Suriye Alevileri ve Siyasal Alevilik Meselesi
Son zamanların çok konuşulan kavramlarından biri de ‘’Siyasal Alevilik’’ olmuştur. Özellikle Suriye’deki iç savaşlar sonrası Esad rejiminin yaptığı saldırılar, Esad soyu Alevi olduğu için Alevilerle (ya da Suriye’de ki Arap Alevilerinin ismi; Nusayriler) ilişkilendirilmiş ve zaten kaotik olan Orta Doğu coğrafyası için yeni ciddi sorunlara yol açacak söylemler oluşturulmuştur.
Suriye’de hali hazırda devam eden kanlı savaşların başlamasının ardından, çokça duyduğumuz kavramlardan biri Aleviliktir. Kimi zaman menfi anlamlarla, yanlış biçimlerde Suriye’ deki Alevilerden ve ‘’Siyasal Alevilik’’ nitelendirilmelerinden bahsedildiği görülmektedir. Suriye’ deki reel duruma, siyasal ilişkilerin yapısına aykırı bir biçimde Suriye’de bir Alevi egemenliğinden, Alevi devletinden, Alevi ordudan vb. bahsedilmektedir. Oysa Suriye’ de Alevilik, değil kamusal politikalarda, resmi olarak isminin zikredilmesinden bile özenle kaçınılan bir konumdadır.
Arap Alevilerinin tarihine kısaca göz atarsak; Arap Alevilerin tarihsel önderlerinden Muhammed b. Nusayr, 11. İmam H asan el-‘Askeri’nin en yakın müridi ve İmamın ilmine açılan “Kapı” olarak kabul edilirdi. İran, Irak, Suriye coğrafyasında faaliyetler yürüten Nusayr, çeşitli devlet yöneticilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda taraftar edinmeyi başarmıştı. Kendisinden sonra, Arap Alevi topluluğunun işlerinin düzenlenmesi ve topluluğun devamının sağlanması açısından Bağdat ve Halep’te iki merkez kurulmasının zeminini hazırlamıştı. Tarihte Arap Alevileri için önemli olan devletlerden biri de Hamdanilerdir. Hamdaniler, ‘’Arap Alevilerin ‘’Altınçağı”nı temsil etmekteydi. Hamdaniler, Abbasi Halifeliği’ nin gücünü ve itibarını yitirdiği, geniş İslam coğrafyasının birçok devlet ve beyliğe bölündüğü bir ortamda egemenliklerini sağlamışlardı. Bu dönem kısa bir süre de olsa Arap Alevilerin siyasal iktidar mekanizması içerisinde etkin bir biçimde yer almaları olanağını sağlayan bir dönemi temsil eder. Bu dönemin ardından Halep uzun süreli bir kargaşaya sürüklendi. Çeşitli Arap kabileleri burada egemenlik sağlamaya çalıştı. Memlüklerin egemenliği döneminde de Arap Aleviler üzerindeki baskı devam ettirilmiştir. 1260-1277 yıllan arasında Suriye ve Mısır’ da hüküm süren Sultan Baybars Arap Alevilerin Sünniliği iamacı için uğraşmış, Arap Alevilerin yaşadığı bölgelerde camiler yaptırmıştı. Sonraki yüzyıllarda Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır üzerine yürüyüşü, Aleviler için tarihi bir dönemi temsil eder. Sözlü ve yazılı kaynaklara bakıldığında 1516 yılında Mercidabık Savaşı’nda Osmanlıların galibiyetinin ardından büyük Alevi katliamlarının yaşandığı ve Alevi tarihi bakımından karanlık bir sürecin başladığı bilinmektedir. Sağ kalmayı başaran Aleviler, kitlesel olarak Alevi Dağları’nın ulaşılması en güç yerlerine göç etmişlerdir. Yavuz Sultan Selim’ den sonra; Arap Aleviler, Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde yaşamaya başlamışlar ve bu tabiiyet, İmparatorluğun dağılmasına kadar devam etmiştir. Osmanlı’nın uzun egemenlik döneminde şehirlerde yaşayan Arap Aleviler olabildiğince kimliklerini gizleyerek varlık sürmeye çalışmışlardır. Alevi Dağları’nda yaşayan büyük çoğunluk ise, asırlarca, oldukça güç koşullar içinde yan-otonom bir halde varoluş mücadelesi vermişlerdir. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ise Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal İngiliz Devleti’nin de desteğiyle Suriye’de Arap Hükümeti kurmuştur. Ancak Faysal’ın Suriye’deki egemenliği, Suriye Arap kuvvetleri ile Fransız kuvvetleri arasındaki Meyselun Muharebesi’ndeki bir çatışmanın ardından sadece birkaç ay sonra sona ermiştir. Fransız birlikleri Suriye’nin kontrolünü ele geçirmiş ve Faysal’ı kaçmaya zorlamıştır. O yılın ilerleyen günlerinde Sykes-Picot Antlaşması ve sonradan yapılan San Remo Konferansı sonucunda Faysal’ın krallığı; Suriye ve Lübnan’ı Fransız mandasına ve Filistin ise İngiliz kontrolüne alarak bölündü. Suriye, Fransızlar tarafından, kıyıda Nusayriler ve güneyde Dürziler için ayrı alanlar olmak üzere üç özerk bölgeye ayrıldı.
