki ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa ve sonra yedi deniz daha eklense yine de Allah’ın sözleri bitmez. Allah güçlüdür, doğru kararlar verir.(Lokmân 31/27)

Allah’ın bilgisinden insanlara verilen, onların ihtiyaçları kadardır. İlgili âyet şöyledir:

لَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

Size bir Kitap indirdik; ihtiyacınız olan bilgiler ondadır. Aklınızı kullanmayacak mısınız? (Enbiyâ 21/10)

ihtiyaç duyulan bilgiler” diye anlam verdiğimiz zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen ve akıldan çıkarılmaması gereken doğru bilgi demektir[1]. İlahi kitaplardaki bilgi, bu bilgi olduğu için hepsinin ortak adı Zikir’dir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم مُّعْرِضُونَ .

Allah’tan önce birtakım ilahlara mı tutundular? De ki “Delilinizi getirin. Benimle birlikte olanların zikri/ihtiyaçları olan bilgi kaynağı budur. Bu, benden öncekilerin de zikridir.” Onların çoğu bu gerçeği bilmez de onun için yüz çevirirler.(Enbiya 21/24)

Allah’ın insanlara ve cinlere yüklediği ruh ise onların vücutlarına girip çıkabilen ikinci vücut gibidir. Bu onları, bütün varlıklardan farklı hale getirir. O ruhun insana yüklenmesi, vücut yapısının tamamlanmasından sonradır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ. ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ. ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ.

Yarattığı her şeyi güzel yapan ve o insanı (Âdem’i) yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. Sonra soyunu bir özden; zayıf bir sudan (döllenmiş yumurtadan) yaratmıştır. Sonra (organlarını tamamlayıp) dengesini kurmuş, ruhundan üflemiş ve size dinleme, basiret ve gönüller vermiştir. Görevinizi ne kadar az yapıyorsunuz!(Secde 32/7-9)

Ruh kişiye, elde ettiği bilgileri değerlendirme, yeni bilgilere ulaşma ve hayat tarzını değiştirebilme özelliği kazandırdığı için onu imtihan edilebilir varlık haline getirir.

Bu girişten sonra ruh için şöyle bir tarif yapılabilir:

“Ruh, Allah’tan gelen bilgi veya elde edilen bilgileri kavrayıp değerlendirmeye ve hayat tarzını değiştirmeye imkân veren yetenektir.”

Arapçada ruh الرُّوحُ; genişlik, rahatlık ve düzen anlamına gelen رَوْحُ = ravh kökündendir[2]. Allah’tan gelen bilgide ve o bilgiyi doğru değerlendiren kişilerde bu özelliklerin hepsi bulunduğu için bu tanım ruhun kök anlamıyla da uyuşur.

Bu yazıda, Allah’tan gelen bilgi anlamındaki ruh ile insanlara ve cinlere yüklenen yetenek anlamındaki ruh, iki ayrı başlık altında incelenecektir.

I- ALLAH’TAN GELEN BİLGİ/RUH

Allah’tan gelen bilgileri içeren kitaplara ve onları getiren Cebrâîl’e ruh denmiştir. Kadir Gecesinde meleklere verilen görevler de Allah’ın emirlerini içeren ruhlardır.

Aşağıda görüleceği gibi Allah göklere, yere, canlı–cansız bütün varlıklara bilgi yüklemiştir. Bir de Allah’ın, gayretli ve dürüst kişileri desteklediği ruh vardır.

A- ALLAH’IN NEBÎLERİNE İNDİRDİĞİ RUH

Allah’ın indirdiği kitapların tamamı, O’ndan gelen bilgileri içerir. Allah’ın kitap vermediği bir tek nebî yoktur. Bunu bildiren âyetlerden biri şöyledir:

قُولُوٓا۟ ءَامَنَّا بِٱللَّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَآ أُنزِلَ إِلَىٰٓ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَٰعِيلَ وَإِسْحَٰقَ وَيَعْقُوبَ وَٱلْأَسْبَاطِ وَمَآ أُوتِىَ مُوسَىٰ وَعِيسَىٰ وَمَآ أُوتِىَ ٱلنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُۥ مُسْلِمُونَ

Siz şöyle söyleyin: “Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilene, Rableri (Sahipleri) tarafından Nebîlere ne verilmişse hepsine inandık. Hiçbirini diğerinden ayırmayız. Biz Allah’a teslim olmuş kimseleriz.(Bakara 2/136)

Bu kitapların, Allah’tan gelen bilgi anlamında birer ruh olduklarını bildiren âyetlerden bir kısmı şöyledir:

يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ

Melekleri, kendi emri olan ruh ile kullarından seçtiği kişiye indirir ve der ki: İnsanları uyarın; Ben’den başka ilah yoktur, Ben’den çekinerek kendinizi koruyun (müttaki olun).(Nahl 16/2)

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا مَا كُنْتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ . صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ

İşte sana da bu yolla, emrimiz olan ruhu (Kur’an’ı) vahyettik. Yoksa sen bu Kitab’ı ve (onda anlatılan) imanı bilmezdin. Ama onu bir nur (aydınlatıcı kitap) yaptık, düzenimize uyduğunu gördüğümüz kullarımıza onunla yol gösteririz. Sen elbette doğru yolu gösterirsin. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi kendinin olan Allah’ın yolunu. Bilin ki bütün işler, Allah’a ulaşır.(Şûrâ 42/52-53)

B- CEBRÂÎL ALEYHİSSELAM

Allah’tan aldığı bilgileri, O’nun nebîlerine ulaştırmakla görevli olan Cebrâîl’e, güvenilir ruh = er-Ruh’ul-emîn denmiştir. İlgili âyetlerin biri şöyledir:

وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ . نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ .

O Kur’ân, elbette varlıkların Sahibi tarafından indirilmiştir. Onu, güvenilir Ruh/er-Ruh’ul-emîn indirmiştir.(Şuarâ/192-193)

Cebrâîl aleyhisselam cinlerden yani imtihana tabi varlıklardan olduğu için o da bizim gibi ruh taşır. Allah’tan gelen bilgileri içeren kitapları, Allah’ın nebîlerine getiren elçi olması sebebiyle ona güvenilir ruh denmiş olabileceği gibi imtihanı başarıyla vermesi ve ruhunu kirletmemiş olması sebebiyle de ruh’ul-emin denmiş olabilir.

Melekler, Allah tarafından görevlendirilmiş cinlerdir. Bunu gösteren ayetlerden biri şudur:

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا .

Bir gün meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ dedik. İblis’in dışında hepsi secde ettiler. O da o cinlerden idi ama Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi onu ve soyunu, en yakınlarınız (velileriniz) olarak sizinle benim arama mı koyuyorsunuz? Hâlbuki o size düşmandır. Yanlışlar içinde olanların ne kötü tercihidir bu!(Kehf 18/50)

Âyette geçen: Hâlbuki o da o cinlerden idi ama Rabbinin emrinden çıktı. Sözünü doğru anlamak için: “Rabbinin emrinden çıkmayan cinler hangileriydi?” diye sormak gerekir. Bunun tek cevabı “melekler”dir. Emirden çıkan melek de İblis’tir. İblis, melek olmasaydı secdeden sorumlu tutulamazdı. Çünkü secde emri, meleklere verilmişti. Secde etmemesinin sebebi kendini büyük görüp direnmesiydi. (Bkz. Bakara 2/34) Bu suçu, Cebrâîl aleyhisselam da işlese aynı cezaya çarptırılır. İlgili âyetler şöyledir:

لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَيَزيدُهُم مِّن فَضْلِهِ وَأَمَّا الَّذِينَ اسْتَنكَفُواْ وَاسْتَكْبَرُواْ فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا أَلُيمًا وَلاَ يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا .

