TARTIŞMA HASTALIĞI

Bir gerçeği açıklamak en güzel davranıştır ancak, açıklanması gereken konuyu önce tartışma şekline dönüştürüp, sonra açıklamak bir fayda sağlamaz.

Bir konunun açıklanması, bir başkasını küçük düşürme veya onun cehaletini ortaya koyma şekline dönüşürse gerçeği açıklayan kişi de tartışma ortamına girmiş olur. Bu duruma düşen kişi, karşıdan gelecek güzel fikirlere de önem vermeyebilir. Çünkü iş tartışma sahasına döküldüğü zaman, kişi dostunu hasım gibi görmeye başlar, zan sayılan bazı yönlerden girerek, onun gizli kusurlarını da söz konusu etmeye çalışır.  O zaman da başkalarının kusurlarını aramanın günah olduğunu göz ardı etme gibi bir davranış baş gösterir. Çünkü tartışmada galip gelme duygusu vardır. Bu duygu bazen gerçekleri gizlemeye yol açabilir. Konuların tartışma havasına döküldüğü bir ortamda, kazanan da kaybeden de zararlı çıkar. Zira kazanan tarafı kendini beğenme ve gururu sarar ki, bu da İslam’da yasaktır. Yasak olan her şeyde de üzüntü ve huzursuzluk vardır.

Tartışma aslında bir gerçeği kabul ettirme ve davet sanatıdır. Bu durumu belirten ayet-i kerime şöyledir.

“!(Resulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” Buyrulmaktadır. [1] 

Bu ayet, Kureyşlilere karşı silah kullanma emrinin verilmediği ama davet görevinin emredildiği, Mekke devrinde nazil olmuştur. Ayet efendimizin şahsında, O’nun ümmetine, genel olarak, bir emrin veya bir hükmün tebliğ edilme şeklini beyan buyurmaktadır.

Tartışmanın hikmet ve güzel öğütle yapılması emredilmektedir. Burada hikmet, kitap ve sünnettir. Güzel öğüt ise kitap ve sünnetteki yasakların dile getirilmesi. Geçmiş milletlerin başına gelen felaketlerin hatırlatılması ve tartışmanın nazik bir şekilde yumuşak bir tavırla sürdürülmesidir. Buradaki usul, yumuşak bir tavırla kalplere girip, gereksiz azarlama ve zorlamaya başvurmamayı gerektirmektedir. Çünkü öğüt vermedeki metodun yumuşaklığı, katı kalpleri doğru yola ilettiği gibi birbirinden nefret eden gönülleri de kaynaştırabilir.

Tartışma yaparken muhatabın üzerine yüklenme, onu horlama, hakir görme gibi bir davranış olmamalıdır. Böyle olduğu takdirde karşıdaki kişi tartışmada üstün gelme gibi bir gayenin olmadığını ve hakikatin ortaya çıkması için çalışıldığını hissedecektir. Çünkü her insanın  kendine mahsus gurur ve inat tarafı vardır. Yumuşak yanaşılmadığı takdirde, kişi iddia ettiği düşüncesinden vazgeçmez. Tartışılan fikir ile kişinin onuru karıştırıldığı zaman görüşünden vazgeçmeyi onurundan taviz verme şeklinde anlar ki o zaman da tartışmanın şekli değişir. Onun için en güzel tartışma, muhatabın gururunun garanti altında olduğunu hissettirerek yapılan konuşmadır. Zira İslâm, adalet ve itidal dinidir. Barışı ve huzuru ön plana aldığı için insanları tehlikelerden korur ama kendisi saldırganlık yapmaz.

Yapılacak tartışma gerçek delillere dayanmalı, zan ile hareket edilmemelidir. Çünkü zan ile hareket, Kur’an da yasaklanmıştır Konu ile ilgili ayet-i kerime şöyledir.

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın.” [2]

Zan kelimesi zıt anlamlı bir kelimedir. Sanma sezme ve itham etme anlamına geldiği gibi itaat etme anlamına da gelebilir. Onun için zannın birçoğu günah sayılmıştır.

İnsanlar hakkında fikir beyanında bulunurken mesnetsiz sözlerden kaçınılmalı, kesin bilgiye dayanmayan konularda yorum yapılmamalıdır. Çünkü duyulan her şeyin doğru olmama ihtimali çok yüksek olduğu gibi bizim doğru kabul etmediğimiz davranışların haklı nedenleri de olabilir. Bu durumu her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. Bundan dolayı bizim dinimiz, insanların her zaman iyi düşünceler içerisinde olmasını tavsiye buyurmuştur. Zira kötülük yönündeki her zan, insanlar arasındaki güvensizliğe sebep olduğu gibi duyulduğu zaman da üzüntüye ve ayrılıklara vesile olacaktır.