Nusayriler Suriye’nin kuzeyinde Lazkiye başta olmak üzere Banyas, Tartus, Humus ve Şam’da ağırlıkla yaşamaktadır. Aleviler ülkenin kuzeyine yerleşirken, Dürziler ise güneye yerleşmişlerdir. İngilizlerin ve Suriye milliyetçi gruplarının devam eden baskısı ile 2. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’nın güçsüz düşmesi ile beraber Fransızlar ülkeyi tamamen terk etmiş ve Suriye bağımsızlığını kazanmıştır. Fransızlar, Nisan 1946’da son birliklerini tahliye etmiş ve ülke manda döneminde kurulan cumhuriyetçi bir hükümete geçmiştir. Baas Partisi 1947 yılında Şam’da kurulmuştur. Partinin temel ideolojisi Arap milliyetçiliği, Arap sosyalizmi, Pan-Arabizm ve militarizmin bir kombinasyonundan oluşmuştur. 1963’te gerçekleştirdikleri darbe sonrasında Baas Partisi Suriye’deki tek resmi siyasi parti olarak başa geçmiştir. Baas’ın kelime anlamı ‘’diriliş’’tir. Ürdün‘deki iç savaşa müdahalenin ardından, Hafız Esad ,13 Kasım 1970 tarihinde bir askerî darbeyle iktidarı ele geçirdi. Mart 1971’de yapılan halk oylamasıyla da devlet başkanı seçildi.2000 yılında ölünce yerine oğlu Beşşar Esad geçmiş ve 11 Aralık 2024 tarihinde Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) öncülüğünde muhalif gruplarla Esad yönetimi devrilene kadar ülkeyi yönetmiştir.
Siyasal Alevilik Söylemi ve İddialar
Öncelikle lanse edilen gibi her Alevi’nin Esad rejimini desteklediği ve Esad rejiminin yapmış olduğu katliamlardan Alevilerin sorumlu tutulması büyük bir yanlıştır. Çatışmalar mezhepçi bir karaktere büründürülüp genelleştirilmektedir. Aslında Suriye’de Alevilerin ülke yönetiminde en çok yer aldığı dönem Fransız Manda yönetimi zamanında olmuştur. Baas ve Esad dönemlerinde bu durum sistematik olarak azaltılmıştır. Esad döneminin başlangıcından itibaren Alevilerin kademeli olarak mezheplerini bırakmalarına, Sünnileştirilmeye çalışılmıştı. Esad ailesi siyasal stratejiler gereği Alevileri devlette bazı kurumlara yerleştirirken bir yandan da yönetimde Alevi etkisini zamanla azaltmışlardır. Esadlar zamanında Yeşil Kuşak Projesi gereği okullarda derslerde Aleviliği reddeden öğretiler işleniyor, Alevilikten bahsedilmiyordu. Alevilik konusu ders kitaplarından çıkarılmıştı. Alevi köylerine istenmediği halde camiler yapılıp, mezhep değişimine teşvik ediliyorlardı. Alevilerden, Sahil Sıradağlarında oturan Sahil Alevileri dışında iç kesimlerdeki Aleviler genelde maddi zorluklar içindeydi. Alevilerin hepsinin Esad rejiminden hoşnut olduğu ve Esad ailesi Alevi diye her yaptıklarının Aleviler yapmış gibi eşdeğer hale getirmek yanıltıcı ve artniyetlice olacaktır.
