ULUSLARARASI GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASINDA MESELELER VE ÇÖZÜM YOLLARI 2 SEMPOZYUMUNUN ARDINDAN

İstanbul’da “Uluslararası Günümüz İslam Dünyasında Meseleler Ve Çözüm Yolları 2 Sempozyumu (27-29 Haziran 2022, İstanbul)”  düzenlendi. Sempozyumun sonuç bildirgesinde yer alan maddeleri okuduğumda açıkçası hayal kırıklığına uğradım çünkü sonuç bildirgesinin özensiz ifadelerle yazıldığını düşündüm ve bildirge ile ilgili değerlendirmeler yapma ihtiyacı hissettim. Bu değerlendirmeleri yaparken amacım bağcıyı dövmek değil. Bu sempozyum için harcanan emeği ve özveriyi anlayabiliyorum, sempozyum sonrasında Türk Ocakları İstanbul Şubesinin görevden alınış sürecini de üzüntü ile takip ettim. Sadece değerlendirmelerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum:

Sonuç bildirgesinin 1. maddesi şöyle:

“1. Günümüz İslam dünyasının en önemli sorunlarının başında dini anlamadaki yöntem sorunu gelmektedir. Bunun için bilgi üretme ve yorum yönteminin güncellenerek yaşanan hayatın gerçeklerini dikkate alan olgu merkezli bir dini bilgi üretiminin gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

Dini anlamadaki yöntem sorununuzu çözmeniz ve yaşanan hayatın gerçeklerini dikkate alan olgu merkezli bir dini bilgi üretebilmenizin tek yolu “Kur’an bu konuda ne diyor?” diye sormanızdır.

Eğer bu soruyu Kur ‘an’a sorarsanız ilk başta Fussilet 41/3, A’raf 7/52, Hûd 1-2 ve Âl-i İmran 3/7. ayetleri görürsünüz.

Fussilet 41/3. ayet şöyledir:

(Fussilet 41/3)

“Bu bir kitaptır ki ayetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur’ânlar (kümeler) halinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.”

Ayette geçen Arapça kur’ânlar (kümeler) ifadesini açıklayalım:

Kur’ân, karaa ( قرأ ) fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء ) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن ) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir.

A’raf 7/52. ayet ise şöyledir:

(A’raf 7/52)

“Şurası bir gerçek ki, biz onlara, inanan ve güvenen bir topluluğa rehber ve ikram olması için bir ilme göre ayrıntılı olarak açıkladığımız bir Kitap getirdik.”

Bu ayette sözü edilen ilim (bilgi, yöntem), ayetlerin ayetler ile açıklanması yöntemidir. Bunun böyle olduğunu Hud 11/1 ve 2. ayetlerden öğreniriz:

(Hud 11/1)

“ELİF! LÂM! RÂ! Bu (Kur’an); daima doğru hükümler veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah’ın bizzat kendisi tarafından, ayetleri hem muhkem /hüküm bildirir hale getirilmiş hem de ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.”

(Hud 11/2)

“(Açıklamayı Allah’ın yapmış olması) Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. (De ki:) ben de onun tarafından size gönderilen uyarıcı ve müjdeciyim.”

Âl-i İmran 3/7. ayette ise bu ilmin yani ayetlerin ayetler ile açıklanması yönteminin detayları verilir:

(Al-i İmran 3/7)

“Bu kitabı sana indiren odur. Ayetlerinin bir kısmı muhkemdir; onlar kitabın ana ayetleridir. Diğerleri müteşâbihtir (muhkemlerle benzeşirler). Kalplerinde kayma olanlar, fitne çıkarma amacıyla istedikleri tevili kurup kitaptan, (kurgularıyla) benzeşen şeye uyarlar. Oysa kitabın tevilini sadece Allah bilir. Bu ilmi kavramış olanlar şöyle derler: “Biz bu ilme inandık, onun tamamı Rabbimiz katındandır.” Bu zikre akl-ı selim sahibi olanlardan başkası ulaşamaz.”

Muhkem, açıkça hüküm veren demektir. Muhkem ayet ise bir konuda hüküm içeren ayet demektir.