Tartışma esnasında hakkı gizleyerek kusur araştırmaya koyulmak, hasmane davranışlara sebep olur ki tartışmanın en kötü tarafı da budur. Zira muhatap, burada aldığı yarayı ya ömür boyu devam ettirir yahut da dostuna karşı kalbinde bir kara leke oluşur.

Tartışmanın neticesi başka yerlerde anlatılırken, muhatabı kötüleme şeklinde anlatılmamalıdır. Zira Efendimiz, biri hakkında menfi fikir beyanını uygun bulmamıştır. Bu durumu belirten hadis-i şerif şöyledir.

İbnu Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Bana kimse ashabımın birinden (canımı sıkacak) bir şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum.” buyurmuştur. [3]

Bu konudaki ayet-i kerimede de:

“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline!” buyrulmuş­tur.[4]

Ayet, kişiyi arkadan çekiştirenler hakkında büyük bir uyarıyı dile getirmektedir. Bu uyarı yapılan münakaşa veya tartışmanın başka yerde konuşulduğu zaman, gıybet veya alaycılık şekline dönüştürülmesinin de suç olduğunu beyan buyurmaktadır.

Tartışılan kişiyi arkasından çekiştirenler, söylediklerinin doğru olduğunu zannetseler bile, arkadan söylediklerinden, tartışılan kişi razı olmayacak ise, bu yapılan konuşmaya gıybet denilir. Zaten kişinin arkasından söylenenler doğru değilse, o zaman iftira edilmiş olacaktır.

Mesela: Hatalı olan bir mümini, arkasından çekiştirmeyi, onun iyiliği için yapıldığı gösterilmiş olsa bile, bu durum, gıybetten başka bir şey sayılmaz. Öyle ise, müminin sadece tavırlarında değil, niyeti, duygu ve düşüncelerinde de Salih kimse olmaya özen göstermesi gerekir. Yani mümin, diğer din kardeşleri hakkında konuşurken her zaman hüsnü zan içerisinde bulunmalıdır.

Kişi tartıştığı konuyu anlatırken kendini haklı çıkarmak maksadıyla bazı gerçekleri gizleme ihtiyacı duyar ise o zamanda yalancılığa kaymış olur. Yalancılık da yine Kur’an’da yasaklanmıştır. Şöyle ki:

“Her yalancı ve günahkâr kişinin vay haline” [5]

Kur’an’ın “vay haline” cümlesi ile tarif edilen kişinin son derece vahim bir halde olması muhakkaktır.

Her tartışmanın sonunda bir taraf strese girerken diğer taraf da galip gelmeyi öğünme vesilesi yapmamalıdır. Çünkü öğünmek gurur getirir ki bu da yüce Mevla’nın sevmediği bir duygudur. Aşağıdaki ayet-i kerime de:

“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez” buyurulmuştur.[6]

Bir kimsenin, sağlam bir müslüman olduğunu belgelemesinin delili Yaratandan ötürü yaratılanları sevmesi ve sevilmesidir. Kendini yüksek tepelerde görüp, diğer insanları küçümseyenler hem Allah’tan uzaklaşmış, hem de toplum sevgisinden soyutlanmış olurlar. Çünkü kendini beğenen kişi, iyilik yönünde başkalarının yapacağı telkini beğenmediği gibi onları da düşman olarak görme eğilimine girebilir. Bundan dolayı Efendimiz, zengin, fakir, efendi ve köle ayırımı yapmadan her insana karşı sıcak davranmış ve hiç kimseye tepeden bakmamış tevazu konusunda insanlardan bir fert olma özelliğini her zaman korumuştur.

Tartışmayı huy edinen kimsede kendini beğenme duygusu gelişir ki bu da şöhrete kavuşma düşüncesine matuftur. Böyle bir durum, Salih mümin sıfatlarından değildir.

Tartışma dostluğu azaltır, düşmanlığı ve kin duygularını tetikler. Bizden önceki toplulukların tartışma yapmalarından dolayı helak olduklarını belirten hadis-i şerifler de vardır.

