Şirk-i Ekber: Tasavvuf!
Kınayanın kınamasından korkmayan, tevhidi öğretme, şirki iptal etme azminde olan, hiç tanımadığı ve hatta görmediği bir yabancının bile cehennemden kurtulması için, hak olan tek ilahlı, tek din İslam’ı öğretmeyi ve öğretmeyi en mühim vazife bilen muvahhitlere selam olsun.
Senelerdir okuduğum, tasavvuf terimi içeren dokümanlardan, enine boyuna araştırma niteliği taşıyan kitaplara kadar nice bilirkişi raporları, ümmet nezdindeki İslam’ın bünyesine bulaşan tasavvuf mikrobunu tespit etmelerine rağmen, kendi dinlerine bulaştırmasalar dahi, ümmeti bu şirkten sakındırma sadedinde hiçbir gayret göze çarpmamaktadır. Bu bilirkişiler -tasavvufçuların şerri bulaşır korkusuyla- ondan kaçmayı çare sanmışlardır. Hâlbuki tanıdığı bu mikroptan kaçmakla kendisini kurtarsa bile, uyarıcı olmamak ve safını belirginleştirmemek yüzünden kendi neslini bile koruyamayacaklardır. Tâ ki apaçık tevhid safında yer aldığını ilan edip, şirke savaş açana kadar.
Sırtımızı yasladığımız dağ gibi ilahiyatçılar ordusu, küfrü tevil etmeyi kendilerine meslek edinmişken, ağzına baktığımız muvahhidiler, sus diyen olmadan dilleri tutulmuşken, canının derdine düşmüş gariplere, elif cüzü öğrenen hacı anneye, cami avlusunda ezan bekleyen aksakallı dedeye merhamet eden bir âlim bekliyoruz. “O, cehennemliklerin inancıyla ölmüş” denmesin diye çırpınan bir can bekliyoruz. Kendisini cehenneme yakıştıramayan milyonlarca insana şu şirkten vazgeçin diyecek, cennetin yolunu gösterecek bir muallim arıyoruz. Yok mu?!
İslam ümmetinin tevhidini şirke tahvil eden müşrikleri ilk rauntta nakavt etmek gibi bir hayalimiz olmasa da küfrün ve şirkin karşısına çıkacak cesaretimiz var elhamdülillah.
Tevhidi bilen âlimlerimizin çeşitli maslahatlarla, ağır devirde yol aldığı ve -kendilerince- bazı mefsedetlerin def’i için geri geri gittiği şu mâkus zaman dilimi, şeytanın tam kapasite çalışmasına zemin hazırlamıştır. Galiba âlimlerin sustuğu dönemde (… gün, ay ve yıllar boyunca) şirk üzere ölenlerin hiç kıymeti yoktur!!
Şu tasavvufun tevhide aykırı şirkini, Kur’an’a aykırı küfrünü, hülasa İslam’a aykırı bir din olduğunu tespit etmiş olmalarına rağmen, onu reddetmenin fazilet olduğunu kavrayamadıklarından mı, elini taşın altına koyamayacak kadar kalem tutan elleri kıymetli olduğundan mı nedir, bir türlü bu batılı reddedip, yalın İslam’ı savunamamışlardır.
İslam ümmetinin dağınıklığı her sahada olduğu gibi hakikatleri dile getirenlerin ferdi gayretlerini yalnız bırakma sahasında da maalesef yükselme yönündedir.
Bugün bırakın dünyaya nizam vermeyi, evinin içine nizam veremeyecek kadar aciz Müslümanların bu içler acısı durumunun sebebi, inancının bünyesinde taşıdığı bulaşıcı mikroplardır. Bu mikropların hastalık sebebi olduğunu söyleyemeyecek kadar mikroptan korkan tabipler bu hastalıkla mücadele edemezler ve mücadele edilmeyen bu mikrop ümmetin iflahını kesmiştir. Ümmet aklını başına almalı mikroptan korkan tabipleri de, mikrop enjekte edenleri de terk etmelidir ki ebedi hayatını hüsran etmesin.
Mikrobun varlığını biz nereden anlarız? Bize göre mikrop nedir?
Öncelikle sağlıklı vücudun tanınması gerekir. İnançta sağlık sahih kaynağa müstenid (dayalı) olmak anlamına gelir. İslam’ın kaynağı Kur’an’dır. Bundan başka din adına bir inanç, Kur’an’da bulunmayan bir din anlayışı, bir ibadet işittiğimizde, biliriz ki bu mutlaka sahih kaynağın muhalifi, düşmanı bir mikroptur.