Müteşâbih, benzeşen demektir. Birbirine benzeyen iki şeyden her birine müteşâbih denir. Müteşabih ayet ise muhkem ayete benzeyen ama aynı olmayan diğer ayettir.

Kitab kelimesinin kök anlamı da bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Arapçada kelimeleri ekleyerek yazılan her türlü yazıya kitap denir (Müfredat). Kur’an-ı Kerim, muhkemler yani kısa ve özlü hükümler içeren ayetlerden ve onların benzeri olup onları açıklayan müteşâbih ayetlerden oluşur. Bir ayet şöyledir: “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23) Mesânî, “ikişerliler” anlamına gelir. Kur’ân’ın, bildiğimiz bir kitap halinde inmediği açıktır. Bu ve benzeri ayetler onun, kendinden kitaplar oluşturulacak şekilde indiğini, her bir kitabın, bir muhkem bir de müteşâbih olmak üzere en az iki ve ikinin katları olan ayetlerden oluştuğunu, doğru hükme yani hikmete bu şekilde ulaşılabileceğini gösterir.

Yukarıda özetle açıklanan bu yöntem bilindiği ve uygulandığı takdirde günümüzde çözülemeyecek hiçbir problem yoktur.

…….

Sonuç bildirgesindeki 2. madde şöyle:

“2. Son yüzyılda İslam dünyası, çok boyutlu ahlâkî ve dinî yozlaşma, genç kuşaklarda dine karşı kayıtsızlık, din dilinin yenilenmesi ve dini anlayışın hayatın gerçeklerinden uzaklaşması gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların çözümü için dinî değerlerin yeni bir bakış açısıyla sunulması ve din dilinin güncellenmesi üzerinde çalışmalara ihtiyaç vardır.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

Dil, sürekli yenilenme içinde olan bir olgudur. Bundan değil 100 yıl önceki 30 yıl önceki dil bile günümüzle aynı değildir. Bu nedenle din dili, üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur.

Nasları sabit olan dinin, sürekli yenilenen dil ile anlatılması gerekliliği âlimlere büyük sorumluluk yüklemektedir. Bu nedenle âlimler de kendilerini yenilemeli, dildeki gelişmeleri sürekli takip etmelidir. Ayrıca din âlimlerinin ürettikleri ilmi bilgileri işlemek için dil işçileri olan yazarlar, şairler ve toplumla farklı dillerle iletişim kuran müzik, resim, bilgisayar oyunu tasarımcıları gibi dalların sanatçıları ile ortak çalışmalar yapmaları faydalı olabilir.

Ancak tüm bunlar yapılsa bile din, ancak talep eden ve kendini yanlışlardan sakınanlar için yol gösterici olur.

(Bakara 2/2)

İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur. Müttakîler /yanlışlardan sakınanlar için rehberdir.

……

Sonuç bildirgesindeki 3. madde şöyle:

“3. Din bilim çatışması sorunu, İslam bilim çatışması şeklinde sunulmaktadır. Müslümanların tarihsel süreçte din-bilim ilişkisini nasıl anladığını, bilimsel alanlara yaptığı katkılarıyla sağlıklı bir şekilde araştırılması gerekmektedir. Genç nesillerin edebi, bediî ve estetik duygularının ve yeteneklerinin geliştirilmesi için sanat, edebiyat ve müzik başta olmak üzere hayatın bütün alanlarına bütüncül bir bakış açısı geliştirmelerine imkânlar hazırlanmalıdır.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

İslam Allah’ın dinidir. Allah’ın ayetleri ise Kur’an’da yer alan indirilmiş ayetler ve Allah’ın yarattığı kâinatta yer alan yaratılmış ayetler olmak üzere iki çeşittir. Bu nedenle indirilmiş ayetlerin yaratılmış ayetlerle çatışması söz konusu olamaz. Buradan hareketle genç nesillere her şeyden önce din-bilim çatışmasının suni bir çatış/tır/ma olduğu anlatılırsa bu sorunun çözümüne ulaşmak kolaylaşacaktır. Ayrıca her bilim adamının özellikle uzmanı olduğu bilim dalı ile ilgili olan ayetleri öğrenmesinin teşvik edilmesi bu çatış/tır/manın ortadan kalkması için bir adım olacaktır. Yine aynı şekilde genç nesillerin edebi, bediî ve estetik duygularının ve yeteneklerinin geliştirilmesi için sanat, edebiyat ve müzik başta olmak üzere hayatın bütün alanlarına dair ayetleri öğrenmeleri teşvik edilirse genç nesillerin karşılaştıkları olay ve durumlarla ilgili bütüncül bakış açısı geliştirmeleri için imkânlar sunulmuş olacaktır.