Mesih, Allah’a kul olmaktan kaçınmaz. Mukarreb (Allah’a yakın konumdaki) melekler de öyledir. Kim büyüklenerek O’na kulluktan kaçınırsa (bilsin ki) Allah, onların hepsini huzuruna toplayacaktır. İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara hem ücretlerini tastamam verecek hem de ikramda bulunacaktır. Büyüklenerek kulluktan kaçınanları da acıklı bir azaba çarptıracaktır. Onlar, kendileri için Allah ile aralarına girecek ne bir dost (veli) ne de yardımcı bulacaklardır.(Nisâ 4/172-173)

Cebrâîl aleyhisselam Ruh’ül-kudüs diye de tanımlanır. İlgili ayetlerden biri şöyledir:

قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ .وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَـذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ.

De ki “Onu, Ruh’ül-kudüs Rabbinden bir gerçek olarak indirdi ki inanıp güvenenleri sağlamlaştırsın, doğru yolu göstersin ve tam teslim olanlara bir müjde olsun.(Nahl 16/102)

Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biri el-Kuddûs’dur. Tertemiz, pak, her türlü noksanlıktan uzak demektir[3]. El-Kudüs de aynı anlamdadır[4]. O zaman “Ruh’ül-kudüs = el-Kudüs’ün ruhu, Allah’tan gelen bilgi diye tercüme edilebilir.

Şu âyette de Cebrâîl için “ruhumuz= روحنا” ifadesi kullanılır.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا . فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا . قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَنِ مِنْكَ إِنْ كُنْتَ تَقِيًّا. قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا ,قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا . قَالَ كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَّقْضِيًّا

Bu Kitap’ta Meryem’in hikâyesini de anlat. Bir gün ailesinden ayrılmış, doğu tarafında bir yere çekilmişti. Böylece onlarla kendi arasında bir engel oluşturmuştu. Derken ruhumuzu(Cebrâil’i) gönderdik, ona düzgün bir insan gibi göründü. Meryem dedi ki “Senden Rahman’a sığınırım, eğer namuslu biri isen”

Dedi ki: “Ben sadece Rabbinin elçisiyim; sana gelişkin bir oğul vermek için geldim.”

Meryem dedi ki: “Benim nereden oğlum olacak; bana erkek eli değmedi. Yoldan çıkmış biri de değilim.”

“Öyle olacak!” dedi. Rabbin dedi ki: ‘O, bana kolaydır, onu insanlar için bir belge (ayet) ve katımızdan sana bir ikram kılacağız’. Bu, kararı verilmiş bir iştir.” (Meryem 19/16-21)

Bu durumda Ruh’ül-kudüs, Allah’ın bilgisini getiren melek olur. İsa aleyhisselamın beşikte iken konuşmasını sağlayan, ona Kitab’ı, hikmeti yani Tevrat’ı ve İncil’i öğreten ve onu daima destekleyen de Cebrâil’in getirdiği o bilgidir.

إِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ

Bir gün Allah, şöyle diyecektir: “Meryem oğlu İsa! Sana ve annene yaptığım iyilikleri hatırla! Hani seni Ruh’ül-Kudüs ile destekliyordum; beşikteyken de yetişkinken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitabı ve Hikmeti yani Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim.(Mâide 5/110)

Allah bir insanla, vahiy (ilham) veya perde arkasından yahut bir elçi gönderme dışında bir yolla konuşmadığı için[5]burada İsa aleyhisselamı konuşturan, Tevrat’ı, İncil’i, kitabı ve hikmeti öğreten Ruh’ül-Kudüs’ten yani Cebrâil’den başkası olamaz

Cebrâil, Muhammed aleyhisselam’ın da öğretmenidir. İlgili âyetler şöyledir:

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى. مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى. وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى. إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى. عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى.

Alçalıp yükseldiğinde o yıldız (kutup yıldızı) hakkı için, arkadaşınız yoldan çıkmamış ve haddini de aşmamıştır. O, söylediğini kendi arzusuna göre söylemiyor. O, kendine gelen vahiyden başkası değildir. Bunu ona, gücü sağlam olan (Cebrâil) öğretiyor.(Necm 53/1-5)

C- KADİR GECESİNDE MELEKLERE VERİLEN RUH

Allah Teâlâ Kadr suresinde şöyle buyurur:

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ. وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ. لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ. تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ. سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ

Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesinde indirdik! Kadir Gecesi nedir, sen nereden bileceksin? Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır! O gece melekler, Rablerinin izniyle, her konudaki ruhlarla (birlikte) inerler. O gece, tanyeri ağarıncaya kadar güvenlik ve esenlik gecesidir.(Kadr 97/1-5)

Şu âyetler, o gece melekler arasında görev paylaşımı yapıldığını anlatmaktadır:

حم . وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ. إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ. فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ. أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ. رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Hâ, Mîm. Her şeyi açıklayan Kitap hakkı için, biz onu (Kur’an’ı) mübarek bir gecede indirdik, biz uyarılar yaparız. Karara bağlanmış her iş o gece dağıtılır. Katımızdan belirlenmiş işe göre elçiler (melekler) göndeririz. O, Rabbinin bir ikramı olur. O dinler ve bilir.(Duhân 44/1-6)

Kadir Gecesinde meleklere verilen emrin ruhla ilgisini şu âyet ortaya koymaktadır:

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا

İşte sana da bu yolla, emrimiz olan ruhu (Kur’an’ı) vahyettik.(Şûrâ 42/52)

Cebrâil, Kadir Gecesinde inen meleklerden sadece bir tanesidir. Her bir meleğin elinde, bir dahaki Kadir Gecesine kadar yapacağı işleri gösteren emirler vardır.

Melekler, nebî olmayanlara da inerler. Konuyla ilgili âyetlerden biri şudur:

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ

Bütün katların üstünde olan, hâkimiyeti elinde tutan Allah, insanlara yüzleşme günü uyarısı yapmak için emrinden olan o ruhu/o bilgiyi kullarından düzenine uyanın içine doğurur.(Mü’min 40/15)

O ruh ile kişi güçlenir ve her konuda Allah’tan yana tavır koymaya başlar. Bütün bu âyetlerden anlaşıldığına göre emir kelimesiyle birlikte zikredilen ruh o emrin içeriğidir. Kadir Gecesinde indirilen emirlerden birinin içeriği de Kur’ân âyetleri olduğuna göre Kadr suresinin 4. âyetinin meali şöyle olur:

تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ  وَ (معهم) الرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ

O gece melekler, yanlarındaki o ruh/o bilgi ve Rablerinin izniyle her iş için inerler.

D- DOĞRU YOLDA OLANLARA DESTEK OLARAK VERİLEN RUH

Allah Teâlâ, kendi yolunda her türlü zorluğa göğüs gerenlere yardım sözü vermiştir:

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ

Uğrumuzda mücadele (cihad) edenlere, elbette yollarımızı gösteririz. Allah elbette güzel davrananlarla beraberdir.(Ankebût 29/69)

Allah Teâlâ’nın, Musa aleyhisselamın annesine yardımı bu kapsamdadır. İlgili âyetler şöyledir:

وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ . فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ . وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِّي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ . وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِن كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَن رَّبَطْنَا عَلَى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِين. وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ . وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُون

(Firavun yeni doğan çocukları öldürdüğü için) Musa’nın annesine şunu vahyettik: “Onu emzir, ona bir şey olacağından korkunca nehre (Nil’e) bırak. Korkma ve üzülme; biz onu sana geri verecek ve elçilerden biri yapacağız.”