Tartışmanın en basit zararı, karşısındakinin cahil olduğunu ortaya koymaktır ki, bu da en azından onur kırıcı bir davranışı sergiler. Bunu önlemek için, tartışan kişinin asıl amacı, muhatabının kalbini uyandırmak ve hakka ulaştırmak olmalıdır. Bunu sağlamanın en güzel yolu da, muhatabını ikna etmek isteyen kişinin pehlivan edasıyla hareket etmemesidir. Yani nefsanî duygu ve kişilik zaaflarıyla tartışmaya başlamak, münakaşayı başından zora sokmak demektir. Çünkü muhatap ne kadar inatçı olursa olsun, Firavun kadar gaddar olamaz. Cenab-ı Hak Firavun’un iman etmeyeceğini bildiği halde, Hz. Musa ve Hz. Harun’u onun ayağına göndermiş:

“Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” Buyurmuştur. [7]

Yumuşak söz, karşı tarafı kızdırmaz.   Günah ve kötülükle gururlanma damarlarını kabartmadığı gibi, azgınlığa dayanan bencillik kompleksini de depreştirmez. Bilakis kalbi uyarır. Uyanan kalp öğüt alacağı için azgınlığının getireceği sonuçtan korkmaya başlar. Ayetin bize vermek istediği mesaj Allah-u Âlem budur.

Kâinatın sahibi olan yüce Allah Firavun’un nasıl davranacağını başına neler geleceğini ve sonunun da nasıl olacağını kesinlikle biliyordu. Fakat O, insanları kendi iradeleri ile yaptıklarından dolayı hesaba çekeceği için Peygamberlerini suçlunun ayağına kadar göndermiş itiraz edecek bir tarafının kalmamasını sağlamıştır.

Ehil olmayan ve hatayı kabul etmenin fazilet olduğunu bilmeyen kişilerle bir konuyu görüşmek, kolay bir iş değildir. Bu durum, uçak görmemiş bir insana, demir parçasının havada uçtuğunu söylemek kadar zor bir hadisedir. Bundan dolayı; Özellikle dini konularda, ilmi kariyeri olmayan kimselerin, fikir üretmeye cür’et etmemeleri gerekir. Yani hukuk eğitimi görmemiş bir kişiye hâkim cübbesi giydirmek, onu hüküm verme makamına yükseltmediği gibi ömründe bir defa meal okuyan kimse de ben ayeti bilirim diyerek fetva vermeye kalkışmamalıdır. Zira iki kişinin yaptığı hatanın tekrarı ve geriye dönüşü yoktur.

Bunlardan birisi İmam-Hatiplik görevi yapan veya din adına fetva veren kişidir. İmam hatip, namazı yanlış kıldırdığı zaman dağılmış cemaati yeniden toplama imkânını sahip değildir. Ehil olmadığı halde fetva heveslisi olan kişide bunun gibidir.

İkincisi de pilottur. Yanlış düğmeye basıp, uçağı yere çaktığı zaman, onun da hatasını tamir edecek bir imkân bulunmamaktadır.

Kendisine hakaret edilmesini arzu etmeyen bir kişi ile münakaşa yapılabilir. Çünkü o kişi, şahsına yapılmak istemediği şeyi, kendisi de yapmamaya çalışır. Ama bu duygudan yoksun kişi ile bir konuyu görüşmek veya tartışmak, ateşle oynamak gibidir.

Tartışan insanların inanç birliği de önemlidir. Yani bir insan ya inancına sadık kalarak tartışmalı yahut da inanmadığını önceden belirtmelidir. Müslüman gibi görünen bir münafıkla tartışmak son derece zordur. Ama inanmadığı önceden tespit edilirse o zaman tartışmanın seyri kolaylaşır. Yani tartışma ya iman sınırları içinde devam eder yahut da Müslüman tedbirli olarak gerekli savunmayı yapar. Çünkü inancı olmayan insan Kur’an’da tarif edilen iman esaslarını aşabilir. Bunun da dikkate alınması gerekir. Yani İslâm, kendisine tâbi olanların yumuşak huylu, nazik ve mutedil olmalarını ister. Fakat kendisini adam yerine koymayan zalim ve günahkârların karşısında bir Müslüman’ın zayıf ve çaresiz duruma düşmesini onaylamaz. Onun için muhatabın, alay eden ve hafife alan davranışları sezilecek olursa onurlu bir şekilde tartışmayı bitirip zamanı ve emeği boşa harcamamak gerekir.

Emekli Müftü Ali Kara’nın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 20.11.2017 tarihinde yayımlanmıştır.

_____________________________________

[1] Nahl Suresi 16/ 125

[2] Hucurat Sûresi, 49/12

[3] Tirmizî, Menakıp, Ebû Dâvud, Edeb

[4] Hümeze Sûresi, 104/1

[5] Casiye Sûresi, 45/7

[6] Lokman Sûresi, 31/ 18

[7]  Tâ-Hâ: 20/44