İslam dininin ilk emrinin “Rabbinin adıyla (varlıkları) oku, yaratan O’dur.” (Alak 96/1) olduğu her zaman akılda tutulmalıdır.

…….

Sonuç bildirgesindeki 4. madde şöyle:

“4. Dinî dışlayıcılık, radikalleşme ve selefileşme problemi, akıl ve bilim düşmanlığı, mezhepçilik ve dini temsil iddiaları toplumları kuşatmış durumdadır. Bu sorunlarla baş edebilmek için, sağlıklı bir din ve din eğitimi politikası oluşturmak gerekmektedir. Dini bilginin üretilmesi ve öğretilmesinde, eğiticilerin yetiştirilmesinde paralel tek hakikatçi din anlayışı oluşturmak isteyen birtakım dini grupların, siyasetin kendilerine alan açmasından yararlanarak, eğitim sistemine alternatif faaliyetler içerisine girmelerine ve bu sayede gerçeklikten ve hayattan kopuk bir din algısı oluşturma çabaları sorunlarımızı daha da büyütecektir. Din ve din eğitiminin bilimin konusu yapılarak pedagojik eğitim almış kişiler tarafından verilmesi sağlanmalıdır.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

Öncelikle bu maddedeki “sağlıklı bir din ve din eğitimi politikası” ifadesine değinelim. Buradaki “sağlıklı bir din” ile neyin kastedilmek istendiğini bilmemekteyiz ama şunu mutlaka belirtmek lazım: Allah’ın dini sağlıklı dindir. Eğer insanlar Allah’ın dininin emir ve yasaklarına eksiksiz uymaya çalışmak yerine kendi menfaatlerini öne alarak dinin emir ve yasaklarını kendilerine uydurmaya kalkmasalar ortada bir sorun kalmaz.

Ayrıca din eğitimi her müminin görevidir. Her mümin dinini iyi bilmeyi ve bildiklerini aynı zamanda yaşantısıyla da örnek olarak diğer insanlara da anlatmayı hedeflemelidir. Din eğitiminde kişinin talebi de önemlidir. Elbette talep etmeyenlere de tebliğ yapılmalı ama öncelik aciz ve güçsüz dahi olsalar talep edenlere verilmelidir. Bu hususta Abese suresi 1-7. ayetler yol göstericidir.

(Abese 80/1-7)

“Yüzünü ekşittin ve sırtını döndün,

o kör, sana geldi diye,

ne biliyorsun, belki o kendini geliştirecekti,

veya bilgi edinecek, o bilgi onun için faydalı olacaktı!

Sana ihtiyaç duymayan adama gelince,

sanki ona değil de duvara konuşuyorsun!

Onun kendini geliştirmemesinden sana ne!”

Bilgi diye çevrilen kelime “zikir”dir. Zikir, sürekli akılda tutulan kullanıma hazır bilgidir. (Müfredat)

……

Sonuç bildirgesindeki 5. madde şöyle:

“5. Sahih din anlayışı, giderek bütün Müslümanların bir beka sorunu haline gelmiştir. Din anlayışlarını iyileştirmek için en önemli hareket noktası; dini ve fikri meselelerimizi iman meselesi haline getirmek yerine bilimsel verilerin ışığında özgürce tartışmanın imkânlarını oluşturmak olmalıdır. Çünkü bu hareket noktası, özgür düşüncenin, tartışmanın, tekfir ve linç hareketlerinin önüne geçmek ve Müslüman dünyayı tarihte ve bir meta evrende değil günümüzde gerçek bir hayatta yaşatmak için şarttır.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

“Sahih din anlayışı” ile “beka sorunu” ifadeleri aynı cümlede yan yana gelebilecek ifadeler değildir. Sahih din Kur’an’daki dindir. Eğer Allah’ın emrettiği, ayetlerin ayetlerle açıklanması yani hikmet metodu uygulanırsa dinî ve fikrî meselelere kolayca çözümler üretilecektir.