(Anası nehre bırakınca) Firavun ailesi onu bulup aldı ki kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olsun. Çünkü Firavun, Haman ve ikisinin de çevresi suç işleyip duruyorlardı.

Firavun’un karısı dedi ki “Bu benim ve senin göz bebeğimiz olabilir. Öldürmeyin belki işimize yarar, belki de evlat ediniriz.” Onlar, işin esasını anlayamıyorlardı.

Musa’nın anası, gönlü bomboş bir şekilde sabahladı. Bize inanıp güvenenlerden olsun diye kalbini sağlamlaştırmasaydık gerçekten neredeyse her şeyi açığa vuracaktı.

(Musa’nın) Kız kardeşine “Onu takip et” dedi. Kardeşi onu bir kenardan izledi ama onlar fark edemiyorlardı. Önceden ona, sütanalarını kabul etmeyecek bir özellik vermiştik. Kız kardeşi dedi ki “Sizin için onun bakımını üstlenecek bir aile gösterebilir miyim? Onlar, ona iyi bakarlar.”(Kasas 28/7-12)

Allah bir insanla, vahiy (ilham) veya perde arkasından yahut bir elçi gönderme dışında bir yolla konuşmadığı için (Şûrâ 42/51) burada Musa’nın annesi ile konuşan, Allah’ın görevlendirdiği bir melekten başkası olamaz.

Allah, bu şekilde birçok insanı destekler. Bunların özelliklerini açıklayan âyet şudur:

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُولَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ.

Allah’a ve Ahiret Gününe inanıp güvenen bir topluluğun, Allah’a ve elçisine sınır koyanlarla karşılıklı sevgi bağı içinde olduklarını göremezsin. İsterse onlar bunların babaları, oğulları, kardeşleri veya içinde yaşadığı toplum olsun. Allah’ın kalplerine imanı yerleştirdiği, kendinden bir ruh(bir bilgi) ile desteklediği ve içinden ırmaklar akan bahçelere, hiç ölmemek üzere koyacağı kimseler onlardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır. Onlar, Allah’tan yanadırlar. Dikkatli olun; umduklarına kavuşanlar Allah’tan yana olanlardır.(Mücadele 58/22)

Nebîmiz ile ilgili bir ayet şöyledir:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Allah ve melekleri bu nebîye destek[6]olurlar. Ey inanıp güvenenler, ona siz de destek olun ve samimi davranın.(Ahzab 33/56)

Müminlerle ilgili olarak da şöyle buyrulmuştur:

هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا

Karanlıklardan aydınlığa çıkasınız diye Allah ve melekleri size destek vermektedir. O, inanıp güvenenlere ikramda bulunur.(Ahzab 33/43)

Müslümanlar Bedir ve Uhud savaşlarında destek görmüşlerdi. İlgili ayetler şöyledir:

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ . إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَنْ يَكْفِيَكُمْ أَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلَاثَةِ آلَافٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُنْزَلِينَ . بَلَى إِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هَذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ آلَافٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُسَوِّمِينَ . وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

Siz çaresiz bir duruma düşmüşken Allah, Bedir’de size yardım etti. Öyleyse (düşmandan değil) Allah’tan korkun ki O’na karşı görevlerinizi yerine getiresiniz.

O gün, müminlere şöyle diyordun: “İnen üç bin melekle Allah’ın size yardım etmesi yetmez mi?”

Yeter tabii. Ama koruma tedbirlerinizi alarak sabırlı davranırsanız, onlar da bu hırsla üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, arkanızdan ayrılmayan beş bin melekle destek verir.

Allah bu desteği, sadece bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye verir. Zaferi, üstün olan ve bütün kararları doğru olan Allah’tan başkası veremez.(Âl-i İmrân 3/123-126)

E- GÖKLERE VE YERE VERİLEN EMİR

Allah Teâlâ gökleri, yeri, bitkileri ve canlıları, kendi bilgisiyle yarattığı için onların her biri birer âyet, Allah’ın kitaplarının O’na ait olduğunun belgesidir. Bir âyet şöyledir:

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ

Onlara, çevrelerinde ve kendilerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, sonunda onun (Kur’ân’ın) tümüyle doğru olduğu, onlar açısından ortaya çıkacaktır.(Fussilet 41/53)

Allah önce yeri sonra gökleri yaratmış ve şöyle buyurmuştur:

 ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ  .

Sonra duman halindeki göğe yönelmiş, göğe ve yere: “İsteyerek veya istemeyerek emrime girin!” demişti; ikisi de “İsteyerek emrine girdik” diye cevap vermişlerdi.(Fussilet 41/11)

Göklerin ve yerin emre uyması

Nuh tufanında göklere ve yere şöyle bir emir verilmişti:

وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ .

Ey yer! Suyunu yut! Ey gök sen de suyunu tut!” dendi. Sular çekildi, iş tamamlandı, gemi Cudi’nin üstüne oturdu ve şöyle denildi: “Yanlışlar içindeki topluluklar uzak olsun!(Hûd 11/44)

Göklerin ve yerin üzülmesi

Gökler ve yer, insanların yanlış davranışlarından etkilenirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا . لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا . تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنشَقُّ الْأَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَدًّا . أَن دَعَوْا لِلرَّحْمَنِ وَلَدًا .

“Rahman çocuk edindi” dediler. Gerçekten çok çirkin bir söz söylediler. Bundan dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar çökecekti. Bunlar sırf  “Rahman’ın çocuğu var” dedikleri için olacaktı..”  (Meryem 19/88–91)

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ

(Firavun’a ve ordusuna) ne gök ağladı ne de yer. Onlara yeni bir fırsat da verilmedi.(Duhân 44/29)

Dağlarda ve taşlarda Allah korkusu

Göklere ve yere verilen bilgi, onların gücü kadardır. Kur’an’daki bilgi onların gücünü aşar. Bunu şu âyetten anlıyoruz:

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ .

Bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik Allah korkusundan baş eğip parça parça olduğunu görürdün. Bunlar insanlar için oluşturduğumuz örneklerdir; belki düşünürler.(Haşr 59/21)

وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ ٱللَّهِ

(Taş vardır) gerçekten Allah korkusundan aşağı yuvarlanır.(Bakara 2/74)

Ateşe verilen emir

İbrahim aleyhisselam ateşe atılınca Allah Teâlâ şöyle demişti:

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ

Ey Ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol.(Enbiyâ 21/69)

Bu emir üzerine ateş İbrahim’i yakmamıştı.

Bu ayetler, göklere ve yere verilen bilginin, görevlerini yerine getirebilecekleri kadar olduğunu, Kur’an’daki bilgilerin, onların kapasitesini aştığını göstermektedir.

F- CANLILARA VERİLEN RUH

Allah Teâlâ, canlı varlıklara da bilgi yüklemiştir. Bir âyet şöyledir:

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ.

Rabbin arıya şu bilgiyi yüklemiştir: “Dağlarda, ağaçlarda ve yapılan (insanlar tarafından yapılan[7]) kovanlarda kendine evler edin.”(Nahl 16/68)

İnsanı diğer canlılardan ayıran temel varlığın akıl olduğu söylenir[8].Hâlbuki aşağıdaki âyetlerde kuşların ve karıncaların, akıllarını kullanarak yaptıkları konuşmalara ve değerlendirmelere yer verilmektedir:

وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ. حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِ النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ. فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ. وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ. لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ. فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ إِنِّي وَجَدْتُ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ. وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ. أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ. اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ. قَالَ سَنَنْظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ. اذْهَبْ بِكِتَابِي هَذَا فَأَلْقِهِ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ. قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ. إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ. أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ. قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنْتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّى تَشْهَدُونِ.

Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu, bölük bölük sevk edilmişti. Karınca vadisine vardılar. Bir dişi karınca dedi ki “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları farkına varmadan sizi ezmesinler.”

(Kuşdilini bilen) Süleyman, dişi karıncanın sözünden dolayı gülümsedi ve şöyle dedi: “Rabbim (Sahibim), bana ve ana babama ettiğin iyilikten ötürü benim görevlerimi yerine getirmeme ve razı olacağın iyi işler yapmama fırsatı ver. İkramınla beni iyiler arasına kat.”

Süleyman kuşları teftiş etti. “Neden Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” dedi. “Ona suçuna denk[9]bir ceza vereceğim veya onu keseceğim. Ya da bana, haklılığını gösteren açık bir delil getirir!”

Çok geçmeden Hüdhüd çıkageldi ve dedi ki “Senin yeterince bilmediğin bir şeyi tam olarak öğrendim. Sana Sebe’den kesin bir haber getirdim. Orada, kendisine her şeyden verilmiş bir kadına rastladım; onlara hükmediyor; büyük bir tahtı da var. Hem onu hem de halkını, Allah ile aralarına Güneşi koymuş, ona secde ederlerken buldum. Şeytan yaptıklarını güzel göstermiş ve onları (olması gereken) yoldan engellemiş. Onlar da doğru yolu bulamamışlar.

 Oysa göklerde ve yerde birikmiş bütün saklıları ortaya çıkaran Allah’a secde etmeleri gerekmez mi? O, gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da. Allah; O’ndan başka ilah yoktur. Büyük yönetimin (arşın) sahibidir.”

 Süleyman dedi ki “Bakacağız, doğru mu söylüyorsun yoksa yalancının teki misin? Şu mektubumu götür, onlara at, sonra kenara çekil de bekle, bakalım ne cevap verecekler.”

(Hüdhüd isteneni yaptı.) Kraliçe dedi ki “Ey ileri gelenler! Bana değerli bir mektup atıldı. Süleyman’dan geliyor, ‘İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla’ diye başlıyor. ‘Bana karşı diklenmeyin, teslim olarak bana gelin’ diyor.”

 “Ey ileri gelenler! Bu işimde bana sağlam bir görüş bildirin. Sizlerle görüşmeden hiçbir işi kestirip atmış değilim.(Neml 27/17-32)

Karıncanın şu sözü, onların kendilerini koruyacak bilgiye sahip olduklarını gösterir:

Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları farkına varmadan sizi ezmesinler.(Neml 27/18)

Yukarıdaki âyetlerde geçen şu ifadeler, hüdhüdün de kendine yüklenen görevi yerine getirecek ve kendini koruyacak kadar bir bilgiye sahip olduğunu gösterir:

Sana Sebe’den kesin bir haber getirdim. Orada bir kadına rastladım; onlara hükmediyor ve ona her şeyden verilmiş; büyük bir tahtı da var. Hem o kadını hem de halkını, Allah ile aralarına Güneşi koymuş, ona secde ederlerken buldum. Şeytan yaptıklarını güzel göstermiş ve onları (olması gereken) yoldan engellemiş. Onlar da doğru yolu bulamamışlar. Oysa göklerde ve yerde birikmiş bütün saklıları ortaya çıkaran Allah’a secde etmeleri gerekmez mi? O, gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da. Allah; O’ndan başka ilah yoktur. Büyük yönetimin (arşın) sahibidir.

II- İLAHİ BİLGİYİ DEĞERLENDİRME YETENEĞİ

İnsanlara ve cinlere yüklenen ruh onlara, bilgi öğrenme, o bilgiyi değerlendirme, yeni bilgiler üretme ve hayat tarzını değiştirme yeteneği kazandırır.  Yoksa o ruhun yüklenmesi, onlara bilgi yüklenmesi değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Allah sizi analarınızın karnından çıkardığında hiçbir şey bilmiyordunuz. Ama size dinleme, ilerisini görme (basiret) özelliği ve gönüller vermiş olur. Belki bunları değerlendirirsiniz.(Nahl 16/78)

İnsanlar ve cinler, doğru bilgi ile karşılaşınca tatmin olurlar. İnsanların ürettiği bilginin doğruluğundan şüphe edilebilir. Ama Allah’tan gelen bilgi, kişinin içine yatar ve onu rahatlatır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

   الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ .

(O’na yönelenler,) O’na inanıp güvenen ve Allah’ın zikri (Kitabı) ile kalpleri tatmin olanlardır. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikri (Kitabı) ile tatmin olur.(Ra’d 13/28)

Kur’an’ı dinleyen cinlerin söylediği şu sözler, bu açıdan önemlidir:

 قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا .  يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا .وَأَنَّهُ تَعَالَى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا .

De ki “Bana şunlar vahyedildi: Cinlerin bir kısmı beni dinlemiş ve şöyle demişler: Biz hayranlık uyandıran bir Kur’an (bir ayet kümesi), dinledik. Olgunlaşmanın yolunu gösteriyor. Ona inanıp güvendik; artık kimseyi Rabbimize (Sahibimize) ortak sayamayız. Rabbimiz çok yücedir; ne bir eş ne de bir çocuk edinmiştir.(Cin 72/1-3)

İlahi bilgileri içeren Kur’an, insanı da cini de tatmin eder. Ondan yüz çeviren, hesabına gelmediği için çevirir ve şeytanın oyuncağı olur. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ . وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

Kim Rahman’ın Zikri’nden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, başına bir şeytan sararız; o, onunla beraber olur. Şeytanlar bu gibileri yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar.(Zuhruf 43/36-37)

A- İNSANA YÜKLENEN RUH/YETENEK

Ruh insana, vücut yapısının tamamlanmasından sonra yüklenen yetenektir. O yetenek onun ikinci vücudu olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ. ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ. ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ.

Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve o insanı (Âdem’i) yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. Sonra onun soyunu bir özden; zayıf bir sudan (döllenmiş yumurtadan) yaratmıştır. Sonra (organlarını tamamlayıp) dengesini kurmuş ve ona ruhundan üflemiştir. (Böylece) size dinleme, basiret yeteneği ve gönüller vermiştir. Bunları ne kadar az değerlendiriyorsunuz!(Secde 32/7-9)

Bu âyetler, topraktan yaratılan Âdem ve eşi ile soylarından gelen insanlara ruhun yani yeteneğin, vücut dengesinin kurulmasından sonra yüklendiğini gösterir. Aşağıdaki âyetler konu ile ilgili ayrıntıları vermektedir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ  ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ

İnsanı çamurdan süzülen bir özden yarattık. Sonra o özü, karar-ı mekînde (ana rahminde) nutfe (döllenmiş yumurta) haline getirdik. Sonra o nutfeyi, alakaya[10]çevirdik. Alakayı bir çiğnem et gibi yaptık. O et parçasını kemiklere dönüştürdük ve kemikleri etle donattık. Sonra da onu başka bir yaratık haline getirdik. Yaratanların en güzeli[11]olan Allah bereketin ve iyiliğin kaynağıdır(Müminûn 23/12-14)

“Sonra da onu başka bir yaratık haline getirdik” ifadesi, farklılaşmanın vücut yapısının tamamlanmasından sonra olduğunu göstermektedir. Ruhun üflenmeden önce gözlerin, kulakların ve kalbin yaratılışı tamamlandığı için ruh ile birlikte oluşan dinleme, basiret ve kalp, vücudun değil, ruhun özelliklerdir.