Bu gün İslam ümmetinin dağınıklığı, vurdumduymazlığı, gamsız, gayesiz, büyülenmiş gibi garip gidişatları, ne ‘kan abdesti bozar mı?’ ihtilafından ne şerbetle abdest alınıp alınmayacağından kaynaklanan mezhebî ayrılıklar değildir. Toplumların müptelası olduğu israf düzeni, hayâsızlığın teşviki ve yaygınlaşması mikrobundan da değildir. Bunların hepsine zemin hazırlayan asıl sebep, gerçek âlimlerin suskun, deccalların faal olmasıdır. Samimi Müslümanlara din diye mağara hayatının gösterildiği, mücadele ruhunun köreltildiği güya dinî toplantılarla ümmetin pasifize edilmiş ve ediliyor olmasıdır.
Tasavvuf bunun neresinde? sorusunun tam yeridir.
Önce kısa bir tanışma uygun olur sanırım.
Etini, sütünü kuzu kuzu teslim etmeyen Müslümanları koyunlaştırma mesleğinin adı tasavvuftur. Hatta saf koyunların, saf yünlerini de kullanmak tasavvuf teriminin sırrına kadem basmaktır. Bu sırra kadem basan Hıristiyan’ı, Yahudi’si, Mecusi’si, Emperyalisti, Kapitalisti, Komünisti ve her kimisi varsa, elini ayağını öptüre öptüre, camiye hapsedilmeyi reddeden Müslüman’ı dergâha hapsetmiştir.
Dergâh mı? Tezgâh mı?
Bu dergâhlardan geçen veya orada kalan Müslümanların, İslamî bilgisi artmalı, din kardeşine sevgisi artmalı, dünyanın birçok yerinde ve burnunun dibinde katledilen Müslümanlar için sancısı, çare arayışı artmalı diye dört gözle bekleşirken bir de ne görelim! Milyonlarca bay mürit –tasavvufî telkinatlar gereği- şeyhinin kerametlerini ezber etmede; öyle ya hâfız (!) olacak ümmete kıraat edecek ki sevap kazana!
Tıpkı okusun da adam olsun, memlekete fenni tekniği getirsin diye Avrupa’ya gönderilen soytarıların, Şekspir bozması tiyatrocu olup, Avrupa’nın modasından ve hayâsızlığından başka işe yarar hiçbir şey getirmedikleri ve Osmanlıyı yıkacak yönetimlerin başını çektikleri gibi, bu tasavvuf zadeler de, hem o zaman hem bu zaman avamın dinini ineğe tapanların dinine çevirmişlerdir.. Allah’tan başka kutsal tertemiz bir inek de olsa koyun postunda oturan adam da olsa, şirk inancının objesi olduğundan teşbihte hata yoktur.
İslam dininin insanlar nezdinde tahrif olmasının birinci amili tasavvuftur. İslam’la hiçbir alakası olmayan inançlar önce tasavvufta yerini bulmuş, sonra tasavvufa, İslam kisvesi giydirilmiştir.
Tarihi gelişim safhalarını tek tek ele almak bu yazının boyutunu aşar, fakat özetle belirtmek istediğimiz bir nokta var ki, toplumların İslam’ı kabul etmeleri, birden bire bütün eski inançlarını terk ederek olmamıştır. Hinduizm’in, Şamanizm’in öğretileri, nesilden nesile hikâye edilmiş ve bir türlü kökü kazınamamıştır. Bu inançlardan İslam’a bulaşan ölülerin ruhlarının diriler arasına geleceği, o ruhu memnun etme gereği sayılabilir. Bunun yanı sıra bu dinlerin temelini oluşturan felsefî yaklaşımlar İslam’ı anlamada etkili olmuştur ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın öğretisi, eski inançlarla birleşerek, insanların kalplerinde sapma göstermiştir.
Çok tanrılı Mısır ve Yunan mitolojisinden etkilenmeler de din anlayışının bozulmasında çok etkili olmuştur. Büyük ilahın yardımcısı, küçük ilahlar olabileceği, dünyada olan biten işlerin bir tek ilah tarafından yapılmayıp yardımcıları olması gerektiği inancı da bir yerlerden İslam’a sızmıştır. Sızmıştır kelimesi haddi zatında pek iyimser kalmakta, zira hem Hıristiyanların, hem Yahudilerin hem bütün putperestlerin çanına ot tıkayan İslam dininin ne çok düşmanı olabileceği göz önünde bulundurulunca, kasten İslam’ı tahrif etme gayretlerinin varlığı daha kolay anlaşılacaktır. Bu gayret Müslüman olduğunu iddia eden münafıklar tarafından içerden devam ettiği gibi dışarıdan da sınırsız destek bulmuştur. Bu gün bile müsteşrikler, (gûyâ İslam’ı araştıran, batılı kâfirler) İslam’ı karalamak için ellerinden geleni yaparken, tasavvufu övmekte, ayrılıkları, İslam’ı tahrif etme faaliyetlerini teşvik etmekte, her türlü bölücü unsuru, değerlendirmektedirler.
Vesselam..
Mahmut Celal Özmen