Bu maddedeki “Özgür düşüncenin, tartışmanın, tekfir ve linç hareketlerinin önüne geçmek” ifadesi de anlaşılmazdır. “Özgür düşüncenin, tartışmanın” neden önüne geçilmek istenmektedir, anlayamadık. “Tekfir ve linç hareketlerinin önüne geçmek” ifadesi için esas alınacak ilke ise Kâfirun suresi 6. ayette belirtilmiştir

(Kafirun 109/6)

“Öyleyse sizin dininiz size, benim dinim de bana!”

Bu ayetten anlaşılacağı gibi herkes kendi dinini yaşamakta özgürdür.

“Müslüman dünyayı tarihte ve bir meta evrende değil günümüzde gerçek bir hayatta yaşatmak için” esas olan da müminlerin öncelikli olarak kitapları Kur’an’ı kendi anladıkları dilde okumaları, kitaplarını tüm problemlerinin çözümü için temel kaynak olarak görmeleri ve inandıkları gibi yaşamalarıdır.

Bu hususta Bakara suresi 2. ayet yol göstericidir.

(Bakara 2/2)

“İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur. Müttakîler /yanlışlardan sakınanlar için rehberdir.”

……

Sonuç bildirgesindeki 6. madde şöyle:

“6.  Bazı çevreler, Müslüman toplumlarda yaşanan sorunların, çatışmaların ve iç savaşların sebebini,  genelde İslam’la ilişkilendirirken, bazı çevreler ise,  küresel aktörlerle, yani dış güçlerle ilişkilendirmektedir. Son zamanlarda yaşanan sorunların doğru bir şekilde teşhis edilmesi ve sağlıklı çözümler üretilmesinin önündeki en büyük engel,  aşırı siyasî ve toplumsal kutuplaşma ve taassuptur.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

Kutuplaşma dinimizde istenmeyen bir durumdur. Rum suresi 31 ve 32. ayetler şöyledir:

(Rum 30/31-32)

“Ona yönelen kişiler olun, ona karşı yanlış yapmayın. Namazı düzgün ve sürekli kılın. Müşriklerden olmayın; dinlerini parça parça edip belli kişiler etrafında toplananlardan (olmayın). Her hizip kendinde olanla mutludur.”

En’am suresi 159. ayet de şöyledir:

(Enam 6/159)

“Dinlerini parça parça edip belli kişiler etrafında toplananlar var ya! Sen hiçbir konuda onlardan değilsin. Onların işleri Allah’a kalmıştır. Daha sonra Allah, yaptıklarını kendilerine bildirecektir.”

Ayrıca kutuplaşma sadece günümüzün meselesi değildir. İncil’deki şu pasaj bunun göstergesidir:

“Akılsız tartışmalardan, soyağacı didişmelerinden, Kutsal Yasa’yla ilgili çekişme ve kavgalardan sakın. Bunlar yararsız ve boş şeylerdir. Birinci ve ikinci uyarıdan sonra fırkacı (bölücü) kişiyle ilişkini kes. Böyle birinin sapmış olduğundan ve günah işlediğinden emin olabilirsin; o kendi kendini mahkûm etmiştir.” (İncil, Titus 3:9-11)

……

Sonuç bildirgesindeki 7. madde şöyle:

“7. Mukaddes dinimizin ideolojileştirilmesi, siyasallaştırılması, ahlâktan arındırılması ve hurafe bataklığına dönüştürülmesinin önlenmesi için, bu tarz ortak bilimsel faaliyetlerin, çalıştayların artırılması oldukça önemlidir.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

İslam dini, fıtrat dinidir. Fıtrat, insanların ve tüm varlıkların temel yapısını oluşturan yaratılış, gelişim, değişim ilke ve kanunlarıdır. Göklerin, yerin, insanların, hayvanların, bitkilerin yani her şeyin yapısı ve işleyişi fıtrata göredir. Rum suresi 30. ayet şöyledir:

(Rum 30/30)

“Sen yüzünü doğrudan doğruya bu dine, Allah’ın fıtratına /varlıklarda geçerli kanununa çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez.”