Dinleme ve Basiret

Önceki bölümde geçen âyetlerden karıncanın ve hüdhüd kuşunun, işiten ve gören varlıklar olarak, kendilerine yüklenen bilgilerle sınırlı değerlendirmeler yaptıklarını öğrendik. Onlar, hayat tarzlarını değiştirecek ölçüde yeni bilgiler üretemezler. Ama insan, ruhun üflenmesi ile birlikte kazandığı dinleme ve basiret özelliği ile yeni bilgilere ve yeni hedeflere ulaşabilme yeteneği kazanır.

Kalp / Gönül

Gönül kişinin ana kumanda merkezidir. Vücuda ait olan akıl, doğru bilgilere uyulmasını ister. Gönül ise menfaatleriyle doğrular arasında gider gelir. Kararını menfaatlerine göre verirse gönlünü bazı doğrulara kapatarak onları dinlememeye ve görmemeye çalışır. Sanki kalbi mühürlenmiş, gözleri kör ve kulakları sağır olmuş gibi davranır. Bu da kişiyi, insanlara karşı nankör ve Allah’a karşı kâfir yapar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ سَوَآءٌ عَلَيْهِمْ ءَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ .خَتَمَ ٱللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ وَعَلَىٰٓ أَبْصَٰرِهِمْ غِشَٰوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Kâfirleri (âyetleri görmezlikte direnenleri) uyarsan da uyarmasan da fark etmez; onlar inanıp güvenmezler. Sanki kalplerini ve kulaklarını Allah mühürlemiş, gözleri de perdelidir[12]. Onların hak ettiği büyük bir azaptır.(Bakara 2/6-7)

Bazıları da ikili oynarlar. Âyetleri inkâr edip kötü bir görünüm vermemek için kabul ettiklerini söylerler. Menfaatlerine ters düşen ayetlerin anlamlarıyla oynayarak kâfirlerden de kötü duruma düşerler. Akıllarınca hem Allah’ı, hem de müminleri kandırdıklarını sanırlar. Bunlara da münâfık denir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُوا۟ لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَٰمَ ٱللَّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُۥ مِنۢ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ .  وَإِذَا لَقُوا۟ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا وَإِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ قَالُوٓا۟ أَتُحَدِّثُونَهُم بِمَا فَتَحَ ٱللَّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَآجُّوكُم بِهِۦ عِندَ رَبِّكُمْ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ أَوَلَا يَعْلَمُونَ أَنَّ ٱللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ . وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ ٱلْكِتَٰبَ إِلَّآ أَمَانِىَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ . فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ ٱلْكِتَٰبَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَٰذَا مِنْ عِندِ ٱللَّهِ لِيَشْتَرُوا۟ بِهِۦ ثَمَنًا قَلِيلًا ۖ فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا يَكْسِبُونَ

Şimdi bunların (bu Yahudilerin) size inanıp güvenmelerini mi bekliyorsunuz? İçlerinden birtakımı Allah’ın sözünü (Kur’ân’ı) dinler, akıllarına da yatar, sonra onu başka tarafa çekerler. Bunu bile bile yaparlar.

Allah’ın Kitabına inanıp güvenenlerle karşılaşınca “Biz ona güveniriz!” derler. Birbirleriyle baş başa kalınca da şöyle derler: “Allah’ın size gösterdiği şeyi (o Kitabın doğruluğunu) onlara mı söylüyorsunuz? Sahibinizin (Rabbinizin) katında size karşı delil getirsinler diye mi? Hiç aklınızı çalıştırmaz mısınız?”

Bilmezler mi ki Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da.

Onların bir kısmı ümmîdir; kitabı değil, onunla ilgili kurguları bilir ve sadece tahmin yürütürler. Fakat elleriyle kitap yazan, sonra onunla geçici bir çıkar sağlamak için “Bu Allah katındandır!” diyenlerin çekeceği var. Hem yazdıklarından dolayı çekecekleri var hem de kazandıklarından dolayı çekecekleri var!(Bakara 2/75-79)

Bu münafıklar hem Allah’a hem de müminlere karşı oyun kurduklarını sanırlar. Oyuna gelen asıl kendileri olur ama bunun farkında bile olmazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يُخَٰدِعُونَ ٱللَّهَ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّآ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ.  فِى قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ ٱللَّهُ مَرَضًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌۢ بِمَا كَانُوا۟ يَكْذِبُونَ 

(Münafıklar) Allah’a ve müminlere karşı oyun kurmaya çalışırlar[13]. Onlar sadece kendilerini oyuna getirirler de farkına bile varmazlar. Onların kalplerinde (kâfirlikleri sebebiyle) bir hastalık oluşur; Allah onlara bir hastalık daha (yalancılık hastalığına da) ilave eder. Yalan söylemelerine karşılık hak ettikleri acıklı bir azaptır.[14](Bakara 2/9-10)

Gerek kâfirler, gerekse münafıklar, kendilerini mümin sayarlar ama Allah’a tam teslim olmalarını engelleyen şeyler olduğunu düşünür ve “keşke biz te teslim olabilsek” diye içlerinden geçirirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ

“Ayetleri görmezlikte direnenler (kâfirlik edenler), zaman zaman ‘Keşke biz de tam teslim olanlardan olsak’ diye güçlü bir arzu duyarlar.”(Hicr 15/2)

Kâfirliğin, bilinçli bir tercih olduğunu gösteren âyetler şöyledir:

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ. يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَأَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَكْفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ .

Kendilerine o açık belgeler geldikten sonra onlardan uzak duran ve ihtilaf çıkaranlar gibi olmayın. Onları bekleyen büyük bir azap vardır. Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: “Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!(Âl-i İmrân 3/105-106)

Musa aleyhisselamın gösterdiği onca mucizeye rağmen Firavun ve hanedanı, çağrısını kabul etmemişlerdi. Musa’nın Allah’ın elçisi olduğunu kesin olarak anlamışlardı ama menfaatlerine ters düştüğü için kabul edemiyordu. İlgili âyetler şöyledir:

فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا.

Her şeyi açıkça gösteren âyetlerimiz onlara gelince: “Bunlar açık büyüdür” dediler. İçlerinde en küçük şüphe olmadığı halde yanlış yapmalarından ve büyüklenmelerinden dolayı onları, bile bile inkâr ettiler. Bak bakalım, o bozguncuların sonu ne oldu.(Neml 27/13-14)

Kendi doğrularına uyup fitne ve fesat çıkarmak nasıl insana has ise evrensel doğrulara canı pahasına sahip çıkmak da insana hastır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاةِ اللَّهِ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ.

İnsanlardan öylesi de var ki Allah’ın rızasını kazanmak için canını verir. Allah böyle kullarına karşı çok şefkatlidir. (Bakara 2/207)

Bütün bu bilgiler ışığında insan şöyle tarif edilebilir: “İnsan, duyu organlarıyla elde ettiği bilgileri gönlüne göre değerlendirip davranışlarını değiştirebilen canlıdır.”

B- İSA ALEYHİSSELAMIN KELİME VE RUH OLMASI

Allah Teâlâ İsa aleyhisselam ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَـهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً. لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعًا. فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَيَزيدُهُم مِّن فَضْلِهِ وَأَمَّا الَّذِينَ اسْتَنكَفُواْ وَاسْتَكْبَرُواْ فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا أَلُيمًا وَلاَ يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا.