Örnekler verirsek Arap Alevileri’nden Komünist İşçi Partisi’ni destekleyip ‘’Esad rejimi bizi fakirleştirdi ve baskıladı’’ diyen gruplar çoktur. İç savaşta bireysel ya da grupsal olarak Esad Rejimine karşı muhaliflerle hareket eden Alevilerde vardır. Özgür Suriye Ordusu’na eğitim veren Alevi albaylar vardır. Ağustos 2013’te Eski Savunma Bakanı Alevi Ali Habib Mahmud orduyu bırakıp Türkiye’ye gelmiştir. Yine 2013’te Aleviler Kahire’de konferans düzenlemiş ve Esad rejiminin bitip yerine demokratik bir yönetim gelmesi isteklerini dile getirmişlerdir. 2015’te ‘’Ghad Suriyah’’ isimli hareket İstanbul’da devrimcilere destek amaçlı kurulmuştur. Alevilerin Esad Rejiminden tamamen ayrılmama nedenlerini irdelersek Selefi Cihatçı örgütlerin Aleviler hakkındaki söylemleri sonrası Alevilerin yaşadığı korkudur. Suriye’de ki bazı Selefilerin ‘’Hristiyanlar Beyrut’a Aleviler Mezara’’ sloganları, Gerek Isid ve El-Kaide’nin Aleviler hakkında ‘’Mürted ve Düşman’’ nitelendirmeleri ve Nusayri ismini küçümseme amaçlı kullanmaları ülkedeki Alevilerce korku ve gerginlik yaratmıştır.
Sosyal Medyada son zamanlarda Alevilerin yaptığı, Suriye’deki dergâhlarına saldırı ve işkenceye uğradıkları paylaşımlarının altına Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail resimlerinin konulması ve halkı kin ve nefrete yöneltecek söylemlerde bulunanların olması ülkemizde de korku ve gerginlik atmosferinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca Arap Alevileri sadece Suriye’de olmayıp ülkemizde Hatay, Mersin, Adana başta olmak üzere birçok ilde çok sayıda bulunmalarını da göz önüne almak ve onları düşünmek gerekir. Tüm Alevilerin ‘’Bize ve dini değerlerimize saldırı var’’ diye yaptıkları paylaşımlarda art niyet aranmamalıdır. Saddam devrildiğinde kimse ‘’Sünniler devrildi’’ diye yazılar yazmadığı gibi Esad devrildiğinde ‘’Alevilerde devrildi’ ’diye bahsetmek art niyetlidir.
Son olarak ‘’tüm Aleviler böyle ya da tüm Sünniler böyle’’ diye olayları genellemek geçmişte olduğu gibi bugün de provokasyonlara ve olaylara yol açabilmektedir. Alevi ya da Sünni’nin kötüsü değil ‘’insanın’’ kötüsü vardır. Olaylara mezhepçi olarak provokatif değil de insani olarak bakmalıyız. Bir kişinin ya da bir grubun yaptığı hatayı milyonlarca kişiye mal edemeyiz. Bu yazıda Alevileri örnek almış olmam tarihte Alevilerin çok fazla zulme uğramasından dolayıdır. Bir Şii ya da Alevi’nin bir Sünni’ye ya da Sünnilere yapmış olduğu saldırı, zulüm ya da provokasyonlar da tıpkı bu bahsettiğimiz konular gibi büyük bir yanlıştır ve eleştirilmesi, lanetlenmesi, yargıca cezalandırılması gerekir. İnancı olsun ya da olmasın her insana ‘’saygı ‘’ esas olmalıdır. Zaten mezhep diye bir şey İslam’da yoktur. Tüm mezhepler siyasi olaylar neticesinde Kur’an’ın indirilmesinin bitiminden onlarca, yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmıştır. Gerçek Müslümanlar ‘’mezhebin ne ?’’ Sorusuna En’am Suresi 159. Ayetle cevap verenlerdir. ‘’Dinlerini bölük bölük edip her biri bir kişinin taraftarı olmuş olanlar var ya, sen hiçbir konuda onlardan olamazsın. Onların işi Allah’a kalmıştır. Daha sonra Allah, onların yaptıklarını kendilerine bildirecektir.’’
Hüseyin Anıl ASLAN
__________________________________
https://isamveri.org/pdfdrg/D01266/2016_82/2016_82_MERTCANH.pdf
https://dergipark.org.tr/tr/pub/insanvetoplum/issue/71113/1131095