İslam dinine uyan, fıtrata uymuş, varlıklar âlemiyle tam bir uyum içine girmiş olur. Bu uyumu bozmak, kişiyi, toplumu ve çevreyi de bozar.

Dinimizin ideolojileştirilmesi, siyasallaştırılması, ahlâktan arındırılması ve hurafe bataklığına dönüştürülmesi fıtrattan uzaklaşmaya sebep olur ve kişileri, toplumu, çevreyi olumsuz etkiler. Bu durumun önlenmesi için sadece bilimsel faaliyet yapmak, çalıştayları artırmak yetersizdir. Bunun için ayetlerin ayetlerle açıklanması olan hikmet metodunu öğrenmek, Kur’an ayetlerini çok iyi anlamak ve hayatımızın her alanına tatbik etmek gerekir.

…..

Sonuç bildirgesindeki 8. madde şöyle:

“8. İslam dünyasının kurtuluşu, ancak ve ancak akıl, ahlak, bilim ve hukukun, bilhassa da kamu hukukunun geliştirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu yüzden içinde yaşadığımız bilgi ötesi çağı yakalamadan bugünkü problemlerimizin çözümü mümkün değildir.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

İslam, Allah’ın dini olduğu için ilk insandan günümüze tüm insanlara ve tüm çağlara hitap eder. Al-i İmran suresi 19. ayetin başı şöyledir:

“Allah katında din, İslam’dır.”

İslam, kendi içinde aklı kullanmayı emretmesi (Bakara 2/242), Resulullah’ta (a.s.) örnekliğini bulan ahlak modeli (Kalem 68/4), ilme önem vermesi (Nisa 4/162), hukuk sistemi ve bilhassa kamu hukuku sistemi (Nisa 4/58, Maide 5/8) ile bir bütündür. İnsanlar, Allah’ın dini İslam’ı benimser ve kitabı Kur’an’a uygun bir yaşam sürerse İslam dünyasının daha iyi bir duruma geleceği açıkça görülecektir. Çünkü her ne kadar yüzyıllar hatta binyıllar geçse bile insanın fıtratı ilk insandan beri aynıdır. İnsan ile ilgili soru/n/ların çözümünün içinde yaşadığımız çağı yakalamak ile bir bağı yoktur.

…..

Sonuç bildirgesindeki 9. madde şöyle:

“9. İlk insandan bugüne kadar yeryüzünde bulunan yegâne din ve fıtrat dini İslam’ın evrensel ve insan merkezli özünü, akla, bilime insanın yaratılışına ve hayatın gerçeklerine uygun bir yorumunu yapmak zorundayız. Çünkü din, hayatla beraber inşa olunan bir olgudur. Dinin hakikatleri bizim dışımızdaki veya bizim asla ulaşamayacağımız hakikatler değildir.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

İlk insandan bugüne kadar yeryüzünde bulunan yegâne din ve fıtrat dini; İslam’dır. Bu Rum suresi 30. ayette şöyle ifade edilir:

(Rum 30/30)

“Sen yüzünü doğrudan doğruya bu dine, Allah’ın fıtratına /varlıklarda geçerli kanununa çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez.”

Ancak “İslam’ın evrensel ve insan merkezli özünü, akla, bilime, insanın yaratılışına ve hayatın gerçeklerine uygun bir yorumunu yapmak” ifadesindeki “yorum yapmak” sıkıntılı bir ifadedir. Yorum kelimesi, sözlüklerde “anlaşılması güç yönlerini açıklama, belli bir görüşe göre değerlendirme, gizli veya hayalî bir şeyden anlam çıkarma, versiyon” anlamlarına gelir. Bu anlamların hangisi esas alınırsa alınsın, bir insanın Allah’ın dininin yorumunu yapması kabul edilebilir değildir çünkü Allah u Teala; bu dini bizzat tafsil ettiğini (açıkladığını), ekmel kıldığını (mükemmel yaptığını) ve itmam ettiğini (tamamladığını) Kur’an’da bize bildirmiştir. İlgili ayetler şöyledir:

(Fussilet 41/3)

“Bu bir kitaptır ki ayetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur’ânlar (kümeler) halinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.”