Ey Ehl-i Kitap (Ey Tevrat’ı ve İncil’i iyi bilenler)! Dininizde aşırılık etmeyin, Allah hakkında sadece gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, başka değil, yalnızca Allah’ın elçisidir; Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Öyle ise Allah’a ve elçilerine inanıp güvenin. “İlah üçtür” demeyin; bundan vazgeçin; hayrınıza olanı yapın. Allah tek ilahtır, başkası da yoktur. O’nun çocuğa ne ihtiyacı olur! Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur. Size Allah’ın desteği yeter.(Nisâ 4/171)

İsa’nın Allah’ın “Meryem’e ulaştırdığı kelime” olmasının anlamını şu ayet açıklar:

قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Meryem, “Rabbim! Benim nasıl çocuğum olur? Bana erkek eli değmedi ki!” dedi. ‘Evet öyle! Ama Allah tercih ettiği şeyi yaratır. Bir işe karar verdi mi sadece “Ol!” der, o şey oluşur.’ dedi.(Âl-i İmrân 3/47)

Demek ki İsa aleyhisselamın Allah’ın kelimesi olması, babası olmadığı halde verdiği “Ol!” emrinden sonra oluşması anlamındadır. Âdem aleyhisselamın da babası yoktu. O da “Ol!” emrinden sonra oluşmaya başladı. Bunu şu âyet açıklamaktadır:

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Allah katında İsa’nın durumu tıpkı Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı sonra “Ol!” dedi; o da oluştu.(Âl-i İmrân 3/59)

Ayın şey bütün insanlar için de geçerlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Bir şeyi irade ettiğinde O’nun yaptığı, o şey için sadece ‘Ol!’ demesidir sonra o şey oluşur.(Yâsin 36/82)

İsa aleyhisselamın Allah’ın “kendinden bir ruh” olması, onun da diğer insanlar gibi olduğunu gösterir. Çünkü şu ayete göre bütün insanlar Allah’ın kendinden bir ruhtur:

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ.

Sonra (insanın organlarını tamamlayıp) dengesini kurmuş ve ona ruhundan üflemiştir.(Secde 32/9)

Ruh, ana rahminde üflendiği için şu iki âyet, İsa aleyhisselama ruhun, Meryem validemizin rahminde iken üflendiğini gösterir:

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ

Namusunu korumuş olan kadının; Meryem’in içine de ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu bütün çağdaşlarına bir belge yapmıştık.”(Enbiyâ 21/91)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ

Allah, namusunu korumuş olan İmran kızı Meryem’i de örnek verir. Onun içine ruhumuzdan üflemiştik. Meryem, Sahibinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti. İçten boyun eğenlerdendi.  (Tahrîm 66/12)

Meryem validemizin genital organları ile ilgili olarak birinci âyette dişi, ikinci âyette de erkek zamirinin kullanılması, onun genital organlarında hem eril hem de dişil dokuların var olduğunu da gösterir[15].

C- CİNLERE ÜFLENEN RUH

Cinlere ruh üflendiğini açıkça ifade eden bir âyet yoktur. Ancak şu âyet, ruhun üflenmesi ile insanda oluşan üç özelliğin cinlerde de olduğunu gösterdiği için onların da ruh sahibi yani aynı yeteneğe sahip olmaları gerekir:

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ.

Cinlerin ve insanların çoğunu sanki Cehennem odunu olsunlar diye yetiştirdik[16]. Onların da kalpleri vardır ama (gerçeği) kavramazlar; gözleri de vardır ama ilerisini görmezler; kulakları da vardır ama (söz) dinlemezler. Onlar en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve)[17]gibidirler. Aslında daha düşük seviyededirler. Onlar yanılgılar içindedirler.  (A’râf 7/159)

D- RUHUN GÜNLÜK HAREKETİ

Konuyla ilgili âyetlerden, insana üflenen ruhun, onun ikinci vücudu gibi olduğunu anlamıştık. Şu âyet bunun doğruluğunu kesin olarak ifade etmektedir:

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Allah nefislerin ölümü sırasında nefisleri alır, ölememişlerinkini de uyuduğu sırada alır. Ölümüne hükmettiği nefsi tutar, ötekini belirlenmiş eceline kadar salıverir. Bunda, düşünen bir topluluk için göstergeler (âyetler) vardır.(Zümer 39/42)

Bu âyete göre her insanda iki nefis vardır; birincisi beden, ikincisi ruhudur. Benden uyur veya ölür ama ruh ne uyur ne de ölür.

Bedene ruhun üflenmesi, bilgisayara işletim sisteminin yüklemesi gibidir. İşletim sistemi nasıl bilgisayarın çalışır hale gelmesinden sonra yükleniyorsa ruh da bütün organların tamamlanıp, vücut dengesinin kurulmasından sonra üflenir.  Ruh, bedeni ev gibi kullanır. Beden uykuya dalınca çıkar gider, uyanınca gelir. Ölen beden, ölmüş bilgisayar gibi olur, yeniden dirilinceye kadar ruh oraya dönmez. Bir âyet de şöyledir:

وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Geceleyin sizi vefat ettiren ve gündüzün ne yaptığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır.(En’âm 6/60)

E- ÖLEN KİŞİNİN RUHU

Uyuyan kişi, geçen zamanın farkında olmaz. Ashab-ı Kehf mağarada tam 309 yıl uyumuştu[18]ama geçen zamanın farkında değildi. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ

Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız?” diye sordu. “Bir gün, belki de daha az kaldık” dediler.(Kehf 18/19)

Ölümle uyku aynı şekilde algılandığı için ölen kişi de geçen sürenin farkında olmaz.  İlgili âyet de şudur:

أَوْ كَٱلَّذِى مَرَّ عَلَىٰ قَرْيَةٍ وَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىٰ يُحْىِۦ هَٰذِهِ ٱللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا ۖ فَأَمَاتَهُ ٱللَّهُ مِا۟ئَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۥ ۖ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ ۖ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۖ قَالَ بَل لَّبِثْتَ مِا۟ئَةَ عَامٍ فَٱنظُرْ إِلَىٰ طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ ۖ وَٱنظُرْ إِلَىٰ حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ ءَايَةً لِّلنَّاسِ ۖ وَٱنظُرْ إِلَى ٱلْعِظَامِ كَيْفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا ۚ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۥ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ 

Şu kişiyi de düşündün mü?[19]Binaları tamamen çökmüş bir kente uğramıştı da “Allah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demişti. Allah onu yüz yıl süreyle öldürdü, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” dedi. “Bir gün kaldım, belki bir günden de az!” dedi. Allah dedi ki: “Yok, tam yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! Bir de eşeğine bak! Bu, seni insanlara bir belge yapmak içindir. Şimdi de (eşekten kalma) kemiklere bak, yerden nasıl kaldıracağımızı, sonra nasıl ete büründüreceğimizi gör!” Bunları açık açık görünce dedi ki: “Şimdi biliyorum, Allah her şeye bir ölçü koyar.(Bakara 2/259)

Yüz sene ölü kalıp dirilen de 309 sene uykuda kalan da “Bir gün veya bir günden az.” kaldığını sanıyor. Bu konuyu daha açık olarak anlatan âyet şudur:

وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Göklerin ve yerin bütün bilinmeyenleri (gaybı) Allah’a aittir. Kıyamet saatinin gelmesi, gözü kapayıp açma kadar, belki daha da yakındır. Allah her şeye bir ölçü koyar.(Nahl 16/77)

Öldükten sonraki dirilme, uyuyanın uyanmasına benzer. İlgili âyet şöyledir:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُمْ مِنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ . قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

Sura üflenmiştir. İşte o zaman kabirlerinden Rablerine doğru koşup giderler. “Yazık oldu bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? derler.(Yâsîn 36/51-52)

Bu âyetlere göre ilk ölen insan ile en son ölen insanın, geçen zaman algısı aynıdır.

