SİZİN İÇİN

Bugün biraz duygudaşlık (empati) yapalım.

Kendinizi bir ülkenin kralı veya padişahı olarak hayal edin ve halkınız için büyük bir hayır ve iyilik düşündüğünüz için onları bir araya toplayıp yemekler hazırlatıp ikram ediyorsunuz.

Aslında ikram etmek için padişah veya kral olmaya gerek yok sevdiklerinizi toplayıp onlara sevdiğiniz ve onlarında beğeneceklerinden emin olduğunuz ikramlar hazırlıyorsunuz diyelim. İster kral olun, ister sıradan bir kişi, ikram etmek üzere çağırdığınız kişilerin de sizin yaptığınız ikramlara ihtiyaçları olduğundan eminsiniz.

Ve böyle bir durumda çağırdıklarınız sizin ikramlarınızdan bir lokma bile almıyor.

Ne hissedersiniz?

Israrla da söylüyorsunuz, lütfen yiyin, bu ikramı size yaptım, sizin için hazırladım veya hazırlattım. Ama kimse el uzatmıyor, kimse ikramlara elini bile sürmüyor.

Bu durumda ev sahibinin konumuna kendinizi koyun.

Ne hissedersiniz? Üzülürsünüz değil mi? Hem de çok üzülürsünüz…

Ama ben senin için hazırladım lütfen ye, tekrar, tekrar demez misiniz?

Deriz, değil mi?

Peki, biz kullar, kulu olduğumuzu iddia ettiğimiz Allah’ımızı üzmüyor muyuz?

Bana kalırsa üzüyoruz. Allah ve üzülme kavramlarını bir arada görmek ters mi geldi?

Teşbihte hata olmaz derler meşhur bir söz vardır. Şimdi bu örneğin arkasından Bakara Suresi: 187. Ayetini bir okuyalım: Oruç gecelerinde kadınlarınızla cinsel içerikli konuşmalar yapmak sizin için helâl kılındı. Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah kendinize ihanet ettiğinizi bildi de yüzünüze baktı ve sizi affetti. Artık onlarla birleşebilirsiniz. Allah’ın sizin için yazacağını (çocuk sahibi olmayı) isteyin. Fecrin olduğu tarafta, ak çizgi kara çizgiden size göre (sizin için) tam seçilinceye kadar yiyin, için; sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescitlerde itikâf halinde iken kadınlarınızla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini korusunlar.

Biz kulluk iddiasında olanlar bu ayetin gereklerini yerine getirmemekle Rabbimiz, Sahibimiz olan tek varlığı gerçekten üzüyoruz, hem de çok üzüyoruz.

Allah’ımız, İlahımız, Rabbimiz bizi bizden çok seven, bizi bizden çok düşünen her ihtiyacımızı gidermeye gücü yeten tek varlık olan Cenab-ı Hakk’ın bizim için hazırladığı ikram reddediliyor. Rabbimiz, “yiyin için size özel olan bu ikramımı geri çevirmeyin” diyor. “Size özel olan bu ikramımdan faydalanın bu ikram, sizin hem bedeninizi, hem ruhunuzu tatmin edecektir, şifa için gerekli olan bütün şartları da ben hazırladım” diyor.

Biz kullar ise bu ikramları reddedebiliyoruz. Ne uğruna!

Daha iyi bir kulluk adına daha takvalı olmak adına…

Bir kısmımız şüpheci yaklaşımlarla tedbir amaçlı, aman ne olur ne olmaz, sonra yanlış yaparız diyoruz. İbadet şuuru ile ibadeti daha iyi yapmak adına…

Bir kısmımız da bu ikram çok güzel ve çok özel kabul ediyorum, ama yine de almayım ben böyle rahatım, alışmışım, şimdi değiştirmek için kim uğraşacak diyoruz.

Ancak Allah’ın ikramını öyle veya böyle reddederken kaçırdığımız bir şey var ki o da bir takım sahte ilahların hazırladıkları ikramları kabul edebiliyoruz. Onların ikramları aklımıza daha çok yatabiliyor, ya da görüntüsü daha cazip gelebiliyor. Onlar bilir, onlar o kadar bilgili âlim insanlar, bilmez olurlar mı hiç diyebiliyoruz. Allah’ı üzmek adına….

Bu ayeti yaşamak imanımızı ne kadar etkiler? Bu üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir sorudur.

Görünüşte imanî bir ayet değil gibi görünse de, ne olacak canım biraz erken sahur yapsak ne fark eder, diyerek bize bu fikri dayatanları ilah edinmiş aynı zamanda da kendi tercihimi kullanırım demekle kendimizi ilah edinmiş olmuyor muyuz?

Bilimsel veriler, yapılan gözlemler araştırmalar bir yana esas can alıcı nokta bu ayetin imanî boyutudur. Esas önem arz eden mesele ikram edenin, sana özel hazırladım diyen tek Malikimizin ikramını geri çevirmektir.

Ötesi yok bu ayet insanın Allah’tan geleni red edebilme cüretkârlığına soyunmasıdır. Haddini aşması Allah’ın genişlettiği sınırları daraltması Allah’ın emirlerine karşı mücadele etmesidir. Bu konu bu kadar ciddi midir? Evet ciddidir. İlahlık yalnız Allah’a mahsustur, buna kimsenin itirazı yoktur. Ancak İlah ne demektir? Sorun bu kavramın ne anlama geldiğini bilmemektedir.

İlah kulluk edilecek tek mercidir. Kulluk ise Mabud’un yani kulluk edilen varlığın söylediği her sözü itirazsız, amasız, acabasız anında tamam diyerek kabullenebilmektir.

Ayeti şimdi bu gözle bir daha okuyun lütfen.

Kul olmak gibi bir iddiamız var ise Allah’ın yap dediğini itirazsız yerine getirmemiz gerekmez mi? Allah belirlediği sınırlar içinde ye, iç, ikramım olsun diyorsa yemek içmek boynumuzun borcudur.

Tıpkı namaz gibi zekât gibi veya kitabımızda bize bildirilen diğer ibadetler gibi.

Oruç ibadeti de sınırlarını ancak Allah’ın belirlediği şekilde yerine getirildiğinde ikame edilir. Yani tamı tamına yerine getirilmiş olunur.

Namaz için vaktinden önce veya sonra kılınması nasıl mümkün olamıyor ise ancak vaktinde kılındığında namaz ikame ediliyor ise oruç da vakitle sınırlanmış bir ibadettir. Ancak o sınırlar içinde yerine getirilir ise ikame edilmiş ayağa kaldırılmış dosdoğru uygulanmış olmaktadır. Kulluk bunu gerektirir.

Allah her şeyin tek doğru kaynağı ise onun bize bildirdiğine güvenmek zorundayız. Yani iman etmek zorundayız. Muhakkak ki Allah her şeye bir ölçü koymuştur. Buna da iman ediyorsak Allah’ın ölçülerine riayet ederek ancak o ibadeti yerine getirebileceğimizi unutmamalıyız.

Bilmem anlatabildim mi?!!

Ahsen Başaran’ın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 27.6.2016 tarihinde yayımlanmıştır.