(Maide 5/3’ten)

“Bugün ayetleri görmezlikte direnenlerin dininizden bir umutları kalmamıştır. Onlardan çekinmeyin, benden çekinin. Bugün dininizi, sizin için mükemmel hale getirdim, size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı uygun gördüm.”

Mükemmel olan şeye ilave veya çıkarma yapılamaz. Kur’an’da olan dine yapılan her türlü ilave ve çıkarma kişiyi bu dinden çıkarır ve müşrik yapar (Bakara 2/136-138, Al-i İmran 3/85, En’am 6/14, Hud 11/1-2).

Bu yüzden Allah’ın kullarının amacı, Allah’in dinini herhangi bir anlayışa göre yorumlamak değil Kur’an’ı anlamak ve ona göre yaşamaya çalışmaktır.

……

Sonuç bildirgesindeki 10. madde şöyle:

“10. İslam’ın evrensel ilkelerini merkeze almak, Müslüman zihnini yeniden yaratıcı bir hale döndürmek için; laiklik, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerle çatışan bir niteliği sahip olmayan, cinsiyet ayrımcılığına karşı duran yeni bir din dili üretmeliyiz.”

Bu madde hakkındaki değerlendirmem şöyledir:

İslam dini kendi içinde bir bütündür. İnsanı yaratan Allah tarafından bizzat mükemmel kılınmış ve tamamlanmıştır (Maide 5/3). İslam’ın “Müslüman zihnini yeniden yaratıcı bir hale döndürmek için” ilkeleri insanlar tarafından belirlenmiş, dünyevî değerlere uy/durul/maya ihtiyacı yoktur. Asıl gereken Kur’an’ı anlamak ve ona göre yaşamaya çalışmaktır.

“…cinsiyet ayrımcılığına karşı duran yeni bir din dili üretmeliyiz.” ifadesine gelince: Kur’an’da cinsiyet ayrımcılığı yoktur. Bunu açıkça belirten ayetler şöyledir:

(Nisa 4/32)

“Allah’ın birinizi diğerinizden üstün kıldığı şeylere özenmeyin. Erkeklere, kendi kazandıklarından bir pay, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Siz, Allah’ın ikramını isteyin. Her şeyi bilen Allah’tır.”

(Ahzab 33/35)

“Şüphesiz ki Allah; kendisine tam teslim olan erkekler ile kendisine tam teslim olan kadınlara, inanıp güvenen erkeklerle inanıp güvenen kadınlara, içtenlikle boyun eğen erkeklerle içtenlikle boyun eğen kadınlara, özü sözü bir olan erkeklerle özü sözü bir olan kadınlara, sabırlı /duruşunu bozmayan erkeklerle sabırlı kadınlara, ona derin saygı duyan erkeklerle ona derin saygı duyan kadınlara, zekat (sadaka) veren erkeklerle zekat (sadaka) veren kadınlara, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlara, edep yerlerini ve çevresini koruyan erkeklerle edep yerlerini ve çevresini koruyan kadınlara, Allah’ı (onun sözlerini) çokça hatırlayan erkeklerle çokça hatırlayan kadınlara mağfiret /bağışlanma ve büyük bir ödül hazırlamıştır.”

Allah, kadın olsun erkek olsun her insana birbirinden farklı üstün özellikler vermiştir.  İnsan bu özelliklerini keşfettiği oranda başarılı olur. Bir de kadınlara, erkeklerde olmayan özellikler; erkeklere, kadınlarda olmayan özellikler verilmiştir. Böylece bunlar birbirlerini tamamlar ve hayatın uyumlu bir şekilde yaşanmasını sağlar. İnsanların Kur’an’daki bu dengeyi bozması, İslam’a mâl edilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki bir Müslüman, zihnini ve onu yansıtan dilini; insanlar tarafından oluşturulan, ithal ve müfsid kavramlarla oluşturmamalıdır. Bir Müslüman’ın zihni ve onu yansıtan dili, Kur’an ayetlerinde belirlenmiş olan ilke ve kavramlara göre biçimlenmelidir.

Sacide Özlem