Ölen de uyuyan gibi, gözünü kapamadan önce kendi durumunun farkında olur. İyi kişi, rahat bir uyku çeker. Kötü kişi, yatağa vicdan rahatsızlığı içinde yatar. Ölümle yüz yüze gelen kişi, hayatının biteceğini anlayacağı için ondaki ruh halinin etkisi daha fazla olur. İyi kişinin, ölüm öncesi halini şu âyetten öğreniyoruz:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

Melekler, iyi durumdakilerin ruhlarını aldıkları sırada şöyle derler: “Artık güvendesiniz! Yapmış olduğunuz şeylerin karşılığı olarak cennete gireceksiniz [20].(Nahl 16/32)

Günahkâr müminlerin ruhları alınırken duydukları sıkıntıları şu âyetlerden öğreniyoruz:

وَأَنفِقُوا مِن مَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ , وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ .

Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden hayra harcayın; yoksa ölüm gelip çatar da şöyle dersiniz: “Rabbim (Sahibim)! Ne olur; beni kısa bir süre daha yaşat da sadaka verip iyilerden olayım.”Bir kimsenin ömrü bitince Allah ona asla ek süre vermez. Allah, yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.(Münâfikûn 63/10-11)

Hayatlarını yanlışlar içinde geçirenlerin, ölüm öncesi hallerini anlatan âyetler şöyledir:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ فَأَلْقَوُاْ السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِن سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ . فَادْخُلُواْ أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ.

Melekler, kendilerini kötü duruma düşürmüş kişilerin ruhlarını alırken onlar hemen teslimiyet gösterecek ve “Biz kötü bir şey yapmıyorduk ki!” diyeceklerdir. ‘Hayır, ne yaptığınızı Allah iyi biliyor. Siz, ölmemek üzere Cehennem’in kapılarından gireceksiniz[21]’. Büyüklük taslayanların yerleşecekleri yer ne kötüdür!(Nahl 16/28-29)

Bütün bunların, ruhlarının alınmasından önce olduğunu şu âyetler anlatmaktadır:

حَتَّى إِذَا جَاء أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ . لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ . فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءلُونَ  .فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ . وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ  . تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ

Onlardan (yanlış yolda olanlardan) birine ölüm geldi mi şöyle der: “Rabbim! Beni geri çeviriniz. Terk ettiğim dünyada belki iyi bir iş yaparım.” Hayır, asla! Bu onun söyleyeceği (boş) bir sözdür. Önlerinde yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel vardır.(Mü’minûn 23/99-100)

F- KIYAMET KOPARKEN RUHLARIN DURUMU

Kıyamet öncesi bütün insanların vücutları ölmüş, sadece ruhları kalmış olur. Şu âyet kıyamet sırasında ruhların göğe yükseltileceğini ifade etmektedir:

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ

Süresi elli bin yıl[22]olan bir günde (tekrar diriliş öncesi) melekler ve ruhlar O’na yükselir.(Meâric 70/4)

Aşağıdaki âyete göre ilk yaratılışın tamamlanması da aynı sürede olmuştur:

كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ

Yaratılışı nasıl başlattıysak o şekilde tekrarlayacağız. Bu bizim sözümüzdür, onu mutlaka yaparız.(Enbiyâ 21/104)

G- YENİDEN DİRİLME

Yeniden dirilme konusundaki âyetlerden biri şöyledir:

وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ حَتَّى إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَأَنْزَلْنَا بِهِ الْمَاءَ فَأَخْرَجْنَا بِهِ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ كَذَلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتَى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

Yapacağı ikramdan önce rüzgârları müjdeci olarak gönderen Biziz[23]. Rüzgâr bulutu kolayca yüklenince ölü toprağa yönlendiririz. Sonra buluttan su indirir, onunla her türlü ürünü çıkarırız. İşte ölüleri de böyle dirilteceğiz. Belki (yeniden dirilme konusunda) bilgi sahibi olabilirsiniz.(A’râf 7/57)

Altı âyette insanın topraktan yaratıldığı bildirilmiştir[24]. İnsanın bütün gıdası çamurdan, yani su ile toprağın birleşmesinden oluşur. Dolayısıyla yumurta ve spermin kaynağı da çamurdur. Tüm canlılar toprağın su ile birleşmesi neticesinde oluşan özden yaratılır. Hayatta kalmaları onlara bağlıdır. Ondan ayrılan parçalar da toprağa ve suya dönüşür. Toprak insanın, hayvanın ve bitkinin ana maddesidir. Ana rahmi de tohumun ekildiği tarla gibidir. İlgili ayet şöyledir:

نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ

Kadınlarınız sizin için ekim yeridir.  (Bakara 2/223)

İnsanın oluşması, bitkinin oluşmasına benzetilmiştir.

وَاللَّهُ أَنْبَتَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا

Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir(Nûh 71/17)[25].

Yeniden diriliş öncesi toprak, ana rahmi görevi göveri görecek, her bir insandan kalan bir kemik parçacığı da onun tohumu olacaktır. Bunu şu ayetten öğreniyoruz:

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ.بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ

İnsan kemiklerinin bileşimini tekrar gerçekleştirmeyeceğimizi mi sanıyor? Evet, parmak uçlarını bile eski haline getirmenin ölçüsünü koyan Biziz.(Kıyâme 75/3-4)

Ruh ile bedenin ilk eşleşmesi ana rahminde olur. Bunu şu âyet açıkça ifade etmektedir:

وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا

Allah sizi topraktan, sonra döllenmiş yumurtadan yaratmış, sonra da (bedeninizi ruhunuzla) eşleşmiş hale getirmiştir. (Fâtır 35/11)

Yeniden dirilişte ruh ile beden, tekrar eşleştirilecektir.  İlgili âyet şöyledir:

وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ .

Ruhlarla bedenler eşleştirilince(Tekvîr 91/7)

Bu yüzden Ahirette yeniden dirilen, kendini uykudan uyanmış sanır. Sura üflenmiştir. Bakarsın ki kabirlerinden Rablerine (O’nun istediği yere) doğru koşup gidiyorlar. (Günahkâr olanlar:) ‘Yazık oldu bize! Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?’derler.(Yâsîn 36/51-52)

SONUÇ

Âyetlerin açıkça gösterdiği gibi Kur’an’da ruh kelimesi, iki anlamda kullanılır. Birincisi Allah’tan gelen bilgi, ikincisi de Allah’ın insanlara ve cinlere yüklediği yetenektir.

Allah, kendi bilgisinden meleklere, nebîlere, canlı ve cansız bütün varlıklara, tercih ettiği kadarını vermiş ve görevler yüklemiştir. Nebîlere verdiği bilgiler, kitaplara yazılmıştır. O kitaplarla buluşup içindekileri anlayanlar, hayat tarzlarını onlara göre değiştirirlerse imtihanı kazanmış olurlar. Bunu yapmak için menfaatleri ikinci sıraya atmak gerekir. Bu yüzden en zor iş, menfaatlerini bırakıp doğrulardan yana olmaktır.

İkinci vücut gibi yüklenen ruh kişiye, işitmenin yanında dinleme, bakmanın yanında basiret, kan dolaşımını idare eden kalbin yanında gönül sahibi olma yeteneği kazandırır. Bu ruh onu, imtihan edilebilir varlıklar haline getirmenin yanında ona ait bilgileri saklayan bir depo görevi de görür.

Allah Teâlâ, kendine hâkim olan, daima doğru şeyler yaparak imtihanı kazanan kullardan olmamızı nasip eylesin.

Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır’ın kaleme aldığı bu yazı, 20.06.2018 tarihinde www.suleymaniyevakfi.org sitesinde yayımlanmıştır.

_____________________________________________________________________

[1]Rağıb el-İsbahânî, el-Müfredât, (Safvân Adnan Davudî’nin tahkikiyle) Dımaşk ve Beyrut 1412/1992. ذكر ve  عرفmaddeleri.

[2]Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Mu’cemu mekâyîs’ul-luğa, Beyrut,tarihsiz.

[3]İbnü Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1410/1990قدسmd.

[4]El-Halil b. Ahmed (100-175 h.) el-Ayn, Mehdî el-Mahzûmî ve İbrahim es-Sâmrâî’nin tahkikiyle, İran 1409.قدس md.

[5]Bkz. Şûrâ 42/51.

[6]Âyet metninde geçen yusallûne  =يُصَلُّونَ ‘nin türediği es-salât = الصَّلَاة kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Bu ayet Allah’ın Nebîmizi melekleriyle sürekli desteklediğini gösterir.

[7]Bu parantezi koymamızın sebebi ya’rişûn = يَعْرِشُونَfiilinin, insanlar için kullanılan kalıpta olmasıdır.

[8]Bkz. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Akıl md.

[9]Âyetteki = شديد şedîd, sıkıca bağlı demektir. Allah’ın ödülü veya cezası, kulun fiili ile doğru orantılıdır. Süleyman aleyhisselam da buna uyacağını ifade etmiş oluyor. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Kim bir iyilikle gelirse ona, on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır. Kimseye haksızlık yapılmaz(En’âm 6/160)

[10]Rahim duvarına asılı döllenmiş yumurta.

[11]Bu ifadenin bu ayette geçmesi önemlidir. Allah’ın insanın yaratılış safhalarını anlattıktan hemen sonra “Yaratanların en güzeli; en güzel yaratan…” buyurmasından da anlaşılacağı üzere bizler de ilim ile yaratabiliriz. Ancak Allah en iyisini yaratır.

[12]  Âyette kâfirlerin ön yargıları, istiare-i temsiliyye (alegori) denen mecazi anlatımla canlandırılmıştır. İstiarede benzetme edatı gizlenir ama bu mecaz, gerçek sanıldığı için burada benzetme, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır.

[13]Âyette geçen hıda’ ( الخداع); planlı bir şekilde yanıltma ve aldatma demektir (Müfredât).

[14] Allah’a tam güvenememe hastalığına eklenen yalancılık hastalığı ikinci bir azaba sebep olur. Bunlar yaptıkları bu iki suçun cezasını dünyada da göreceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Çevrenizdeki çöl Araplarından ikiyüzlüler (münafıklar) ve Medine halkından da ikiyüzlülükte ustalaşmış kişiler vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz. Onlara (bu dünyada) iki kat ceza vereceğiz. Sonra da büyük bir cezaya çarptıracağız. (Tevbe 9/101)

[15]Ayrıntılı bilgi için bkz. Zeki BAYRAKTAR ….

[16]Bu ayete, İnsanların ve cinlerin çoğunu cehennem için yarattık şeklinde yanlış anlam verilir. Allah: Cinleri ve insanları, kulluğu sadece bana yapsınlar diye yarattım. (Zâriyat 51/56) dediğine göre o anlam kabul edilemez. Yaratma anlamı verdikleri zeree = (ذرأ) kelimesi şu ayette, hayvan ve bitki yetiştirme anlamındadır:

وَجَعَلُواْ لِلّهِ مِمِّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالأَنْعَامِ نَصِيبًا فَقَالُواْ هَـذَا لِلّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَـذَا لِشُرَكَآئِنَا …

Allah’ın yetiştirdiği ekinden ve en’âmdan (koyun, keçi, sığır ve deveden) ona pay ayırır ve kendilerince “Bu Allah’ın, bu da ona ortak saydıklarımızındır» derlerdi. (En’âm 6/136) Şu ayete göre Allah Teâlâ insanı da bir bitki gibi yetiştirmiştir.

وَاللَّهُ أَنبَتَكُم مِّنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا

Allah sizi topraktan bir bitki gibi bitirmiştir. (Nûh 71/17)

Şu ayetler, Ahiretteki dirilişin de aynı şekilde olacağını bildirir:

وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

Sizi toprağa tohum gibi eken O’dur. Hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız. (Müminûn 23/79)

وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ

Gökten bir ölçüye göre su indiren (Allah’tır). Onunla ölü bir bölgeyi canlandırır. Kabirlerinizden de bu şekilde çıkarılacaksınız. (Zuhruf 43/11)

Görüldüğü gibi zeree = (ذرأ), insanı, bitkiyi ve hayvanı yetiştirme anlamına da gelir. İnsanı diğerlerinden ayıran şey, ruhun üflenmesiyle birlikte kazandığı dinleme, ilerisini görebilme (basiret) ve gönül sahibi olma özelliğidir. (Secde 32/9) Bu özellikleri kullanmayanlar, hayvan gibi hatta daha aşağı seviyede yani bitki gibi olurlar. Cehennemle birlikte zikredilen bitki odundur. İlgili ayet şöyledir: Yanlış yapanlar ise Cehenneme odun olurlar. (Cin 72/15)

Ayete yukarıdaki mealin verilmesinin sebebi budur.

[17]  Bkz. En’âm 6/143-144.

[18]– Kehf suresi 18/25

[19]– Bu ayet, bir önceki ayetin başındaki “Görmedin mi?” ifadesi üzerine atfedildiği için meale “Şu kişiye de düşündün mü?” ifadesi ile başlanmıştır.

[20]Ayetin metni “cennete girin” şeklindedir. Kıyamet kopup hesap günü başlamadığı için buradaki “girin” sözünün Arap dilindeki iltifat sanatı gereği söylendiği açıktır. Bu sanat Türkçede olmadığından kelimeye “gireceksiniz” şeklinde anlam vermek gerekir.

[21]Burada da önceki ayette olan iltifat sanatı vardır.

[22]  Allah’ın zaman kavramı ile bizim zaman kavramımız farklıdır. Bize göre bin yıl, Allah’a göre bir gün gibidir. (Hac 22/47). Meleklerin ve ruhların göğe yükseldiği gün insanlar ölmüş olacağı için âyetteki 50.000 yıl, Allah’a göredir. Allah kameri yılı esas aldığı için (Tevbe 9/36) bir yıl 354 gündür. Bu durumda elli bin yıl, 17 milyon 700 bin gün eder. Allah katından bir gün, bize göre bin yıl olduğu için kıyametin kopması ile yeniden dirilme arasında geçecek olan elli bin yıllık süre süre bize göre 17 milyar 700 milyon yıla karşılık olur. Bu, Allah’a göredir; biz onu asla fark edemeyeceğiz. Kur’an’ın tamamına aykırı olmasına rağmen, kader inancını kabul ettirmek için zorlananlar, Allah’ın eylemlerinin zamanla bir ilgisi olmadığı iftirasına sarılmak zorunda kalırlar.

[23]Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır, anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa vs. geçilebilir.  Burada da üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul şahsa geçilmiştir. Türkçe’de bu sanat olmadığından bu gibi ifadeler bir Türk’ü şaşırtır. Burada bu sanat yok sayılarak meâl verilmiştir.

[24]Âl-i İmrân 3/59, Rûm 30/20, Kehf 18/37, Hac 22/5, Fâtır 35/11, Gafir 67.

[25]Geniş bilgi için bkz. Abdulaziz BAYINDIR, İnsan ve Varlıklar Âlemi, http://www.suleymaniyevakfi.org/yazilar/insan-ve-varliklar-alemi.html